İletişim Adresi

   
  ORHAN YILDIZ
  Bati Emperyalizminin Silahi Misyonerlik
 


MİSYONERLİK, BATI EMPERYALİZMİNİN SİLAHIDIR

Prof. Dr. İbrahim Arslanoğlu

Misyonerlik konusunda Batı ülkelerinin gerçekten Türk toplumunu rahatsız edecek boyutta çalışmaları var mı? yoksa bu biraz evhamdan mı kaynaklanmaktadır? işte bu konuşmada bu soruların yanıtlarını vermeye çalışacağız.

Dinin Toplumsal İşlevleri


Misyonerlik, temelde bir dinsel faaliyet olduğu için dinin toplumdaki fonksiyonları ve sosyolojik açıdan dinin bir sosyal gerçeklik olduğu üzerinde çok kısa durmak istiyorum.

Din, toplumu ayakta tutan aile, ahlak, hukuk, ekonomi, eğitim gibi sosyal kurumlardan birisidir. En ilkelinden en gelişmişine kadar bütün toplumlarda din kurumu bulunmaktadır. Dinin toplumda başlıca iki fonksiyonu vardır. Bunlardan birisi, toplumda birlik ve bütünlüğü sağlamak, ikincisi ise toplumsal kontrol görevi yapmaktır.

Batı'da sosyolojinin kurucusu Auguste Comte, sosyolojiyi kurarken "İnsanlık Dini" adı verilen yeni bir din de kurmak istemiştir. Hatta Osmanlı Devleti, Rusya ve İran'a birer mektup göndererek onları bu dine davet etmiştir(Meriç,1984). Çünkü ona göre din, bir concensus yaratarak toplumda birliği ve bütünlüğü sağlar.Yine sosyolojinin kurucularından Durkheim ve Malinowski bireysel hayatlarında agnostik olmalarına rağmen toplumların dinsiz yaşayamayacağını söylemişlerdir(Kızılçelik I, 1994).

Ayrıca birey için doğal bir gereksinim olan din, eski Sovyetlerde bir süre yasaklandığında Rus köylüleri putlara tapmaya başlamıştır(Güngör, 1974).Onun için 1940’larda Hıristiyanlık serbest bırakılarak Rus vatanseverliğinin bir unsuru haline getirilmiştir(Dönmezer, 1978).

Görüldüğü gibi din, bir sosyal kurum ve bir sosyal gerçekliktir. Bireysel olarak dini kabul etsek de etmesek de o, kişisel olarak bizden bağımsız olarak var olmayı sürdürecektir. O halde bize düşen görev, gerek Türkiye içinde ve dışında, dinlerin, ülke zararına ve bireysel çıkarlar için kullanılmasına engel olmaya çalışmaktır.

Misyonerlik nedir?


Misyon, Latince “missio” sözcüğünden gelip Türkçe’de görev anlamındadır. Hıristiyanlıkta baba(Tanrı) tarafından gönderilen oğul İsa’nın ve kutsal ruhun görevinden söz edilmektedir(Aydın, 1996).

En yaygın anlamıyla misyon, İncil’i Hıristiyan olmayanlara yaymaktır. Bu sebeple tarih boyunca kilise, rahipler ve Hıristiyan devletlerin hemen hepsi bu kutsal göreve kendilerini adamışlardır. Onun için misyoner bazen bir asker bazen bir doktor bazen bir öğretmen bazen de bir barış gönüllüsü olabilir(Aydın,1996).

Türkiye’de misyonerlik çalışmalarının amacı, önce Türk halkını kendi kültüründen ve inancından soğutmak sonra Hıristiyan yaparak sömürgeci Batılı güçlerin hizmetine sunmaktır(Aydın,2002). Kendi ulusunun inancını korumayan toplumlar, direnme gücünü kaybederek yok olmaya mahkumdur. Bunun acı örneği yine Türklerde görülmüştür. Avrupa’yı titreten Türk komutanı Atilla’nın torunları önce kültürlerini kaybetmiş daha sonra da Hıristiyanlaşarak Batı toplumları içinde eriyip gitmişlerdir. Ne acıdır ki Türkler, Çin’de Çinlileşmiş, İran’da Farslılaşmış, Arabistan’da Araplaşmış kısacası hangi toplum içine girerse orada benliğini kaybedip yok olup gitmişlerdir. Demek ki Türklerde kimliklerini koruyamama gibi bir zaaf söz konusudur.

Ülkesindeki misyonerlik çalışmalarının sonuçlarını Afrikalı bir aydın şöyle anlatır: “Hıristiyanlar ülkemize geldiğinde bizim topraklarımız onların elinde İncil vardı. Bize gözlerinizi yumun dua edin dediler. Gözlerimizi açtığımızda bizim topraklarımız onların olmuş bizim elimizde ise sadece İncil kalmıştı(Baş, 2004).

J. Danielou’a göre misyonerliğin birinci amacı Hıristiyanlığı yaymak. İkincisi o ülkede kiliseler inşa etmek ve onları yaşatacak elemanlar bulmak. Üçüncüsü Hıristiyanlıkla gelişmiş olan Batı uygarlığını aynı göstermektir(Küçük, 1996).

Bana göre bugün misyonerlik, sadece Ortadoks, Katolik ve Protestanların Türkiye’de kiliseler açarak Hıristiyanlığı yaymaya çalışmaları değil Türkiye’nin aleyhine olan ve Batının çıkarlarını korumaya çalışan her türlü dinsel ve din dışı faaliyetleri içerir. Hatta Türk halkının istismardan uzak samimi dinsel inanç ve anlayışına yönelen her türlü saldırıları da bu kapsamda kabul ediyorum. Yalnız din sömürücülerinin çeşitli şekilde eleştirilmelerini bunun dışında tutuyorum.

Atilla İlhan(27.9.2005), 1950’li yıllarda İzmir’de Demokrat İzmir Gazetesinde bir adamla karşılaşır. Adam, Atilla İlhan’a şunları söyler: “DP gericiliği hortlatmaktadır. Atatürk, bütün inkılapları cesaretle yapmıştır. Yalnız eksik bıraktığı bir inkılap vardır. O da minarelere çan taktırmaktır.” Yine Atilla İlhan, basında İslam düşmanlığı yapanların hemen hepsinin dönmeler olduğunu söylemiştir. Nitekim basında Türk halkının inancı olan Müslümanlığa yerli-yersiz saldırmayı adet haline getiren sözde ilerici iki meşhur yazarın Soros vakfından para almış olduğu Mustafa Yıldırım “Sivil Örümceğin Ağında” adlı kitabında yer almaktadır. Bu iki yazardan birisi halen ABD’de yaşamaktadır ve her ikisi de dönmedir. Dönme olmaları problem değildir. Çünkü Yeniçeri ocağına alınan ve Osmanlıda büyük hizmetler yapmış olan gayri Müslim insanların çocukları halen bizimle birlikte bu ülkede yaşamaktadırlar.Türkiye’nin aleyhinde olmadıkları takdirde bunların diğer insanlarımızdan hiçbir farkı yoktur. Fakat İslam düşmanlığı altında Türk düşmanlığı yapanları ise hoş göremeyiz.

Bir de bunun karşıtı olarak Türkiye’de İslam severlik adı altında Türk düşmanlığı yapılmaktadır. Yani deniliyor ki, Müslüman olduğumuza göre Türklüğe gerek yoktur. Nitekim Sayın başbakan İstanbul belediye Başkanlığı sırasında yaptığı bir konuşmada şunları söylemiştir: “Ben dedeme sordum, Türk müyüz, Müslüman mıyız? diye. O bana dedi ki: “Oğlum, yarın öldüğümüzde bize Türk olup olmadığımızı değil, Müslüman olup olmadığımızı soracaklar.” Başbakan bu soruyu dedesine Türkçe sormuştur. Acaba Sayın Başbakan bu sözleri söylerken, Türklüğün bir ırk veya kana bağlı olmayıp bunun kültürle ilgisi bulunduğunu ve dilin de kültürün en temel unsuru olduğunun farkında değil midir? Kaldı ki, sosyolojik anlamda bugün dünyada homojen bir Müslümanlık olmayıp Türk’ün Arabın, Farsın Müslümanlığı anlayışları ve bunu yaşamaları da birbirinden oldukça farklıdır.

Aşağıdaki düşünce veya tutumların misyonerlik kapsamına girip girmediğini sizlerin takdirine bırakıyorum.

Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu Ekim 2004’te “Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Çalışma Grubu Raporu” adı ile bir metin hazırladı. Bu metinde yer alan görüşlerden bazıları şunlardır: Lozan’da etnik – dinsel azınlık kabul etmemek hatadır. Türkiye’de yalnız gayrimüslim azınlık yoktur. Bir gün Türkiye’de herkes her dilde yayın yapabilecektir.

Türkiye’de “Türkçe’nin bilim dili olmadığını ve gelecekte de olamayacağını” söyleyen YÖK başkanı ve “Bizim miladımız Cumhuriyettir”, diyen Milli Eğitim Bakanı. 2004 yılında Akbank sponsorluğunda İstanbul’a bir konferans için çağrılan medeniyetler çatışması tezini ileri süren Huntington İstanbul’a iner inmez “Atatürk ilkeleri 70 yıl geride kalmıştır” demesi. AB yetkililerinin zaman zaman Türkiye’nin gelişmesinin önündeki engel olarak Türk ordusu ile Atatürkçülük” demeleri. Yine bir AB yetkilisinin Atatürk’ün resimlerinin resmi dairelerden indirilmesini teklif etmesi.

Yine Kıbrıs’ta Rumlar haklı diyen işadamları topluluğu ve Batı’nın çıkarlarını Türkiye’ye karşı savunan mütareke medyası. Avrupa Birliği’nin yolu Diyarbakır’dan geçer diyen Mesut Yılmaz ve Büyük Ortadoğu Projesinde Diyarbakır’ın yıldızı parlayacaktır, diyen Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın tutumu. Bilgi Üniversitesinde yapılan Ermeni Soykırım Toplantısı’na katılarak ağzını açıp bu konuda tek söz söylemeyen Prof. Dr. Erdal İnönü’nün tutumu. Bilgi üniversitesinde yapılan soykırım toplantısını ayrıntıları ile veren fakat Gazi Üniversitesinde 2005 yılında yapılan taraftarı ve karşıtının yer aldığı “Ermeni Sorunu” Sempozyumu”na gazetelerinde yer vermeyen mütareke medyasının tutumu.

Bütün bunların ne anlama geldiğinin takdirini sizlere bırakıyorum.

Misyonerlerin Türkiye’deki çalışmalarına gelmeden önce Endülüs Emevi Devletinde yaptıklarından çok kısa söz etmek istiyorum. Endülüs’te 800 yıl süren İslam uygarlığından sonra misyonerlerin çalışmaları sonucunda camiler kiliseye döndürülmüş, bir tek Müslüman kalmamak koşuluyla ya katledilmiş ya da göçe zorlanmıştır. Öte yandan Gırnata’da Müslümanların elinde bulunan el yazması eserler şehrin en büyük meydanında yakıldı. Yalnızca Kurtuba’da yakılanlar, 1 milyon civarındadır. 1524 yılında çıkarılan bir fermanla İspanya’da kalan henüz Hıristiyanlığa girmemiş olan Müslümanlardan ya Hıristiyan olmaları ya da ülkeyi terk etmeleri istendi.Buna uymayanların köleleştirilecekleri söylendi. Arapça ve Arap isimleri kullanma, Müslüman kıyafetleri giyilmesi yasaklandı. İspanya’nın her şehrinde, her kasabasında Müslüman aileler teker teker tutuklanarak Cezayir’e gönderilmek üzere gemilere istiflendiler. Bunların çoğu açlıktan, susuzluktan, bitkinlikten yolda öldü. Bu iş için askeri filolar yetersiz kaldığından özel gemiler kiralandı. Kaptanlar Müslümanları taşımak için kişi başına ücret aldılar. Fakat İspanyol limanlarından uzaklaşıp gözle görünmez olunca onları denize atıp geri dönerek yeni yükleme yapmayı daha karlı buldular. Bleda isimli bir köy papazı, 140 bin Müslüman’ı Afrika’ya götürmek üzere olan gemide 100 bin Müslüman’ın bir defada öldüğünü yazar(Baş, 2000).

Misyonerlik Türkiye ve Türklerle Niçin İlgilenmektedir?


1071 yılında Alpaslan’ın Anadolu’nun kapılarını açması ve İznik başkent olmak üzere Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurulmasını Batı hazmedememiş ve 1096-1270 yılları arasında 8 defa haçlı seferi düzenlemişlerdir. Artık Avrupa ile ilişkilerde Hıristiyanlık Batı’nın kendisini savunma ideoloji haline gelmiştir. Ayrıca İstanbul’un fethedilmesi ve Bizans’ın yıkılması Batı’da büyük yankılar uyandırmış ve böylece Türk düşmanlığı bütün Avrupa’ya yayılmıştır(Timur, 1994).

Prof. Bozkurt Güvenç’(1994)e göre Batı’da Müslüman ile Türk, Türk ile İslam eşanlamlı kabul edilir ve Hz. Muhammed’i “Türk” olarak bilinir. Aynı şekilde Bernad Lewis de Modern Türkiye’nin Doğuşu adlı kitabında Batı’da, Türk ile Müslüman’ın özdeş kabul edildiğini, yazar.

Hıristiyanlar için Doğu, Tanrı’nın hidayetinden yoksun bir dünyadır(Meriç,1996). Buna göre kiliseye ve Hıristiyanlara düşen görev de dünyadaki Müslümanları ve özellikle Türkleri Tanrı’nın hidayetine erdirmektir.

1699 yılında Sultan II. Mustafa ile Avusturya İmparatoru I. Leopold arasında imzalanan Karlofça Antlaşmasının dili Osmanlıca ve Almanca değil Latince idi. Fransa’da Katolik Kilisesi ayinlerini Latince yapar ve İncilin Dili de Latince’dir(Altındal, 1994).Burada Osmanlı’nın Batı’ya yenilmesinden sonra Batı’nın dinsel dili olan Latince’nin Osmanlı’ya dayatıldığını görüyoruz. Bu, benim dinimin senin dininden üstün olduğunu kabul edeceksin anlamına gelir. İşe tersinden bakarsak bu, Osmanlı’nın yenmesi durumunda antlaşmanın Kur’an dili olan Arapça ile yapılması demektir.

Bu olguya bundan 700 yıl önce yaşamış olan tarih filozofu ve sosyolojinin kurucusu İbn Haldun Mukaddime adlı eserinde şöyle açıklamaktadır: “Yenilmiş kavimler, yenmiş kavimlerin din, mezhep, örf, adet, gelenek, giyim ve kuşamlarını alırlar. Çünkü nefis ve kalp kendini yenenlerin üstünlüğüne inanır.”

Batı’ya göre ne Anadolu tarihi ne Osmanlı tarihi ve ne de Cumhuriyet tarihi özgündür. Barbar Türkler ve çağdışı Müslümanlık Anadolu’nun özgün uygarlıklarını yok etmiştir(Altındal,1994).

1950’lerde başbakanlık yapmış olan Prof. Dr. Şemsettin Günaltay, 1915 yılında İsviçre’de öğrenci iken “Mekedonya’da Türk Mezalimi” adlı bir panele katıldığını ve konuşmacılardan birisinin aynen şunları söylediğini kaydeder:“Yeryüzünden hilal kalkmadıkça Hıristiyanlık bütün dünyayı yönetimi altına almadıkça insanlık mutlu olamaz. Hıristiyanlık, Arabistan’ın barbar dinini ortadan kaldırmalı, Türkler Altay dağlarının gerisine sürülmelidir”(Küçük, 1996). Aynı şekilde yazar Aytunç Altındal, 1990’larda ABD’de bilimsel bir toplantıya katılır. Avrupa’lı bilim adamlarından birisi, konuşma sırasında şu sözleri söyler: “Türkiye yok edilmesi gereken askeri, siyasi ve ekonomik güçtür”.

Raymond de Lule, “Türkleri kılıçla yenmek mümkün değil o halde İslam felsefesini, Arapça’yı öğrenerek, onların arasına girerek Müslümanlığın gelişmesini durdurmak zorundayız” diyor(Küçük, 1996).

1. İngilizlerin Misyonerlik Faaliyetleri


1806 yılında Osmanlı Devleti’ne gelen İngiliz elçisi Stranford Cannig II. Mahmud’a ve Tanzimat ileri gelenlerine Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışını önleyecek telkinlerde bulunarak düşüncelerini 4 madde halinde toplamıştır(Atay, 1971):

1. Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupalılaşması için İslamiyet’ten ayrılması gerekir.

2. Türkler yenilik yapacak kabiliyette olmadığı için Orta Asya’ya dönmeye mahkumdurlar.

3. Türkiye’nin tek çıkar yolu, Hıristiyanlık anlamında medenileşmesidir.

4. Osmanlı İmparatorluğu için baş muzır İslam dinidir. Bu, Türklerin boşa giden enerjisi üzerinde yatan gerçek bir canavardır.

Son günlerde Batı ülkelerindeki bazı basın organlarının Hz. Muhammed’i terörist olarak göstermeleri, Batı’nın yukarıdaki düşüncelerinden en ufak da olsa uzaklaşmadığını göstermektedir.

Prof. Hüseyin Atay’a göre yukarıdaki 4 madde geçmişte Türkiye’yi parçaladı, gelecekte de parçalamaya devam edecektir. İster istemez Prof. Dr. Hüseyin Atay’ın düşüncelerine hak vermek zorunda kalıyoruz. Çünkü Avrupa Birliğine Uyum adı altında çıkarılan yasalar sonucu Türkiye’de binlerce kilisenin açıldığı kitle iletişim araçlarında yer almaktadır.

İngilizler 19. yüzyılda Sömürgeler Bakanlığını ihdas ederek Suudi Arabistan’da Vahabilik mezhebini kurdurdular(M. Hadimi, 1996). Vahabilik, hem dinsel hem siyasal olarak Hicaz bölgesinde Osmanlı Devleti’ne bir başkaldırı niteliği taşımaktadır. Vahabi isyanları Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünü bozmakla kalmamış aynı zamanda imparatorluğun parçalanmasında katalizör rolü oynamıştır(Vurmay, 2005).

İngilizler, Türklerden bazı satılmış aileler bularak misyonerleri küçüklükten itibaren onların yanında bir Türk çocuğu gibi yetiştirmişler ve bunlardan bazıları cami imamlığı, medrese müderrisliği yapmışlar ve hatta Hariciye Nazırlığına kadar yükselebilmişlerdir. Bunlar arasında Bektaşi tarikatına girip post sahibi olanlar bulunmaktadır.

Fransız Elçisi Angelhard’ın aradaki dini engeli kaldırarak İslam toplumunu Hıristiyan toplumuna yaklaştırmak diye anladığı Tanzimat Fermanı ile bir takım misyonerler, Islahat Fermanı’nın verdiği izinden faydalanarak gayretlerini arttırmış, sokakta ve vapurlarda ve Müslümanlık aleyhine olan yazıları ve İncilleri Müslümanlara dağıtmaya başlamışlar ve birkaç Müslüman’ın Protestan olmalarını başarmışlardır. Bunlar İstanbul hanlarında vaaz ederek Müslümanlar aleyhinde açıklamalarda bulunup küfür ve saldırıda bulunacak derecede cüretlerini ileri götürmüşlerdir(Güngör,1999).

Tanzimat Dönemi sadrazamı Mustafa Reşit Paşa, papa ile görüşmüş ve kendisinin Hıristiyan olduğu iddiaları öne sürülmüştür. Bilinen bir şey var ki onun döneminde misyonerlik faaliyetleri artmış misyonerler, İstanbul’da Fincancı Yokuşunda bir kilise kurmuşlardır.Bu kilisede çok sayıda insan Protestanlaştırılarak İslam dininden uzaklaştırılmıştır(Baş, 1996).

1710 yılında İngiliz Sömürgeler Bakanlığı, İstanbul’a ajan olarak gönderdiği casus Humpher’e bir kitap vermiş ve bu kitapta misyonerlerin ne yapması gerektiği şöyle anlatılmıştır(Baş, 1996):

1- Sünni ve Şii Müslümanlar arasında birbirine karşı kötümserlik ve kuşku uyandırınız.

2- Müslümanların cehaletini koruyun ve bilgi edinmelerini önleyin.

3- Tembelliği teşvik edin ve çalışmalarını engelleyin. Cenneti rengarenk göstererek dünya için çalışmalarını, çaba sarf etmelerine mani olun.

4- İçki, kumar, fesat ve fuhşu yayın. Domuz eti kullanmayı teşvik edin.

5- Din bilginleri ile halk arasında karşılıklı saygı ve sevgiyi bozun. Bunu hiçbir İngiliz memuru unutmamalıdır. Bu yolda iki iş yapılmalı

a) Din bilginlerine iftira etmek,
b) Din bilginleri arasında sömürgeler bakanlığının memurlarını din alimi kisvesi altında yerleştirin.

6- Baba oğul arasına nifak sokarak, birbirleriyle çatışmalarını sağlayın.

7- Müslüman kadınların edepli giyinmelerine engel olun. Ajanlarımız gençleri gayri meşru ilişkilere teşvik etsin, Hıristiyan kadınlar çıplak giyinerek gezsinler ve böylece Müslüman kadınlar onları taklit edeceklerdir.

8- Müslümanların elinde bulunan Kuran hakkında şüphe uyandırın. İçinde eksik veya fazla bulunan kuranlar basın. Kur’andaki bazı ayetlerin değiştiğini ve Kur’anın eksik olduğunu iddia edin. Ne yazık ki bu inanç, misyonerlerce Anadolu Alevilerinin bazılarına benimsetilmiştir

9-İslam ülkelerinde çok sayıda kilise açınız.

10- İçki, kumar ve fuhşu öyle yaymalıyız ki genç nesil dinden tamamen uzaklaşsın. Devlet adamları, esnaf ve güçlü kişilerin peşine güzel Hıristiyan kadınlarını takmalıyız. Bu güzel yüzlü dilberleri onların toplantılarına sokmalı böylece siyasi ve dini güçlerini kaybetsinler, halk onlara kötü gözle baksın, haklarında kötü düşünsün, İslam dinine duydukları inanç azalsın.

11- İslam ülkelerinin tarımlarını ve diğer gelir kaynaklarını ortadan kaldırmalıyız,

12- Halk arasında esrar ve diğer uyuşturucu madde alışkanlığını arttırmalıyız.

13-Müslümanlarda ırkçı ve aşırı milliyetçi duyguları kamçılayın. Onların kendi dil ve kültürlerine sıkı sıkıya bağlı olmalarını engelleyin. Nitekim Almanların Türkiye’deki bazı Türkçü derneklerle Almanya’da faaliyet gösteren Kaplancı gibi dinsel grupları destekledikleri bilinmektedir. Yine Türkiye’de bazı tabelaların İngilizce yazıldığını biliyoruz. Bu da bir çeşit kültür misyonerliği olsa gerektir.

2. Yabancı Okulların Misyonerlikle İlişkisi


Osmanlı Devletinde Tanzimat döneminde 108’i Abdülhamit döneminde olmak üzere 392 yabancı okul açılmış ve bunlar yabancı dilde eğitim yapmışlardır(Akyüz, 1997).

1914’te Osmanlı Devletinde 600’den fazla Fransız, 500 ABD ve İngiliz okulu, 200 İtalyan, 60 Rus, 25 Alman okulu vardı. Fransızların dinsel ve laik okulları bütün Anadolu’yu sarmış durumdaydı. O dönemde Müslüman ailelerin çocukları bu misyoner okullarından yetişti. Bunlar arasında Hıristiyanlığa dönenler oldu. Halk İzmir’e “Gavur İzmir” demeye başladı(Altındal,1994). Çünkü Osmanlıların son döneminde bugün olduğu gibi yabancılara bina ve toprak satışı serbest olduğu için İzmir’de Hıristiyan sayısı Müslüman sayısını geçmişti.

Batılı devletler, Osmanlı ülkesinde açtıkları misyoner okulları vasıtasıyla Greyoryan mezhebinden olan Ermenileri Protestan mezhebine döndürmek için çalışmalar yapmışlardır. Bu konuda Osmanlı Ermenilerini eğiterek Hınçak ve Taşnak Örgütlerinin kurulmasını ve Osmanlı İmparatorluğu’na karşı isyan, baskın ve suikast yapmaları için maddi ve manevi olarak desteklemişlerdir(Özbay,2005). Şimdiki Ermeni sorununu yaratan bunlardır. Bugün hala bunun sıkıntısını çekiyoruz.

Bu okullarda okuyan bazı öğrenciler Hıristiyan olmuşlardır. Bunun üzerine 1924 yılında 40’a yakın İtalyan ve Fransız okulu kapatılmıştır. Yine Bursa Amerikan Kız Koleji, Hıristiyanlık propagandası yapıldığı gerekçesi ile 1928 yılında bizzat Atatürk tarafından kapatılmıştır(Sezer,1994).

Osmanlılar Yeniçeri Ocağına Hıristiyan çocuklarını alıyor, bunları eğitip Müslüman yaptıktan sonra tekrar Batı’ya atalarına karşı savaştırıyorlardı. İşte Batılılar da Misyonerlik faaliyetleri ile bağlantılı olan yabancı okullarla bu misyonu yerine getirmeye çalışmışlardır. Nitekim Ermeni taraftarı toplantının Boğaziçi Üniversitesi gibi yabancı dille eğitim yapan bir devlet kurumunda yapılmak istenmesi tesadüfi olmasa gerektir. Ayrıca bu toplantıya katılanların neredeyse tamamına yakını yabancı dille eğitim yapan misyoner okullarından yetişmişlerdir. Ayrıca Türkiye’nin Batılar tarafından 2000 ve 2001 yıllarında ekonomik krize sokulmasının öncesindeki 3 başbakanın(Yılmaz, Çiller, Ecevit) da yabancı okul(Alman Lisesi ve Robert Kolej) mezunu olması acaba rastlantısal mıdır? bilmiyorum. Ben şahsen kötü niyetli olabileceklerini düşünmek istemem fakat aldıkları yabancı eğitim ve kültür dolayısıyla en azından kafalarının karışık ve Türkiye’nin gerçeklerinden habersiz olabilecekleri aklıma geliyor.

3. Fener Rum Patrikhanesinin Misyonerlik Çalışmaları


Trabzon’da 20-28 Eylül 1997 tarihleri arasında Fener Rum Patrikhanesi tarafından “Din-Bilim ve Çevre” konulu sempozyum düzenlenmiştir. Sempozyum komitesinin dağıttığı haritalarda Karadeniz Pontus Gölü olarak gösterilmekte, başta Doğu Karadeniz olmak üzere Karadeniz’deki yerleşim birimlerinin isimleri Rumca yazılmış ve Trabzon ise Trapezus olarak adlandırılmıştır(Baş, 2000).

Trabzon’a gelen Yunan gemisinin adı Venizelos olup içinde yüzlerce papaz ve yerli işadamımızla birlikte Fener Rum Patriği Barthelemeos bulunmaktadır. Karadeniz sahilini tamamen Yunanistan toprağı olarak gösteren haritayı bizzat Patrik kendi elleri ile dağıtmıştır(Baş, 2000).

Son yıllarda Türkiye’ye gelen Batı’lı devlet başkanları Patrikhaneyi ziyaret etmeyi bir gelenek haline getirmişlerdir. Bunlar arasında Almanya Cumhurbaşkanı Yuhannes Rau, ABD başkanı Bill Clinton da bulunmaktadır (Baş, 2000).

Bundan bir iki sene önce Amerikan Elçisi Erich Edelman’ın devleti adına bir resepsiyon vermek istediğinde bastırdığı davetiyede İstanbul Rum Patrikliği’ni Ekümenlik olarak gösterdi. Türkiye Cumhuriyeti yetkilileri bu sebeple resmi görevlilerin bu resepsiyona katılmamalarını istedi. Bunun üzerine Edelman, “Canı isteyen gelir, canı istemeyen gelmez” gibi küstahça bir açıklama yaptı.

4. Katolik Kilisesinin Misyonerlik Çalışmaları


Katolik Kilisesi Ortaçağlarda çok sayıda haçlı seferi düzenlediği gibi Müslümanlığın önderi olarak kabul ettiği Türkleri yok etmek için Türk vergisi de toplamaya başlamıştır. Tuz vergisi diye anılan bu vergi, ekmek ve tuz gibi zorunlu ihtiyaçları gidermek için alış veriş yapıldığında bile alınmıştır. Bu da Batılılardaki Türk düşmanlığının korkunçluğunun boyutlarını bize anlatmaktadır.

1962-1965 yılları arasında yapılan II. Vatikan Konsilinin kararları arasında diyalog yer alıyor. II. Vatikan Konsilinin kararında şöyle deniliyor: “ Kilise, misyonerlerini göndermeye devam edecektir. Yeryüzünde her taraf Hıristiyan olmadıkça bu görev sona ermeyecektir(Küçük, 1996)

Katolik Kilisesi, Türkiye ve Avrupa’da İslamiyet’i araştırmak için 1978 yılında SRI diye bilinen “İslami İlişkiler Dairesi”ni kurmuştur(Altındal, 1994). Prof. Dr. Mehmet Kaplan(1960)’a göre Avrupa’da İslamiyet ve Türkoloji alanındaki çalışmaların sayısı, Türkiye’deki ve İslam dünyasındakinden fazladır. Oysa Batı ülkelerinde yüksek lisans ve doktora yapan Türk ve İslam Dünyası öğrencilerinin Hıristiyanlık üzerine tez yapmalarına dahi izin verilmemektedir(Yıldız, 1974).

Vatikan ve Kiliseler Birliği Örgütü Lideri ve Dinlerarası Diyalog Komitesi Üyesi Louis Massignon misyonerler zirvesinde şu konuşmayı yapmıştır(Özfatura, 2003): “ Müslümanların her şeyini bozduk ve mahvettik. Onların milli ve manevi değerlerini Batı medeniyeti potasında eriterek kendimize benzettik. İslamiyet’ten uzaklaştırdık, İslamiyet’i öğrenmeyi, yaşamayı, Kur’an öğrenmeyi suç ve gericilik olarak göstermeyi başardık. Artık çoğu hiçbir şeye inanmıyor. Son yıllarda Müslüman görünen bazı ilahiyatçılara 14. asırlık dinlerini itikatlarını, ibadetlerini tartışır hale getirdik. Derin bir boşluğa düşürdük. Bundan sonra siz misyonerlerin işi daha da kolaylaştı. Maaş bağlayarak, vize vaadi, yurt dışında iş imkanı hatta cinselliği kullanarak Müslümanları Hıristiyan yapınız.” Nitekim bununla ilgili olarak televole ilahiyatçılarının “horozdan kurban kesmek, cinsel ilişki ile oruç açmak” gibi Anadolu İslam anlayışı ile bağdaşmayacak konuları mütareke medyasında dile getirdiklerini biliyoruz.

Kendisi Lübnanlı Hıristiyan Arap bilim adamı olan ve ABD’de yıllarca öğretim üyeliği yaptıktan sonra 2003 yılında vefat eden Edward Sait de misyoner Massignon’un konuşmasını “Kültür ve Emperyalizm” adlı eserinin giriş kısmına almıştır. Bunun Hıristiyan bir bilim adamı tarafından da dile getirilmiş olması inandırıcı olması açısından önemlidir.

Ayrıca 24 Aralık 1999’da Papa II. Paule bin yıl hedefini vermek üzere bir “milenyum mesajı” yayınlayarak şunları söyledi: “ Birinci bin yılda Avrupa Hıristiyanlaştı. İkinci bin yılda Amerika ve Afrika Hıristiyanlaştı. Üçüncü bin yılda hedefimiz Asya’dır(Demir, 2005).

Kardinal Achilli Silvestrini, Abdullah Öcalan’a siyasi sığınma hakkı tanınması gerektiğini açıkladı. Vatikan’da Doğu Kiliselerinden sorumlu Kardinal, “ Kendi bağımsızlığı için mücadele veren herkese siyasal sığınma hakkı tanınmalıdır” dedi. Kardinal, Kürt sorununun yalnızca Türkiye ile İtalya arasında bir sorun olmayıp Avrupa’yı ilgilendiren uluslar arası bir konu olduğunu vurguladı(Baş, 2000).

Öcalan, Papa’ya bir mektup yazarak şunları söylemiştir: “Aziz Peder, Hıristiyanlığa çok yakınım. Sizin şahsınıza ve dininize duyduğum saygı benim savaşımın ve düşüncelerimin merkezindedir”(Baş, 1996)..

Katoliklerin “La Documantation Catholic” adlı resmi yayın organında Türkiye topraklarının gerçekte Hıristiyan, Arap ve Kürtler ait olduğu dile getirildi(Baş, 2000). Demek ki Katolik Kilisesine göre, Anadolu herkesin ülkesi fakat Türklerin ülkesi değil.

Papalığın Doğu Kiliseleri Birliği Komisyonu Başkanı Achille Silvestrine bir açıklama yaparak “ Vatikan’nın PKK’yı ve onun başını desteklediğini” açıkladı(Baş, 2000).

5. ABD’nin Misyonerlik Çalışmaları


Amerikan misyonerlerinin 1880 tarihli raporlarında “misyoner faaliyetleri için Türkiye, Asya’nın anahtarıdır” denilmektedir(Küçük, 1996).

Öte yandan ABD’li askeri stratejist Barry Rubin, İslam’ın yükselen sesinin komünizme karşı yürütülecek strateji için kullanmanın yolları araştırmalıdır, demiştir(Başkaya, 1991). Soğuk savaş döneminde ABD’nin stratejisi yeşil kuşak projesi olmuştur. Bu proje gereğince ABD Türkiye’de İmam-Hatip liselerinin kasabalara kadar yayılmasını sağlamıştır. 1990’lardan sonra Sovyet blokunun çökmesinden sonra artık bu okullara ihtiyaç kalmadığı için ve hatta Batı kendisine yeni bir düşman arayıp da bunu İslam olarak tayin ettikten sonra 1998 yılında İmam-Hatip Liselerini sayıları bıçakla keser gibi azaltılmıştır. Bunun kanıtı, 1994 yılında yapılan NATO toplantısında dönemin İngiliz Başbakanı Teacher’ın, “Sovyetler çöktü, bize bir düşman lazım, bundan sonraki düşmanımız İslam’dır”, demesidir. Türk delegesinin itirazı üzerine de “Bizim düşmanımız kökten dinci Müslümanlardır” diye tevil etmek istemiş fakat inandırıcı olamamıştır. Ayrıca ABD Başkanı Bush, ABD’nin Irak’ı işgal edeceği günlerde yaptığı bir konuşma sırasında “Haçlı seferleri başlamıştır” demiştir. ABD’de yaşayan İslam topluluklarının tepkisini çekmemek için bundan sonra katıldığı bazı toplantılara Müslüman imamları da götürmeye başlamıştır.

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Dinsel Özgürlük Raporu, Türkiye’de İslam dışı bütün dinlere özgürlük verilmesini destekliyor. Bu rapora göre Türkiye’de yaklaşık 1110 misyonerin, Hıristiyanlığı yaymak için çalıştığı fakat bunun engellediği söz konusu edilmekte ve bütün engellerin kaldırılması istenmektedir(Özkan,2005). Fakat ilginçtir, bundan birkaç ay önce Brüksel’de “Kültürlererası Diyalog Toplantısı” yapılır. Bu toplantıda konuşan Türk Yahudi Hahamı ve Ermeni Patriği Türkiye’de kendilerine dinsel herhangi bir baskı yapılmadığını söylemişlerdir. Yalnız Ermeni Patriği sadece vakıf mallarının kullanılması ile ilgili bir sorun olduğunu onun da görüşmeler yoluyla çözümlenebileceğini ifade etmiştir.

2003 kasım ayında bir ABD’li general ülkesindeki bir kiliseyi ziyaret edip bir açıklama yaparak şunları söyledi: “Müslümanlar, putperesttir.” Daha sonra ABD’li yetkililer bu onun kendi görüşüdür, diye bir açıklama yaptılar.

Yeniçağ Gazetesi yazarlarından Osman Tığraklı(2005) şunları yazıyor: “ABD yönetimi Türkiye’yi uyararak Cuma hutbelerinde camilerde okunan “Hiç şüphesiz hak din İslam’dır” ayetinin okunmamasını istemiştir.” Yine AB Daimi Komiseri Kretschmer, “Hak din İslam diyemezsiniz, İslam’ın en son ve en olgunlaşmış bir din olduğunu söyleyemezsiniz” demiştir(Sevinç, 2006).

Sorbon Üniversitesinde felsefe doktorası yapan ve halen Kahire Üniversitesinde Felsefe Bölüm Başkanı olan Hasan Hanefi(2004)’ye göre “ABD, hayattan elini eteğini çekmiş Amerikancı bir İslam istiyor.” Yazar İlhan Selçuk, Cumhuriyetteki bir yazısında şunları yazar: “ABD’nin anlayışına göre ılıman İslam olmak gerekir. Bir insan gerçek ve samimi bir Müslüman olursa o zaman kökten dincidir ve ABD için tehlikelidir.”

Amerikan News Week dergisi 1993 Şubat ilk haftasında yayımlanan sayısında “İslamcı militanları ABD, İsrail ve Arap ülkelerinin desteklediğini ortaya çıkardı. Şimdi de “korkuyorlar” yorumunu yaptı. Hamas’ın ABD’den yönetildiğini, örgüt militanlarının Arap ve ABD’den emir ve para aldıklarını ve İsrail’in de İslamcı gruplarla eskiden beri ilişki içinde olduğunu belirtti.

Türkiye’de de 1925 Şeyh Sait ayaklanması İngilizlerin kışkırtması ile gerçekleşmiştir. Ayrıca Bazı dinsel grupların Avrupa ülkeleri ve ABD tarafından desteklendiğini Türkiye’de pek çok kişi bilmektedir.

Yazar Arslan Bulut(27.4.2005)’a göre ABD yetkilileri özellikle Ilıman İslam adı altında Türkiye’de İslamiyet’i Protestanlaştırmak istemektedir. Nitekim ABD Büyükelçisi Adelman “21. yüzyılda ABD’nin en büyük girişimi, İslam’da reform stratejisidir” demiştir. Bunun Cuma namazını pazara almak, kadınlara imamlık yaptırmak gibi örneklerini ABD’deki Müslümanlar arasında sergilemeye başladılar. Yine 2005 yılı içinde “Amerikan Board” adlı Amerikan Misyoner Örgütü üyesi olan ve aralarında AKP’li Cüneyd Zapsu’nun karısının da bulunduğu bir grubun, İstanbul’da bir camide, Anadolu İslam anlayışına aykırı olarak kadınla erkek yan yana ve başı açık namaz kıldıkları basında yer aldı.

6. Dinlerarası Diyalog


Türkiye’de bazı dinsel gruplar ve hatta Türkiye’deki bazı İlahiyat Fakülteleri öğretim üyeleri de diyalog içinde yer almaktadırlar. Türkiye’de diyalogculuğun öncüsü, Fethullah Hoca diye anılan Fethullah Gülendir.Gülen Cemaatı, Abant Toplantılarını düzenlemektedirler. Bunu kimlerle ve nasıl yaptıklarını biraz sonra göreceğiz.

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim üyesi Prof. Dr. Suat Yıldırım, Kur’anı açıklamak için İncil’i referans gösteren bir kitap yazmıştır. Adı geçen öğretim üyesi yazılarını Gülen cemaatının yayın organı olan Zaman Gazetesinde yazmaktadır. Bir defa Kur’anın açıklanması için İncil’e ihtiyaç olmadığını, Müslümanlık hakkında biracık bilgiye sahip ve inancı bütün olan buluğ çağına ermiş her Türk çocuğu bunu bilir ve kabul ederken bu İlahiyat hocası acaba ne yapmak istemektedir?

Bir diğer ilahiyatçı emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Beyza Bilgin, TRI’deki bir programda cami ile kilise ile arasında diyalog yaptığını söylemiştir. Yüzyıllarca Türkiye’de Müslüman ve Hıristiyanlar bir arada dostluk içinde yaşamaktadırlar. Arada bir sorun yokken, emekli ilahiyat profesörünün cami ile kilise arasında diyalog yapmaya çalışması, eskilerin deyimiyle biraz abesle iştigal değil midir? Böyle değilse bu hocanın amacı nedir?

Eğer diyalog ülke dışında yaşayan papazlarla ve kiliselerle yapılacak ise, diyalogun olabilmesi için diyalog kuracağınız kişi, grup veya kurumların sizin varlığınızı kabul etmeleri gerekir.Müslümanlar, inançları gereği Hz. İsa’yı peygamber olarak kabul ederlerken Hıristiyanlar, Müslümanlığı bir din olarak bile tanımamaktadırlar. Örneğin meşhur filozof Hegel, İslamiyet’i yeni bir din değil de doğrudan doğruya
Yahudiliğin bir devamı olarak görür. Onun bu görüşlerinde Hıristiyanlığın etkisi vardır(İzzetbegoviç,?).
Yine meşhur sosyolog Weber, sosyologun çalışmalarında kendisini değer yargılarından kurtarması gerektiğini söylerken, kendisi buna uymayarak İslam dinini bir çöl dini olarak değerlendirmektedir(Freyer, 1968).

Şu halde sizin varlığını reddedenlerle nasıl diyalog kuracaksınız? Hıristiyanlar, aslında diyalog adı altında monolog istemekte, kısacası “ben konuşayım sen dinle, sen dininden vazgeç, benim dinimi benimse” demek istemektedirler.

Zaten Kur’an’da da Hz. Muhammet’e hitaben bir ayette de şöyle denilmektedir: “Dinlerine uymadıkça Yahudiler ve Hıristiyanlar asla senden razı olmayacaklardır”(Bakara: 120). Diğer bir ayette “Yahudiler ve Hıristiyanlar Müslümanlara, “Yahudi ve Hıristiyan olunuz ki doğru yolu bulasınız” dediler”(Bakara: 135). Bugünkü Hıristiyanlar da aynı şeyleri söylemiyorlar mı ve bu maksatla Türkiye’de kiliseler açıp misyonerlik yapmıyorlar mı?

Prof. Dr. Haydar Baş(1996)’a göre Dinlerarası Diyalogla ilgili olarak 1998-1999’da yapılan Abant toplantılarına her ne kadar tıkanma noktasındaki Türkiye’nin önünün açılması şeklinde bir amaç konmuşsa da, alınan kararlar İslam dinin akli yorumlarla yeniden ele alınması ve diğer dinler karşısında yeni bir pozisyona sokulması şeklinde ortaya çıkmıştır.

Abant Toplantılarından bir diğeri 19-20 Nisan 2004 tarihinde Amerika’nın John Hopkins Üniversitesinde Başkan Bush’un himaye ve desteğinde yapıldı. Bu toplantının onur konuğu Fethullan Gülen’di. Yazar Ruşen Çakır 2004)’a göre ABD Dışişleri Bakanı da Toplantıya Çağrıldı. Toplantıya Çağrılan Bazı İsimler: Siyasetçiler ve Diplomatlar: Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell, Adalet Bakanı Cemil Çiçek, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, Devlet Bakanları Mehmet Aydın ve Ali Babacan, ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz, ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Marc Grossman, Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu, Washington Büyükelçisi Faruk Loğoğlu, Temsilciler Meclisi üyesi Robert Wexler, CHP Milletvekili Kemal Derviş, emekli büyükelçiler Morton Abramowitz, Gündüz Aktan, Nelson Ledsky, David Mack, Mark Parris, Özdem Sanberk. Öğretim Üyeleri: Fouad Ajami, John Esposito, John Voli, Augustus Richard Norton, Henri Barkey, Dale Eickelman, Cornell Fleischer, Hussain Haqqani, Mete Tuncay, Sabri Sayarı, İlber Ortaylı, Mithat Melen, Süleyman Seyfi Öğün. Araştırmacılar ve Gazeteciler: Graham Fuller, Bülent Alirıza, Ali Bulaç, Cengiz Çandar, Fehmi Koru, Alan Makovsky, Cüneyt Ülsever, Ruşen Çakır, Şahin Alpay, Zeyno Baran

Bu toplantıya İstanbul Fener Rum Patriği Bartholomeos(2004)’da bir mesaj göndererek şunları söylemiştir: “..
Atatürk’ün çağdaş medeniyet düzeyine ulaştırma düşüncesi çok etkileyicidir. Türkiye’de Hıristiyan, Müslüman ve Musevi hoşgörü ve diyalog atmosferinde bir arada yaşamaktadır. Fethullah Gülen 10 yıldan fazladır, kendisine inananları, İslam ve bütün diğer dinler arasında diyalogun gerekliliği konusunda eğitmiştir.” Bugüne kadar Fener Rum Patriği Bartelemeos, içeride ve dışarıda Türkiye’nin lehine hangi faaliyette bulunmuştur? bilen varsa söylesin, öğrenelim. Bartelemeos, Trabzon’da Karadeniz’i Yunanistan’da gösteren haritalar dağıtacak kadar cüret sahibidir. Acaba bu Fethullah Gülen aşkı, nereden kaynaklanmaktadır?

Aynı yıl Brüksel’de yapılan diğer Abant toplantısına katılanlar : Nilüfer Göle, Ahmet İnsel, Eser Karakaş, İlkay Sunar, İlter Turan, Mithat Melen, Niyazi Öktem, Kenan Gürsoy, Mehmet Altan, M. Ali Kılıçbay, Bekir Karlığa, Işıl Karakaş, Doğu Ergil, Ş. Ali Tekalan, Ömer Çaha, Ziya Öniş, Emin Köktaş; Dışişleri Bakanlığı’ndan Büyükelçi Murat Bilhan, emekli büyükelçi Gündüz Aktan; medya dünyasından Nazlı Ilıcak, Cengiz Çandar, Gülay Göktürk, Ali Bulaç, Fehmi Koru, Cüneyt Ülsever, Oral Çalışlar, Amberin Zaman, Hırant Dink, Murat Keskin, Erhan Başyurt, Güler Kömürcü; iş dünyasından İhsan Kalkavan, Ayhan Bermek, Rızanur Meral, Mehmet Demir, Tevfik Yamantürk, Eşref Ünsal, Mustafa Çıkrıkçıoğlu, Mustafa Günay, İlhan İşbilen. Toplantının onur konukları; Mehmet Sağlam, Ali Müfit Gürtuna, Lütfullah Kayalar. Organizasyonu yapan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Harun Tokak ve yardımcıları Cemal Uşşak, Faruk Tuncer, E. Tufan Aytav, Salih Yaylacı ile İsmail Konuk(Gülerce, 2004).

Brüksel’deki Abant Toplantısı Avrupa Parlamentosu binasında yapılmıştır. Toplantıda konuşma yapanlar arasında ilginç isimler var. Katolik Prof. Rik Torfs, Avrupa Parlamentosu Enformasyon Bürosu Direktörü P. Thomas, Yunan Ortodoks Kilisesi Fransız Metropolitanı E. Adamakis, Türk Ermeni Ortodoks Patrikhanesi temsilcisi S. Mashalian, Ermeni soykırımı yapıldığını açıkça savunan Eser Karakaş, Almanya Protestan Kiliseleri Birliği Brüksel Temsilcisi Sabina Zanthier, Firenze Üniversitesi’nden Katolik Prof. Margiotta Broglio, Fener Rum Ortodoks Patrikliğini temsilen Fransa Metropoliti Emmanuel Adamakis....Toplantıya bir mesaj gönderen, Fethullah Gülen, “Atatürk’ün gösterdiği muasır medeniyet hedefinin Avrupa Birliği vesilesiyle yeni bir noktaya geldiğini” söyledi(Bayraktar, 2004). Burada bir yoruma ihtiyaç yok diye düşünüyorum. Çünkü bu toplantıda kimlerle kimlerin bir araya geldiğini gördüğümüzde her şey ortaya çıkmış olmaktadır. 9. Abant Toplantısı Katılımcı Listesi (2005)

Dokuzuncusu bu yıl Erzurum'da düzenlenen Abant Platformu toplantısının seçkin katılımcıları şöyle sıralanıyordu:

1. A. Nuri Yurdusev, Prof. Dr.
2. Abdulkuddus Bingöl, Prof. Dr.
3. Ahmet İnam, Prof. Dr.
4. Ali Bulaç, Gazeteci-Yazar
5. Ali Erbaş, Prof. Dr.
6. Ali Murat Yel, Yrd. Doç. Dr.
7. Ali Osman Gündoğan, Prof. Dr.
8. Alpaslan Açıkgenç, Prof. Dr.
9. Asri Çubukçu, Prof. Dr.
10. Bekir Karlıağa, Prof. Dr.
11. Belkıs Gürsoy, Prof. Dr.
12. Beşir Gözübenli, Prof. Dr.
13. Bülent Aras, Doç. Dr.
14. Elisabeth Özdalga, Prof. Dr.
15. Emre Aköz, Gazeteci-Yazar
16. Erol Battal
17. Gülcan Bostancı
18. Hakan Poyraz, Prof. Dr.
19. Halil Cin, Prof. Dr.
20. Hamza Aktan, Prof. Dr.
21. Hasan Seçen, Prof. Dr.
22. Hasan Tahsin Fendoğlu, Prof. Dr.
23. İbrahim Canan, Prof. Dr.
24. İbrahim Hakkı Aydın, Dr.
25. İbrahim Özdemir, Prof. Dr.
26. İlyas Üzüm, Dr. İSAM
27. İsmail Doğan, Prof. Dr.
28. İsmail Hakkı Aydın, Prof. Dr.
29. Kenan Gürsoy, Prof. Dr.
30. Korkut Tuna, Prof. Dr.
31. Lütfullah Cebeci, Prof. DR.
32. M. Ali Kılıçbay, Prof. Dr.
33. Mahmut Erol Kılıç, Prof. Dr.
34. Mahmut Tezcan, Prof. Dr.
35. Mehmet Gündem
36. Metin Bonsak, Dr.
37. Muhammet Akar, Av.
38. Mustafa Armağan
39. Mustafa Yıldırım, Prof. Dr.
40. Müberra Balcı, Öğr. Gör.
41. Naci Bostancı, Prof. Dr.
42. Naci Okçu, Prof. Dr.
43. Nazlı Ilıcak
44. Necdet Sakaoğlu, Prof. Dr.
45. Necdet Subaşı, Yard. Doç. Dr.
46. Necmettin Tozlu, Prof. Dr.
47. Nşet Toku, Doç. Dr.
48. Nil Sarı, Prof. Dr.
49. Niyazi Öktem, Prof. Dr.
50. Osman Senemoğlu, Prof. Dr.
51. Ömer Şenol Dane, Prof. Dr.
52. Recep Öztürk, Prof. Dr.
53. Sadık Kılıç, Prof. Dr.
54. Sadri Şen, Prof. Dr.
55. Said Başer, Yard. Doç. Dr.
56. Sırrı Akbaba, Prof. Dr.
57. Sıtkı Aras, Prof. Dr.
58. Sinan Yapıcı, Prof. Dr.
59. Suat Yıldırım, Prof. Dr.
60. Tahsin Görgün, Doç. Dr.
61. Yasin Aktay, Doç. Dr.
10. Abant Toplantısı (Paris) Katılımcı Listesi: Türkiye (2006) 1
0. Abant Toplantısı Paris'te toplanmasına rağmen Türkiye'den katılım oldukça fazlaydı. Toplantıya Türkiye'den katılan katılımcıların isimleri ve ünvanları ile birlikte halen görev yapmakta oldukları kurumları aşağıda alfabetik sıralı olarak bulacaksınız.

KATILIMCI LİSTESİ

1. Ahmet İnsel, Prof. Dr., Galatarasay Üniversitesi / Birikim Yayınları
2. Ahmet Sever, Başbakan Danışmanı / TRT
3. Ali Bayramoğlu, Gazeteci - Yazar, Yeni Şafak
4. Ali Bulaç, Gazeteci - Yazar, Zaman Gazetesi
5. Ali Erbaş, Prof. Dr., Sakarya Üniversitesi
6. Ali Yasar Sarıbay, Prof. Dr., Uludağ Üniversitesi
7. Alper Tan, Kanal A
8. Ariane Bonzon, Fransız Arte Televizyonu
9. Asaf Savaş Akat, Prof. Dr., Bilgi Üniversitesi
10. Ayhan Kaya, Doç. Dr., Bilgi Üniversitesi
11. Ayşe Kadıoğlu, Doç. Dr., Sabancı Üniversitesi
12. Ayşe Sucu, Diyanet Vakfı Kadın Kolları Başkanı
13. Ayşe Nur Arslan, Kanal D
14. Bekir Karlığa, Prof. Dr., Marmara Üniversitesi
15. Binnaz Toprak, Prof. Dr., Boğaziçi Üniversitesi
16. Bülent Keneş, Bugün Gazetesi
17. Cemal Uşak, Kültürlerarası Diyalog Platformu Genel Sekreteri
18. Cemal Taşar, Milli Eğitim Bakanlığı
19. Cengiz Çandar, Bugün Gazetesi
20. Erkam Tufan Aytav, Diyalog Avrasya Platformu Genel Sekreteri
21. Eser Karakaş, Prof. Dr., Bahçeşehir Üniversitesi/ Referans Gazetesi
22. Etyen Mahçupyan, Gazeteci - Yazar, Zaman Gazetesi
23. Faruk Tuncer, Dr., Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı
24. Fehmi Koru, Gazeteci - Yazar, Yeni Şafak Gazetesi
25. Ferda Keskin, Yrd. Doç. Dr., Bilgi Üniversitesi
26. Ferhat Kentel, Yrd. Doç. Dr., Bilgi Üniversitesi
27. Fuat Keyman, Prof. Dr., Koç Üniversitesi
28. Füsun Üstel, Prof. Dr., Marmara Üniversitesi
29. Gül Turan, Prof. Dr., Koç Üniversitesi
30. Hadi Özışık, Gazeteci - Yazar, İnternet Haber
31. Harun Tokak, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı
32. Hasan Bülent Kahraman, Doç. Dr., Princeton Üniversitesi / Sabancı Üniversitesi
33. Hasan Yavuz, Başbakan Danışmanı / Marc Bloch Üniversitesi
34. Hırant Dink, Gazeteci - Yazar, Agos Gazetesi
35. Hüseyin Gülerce, Gazeteci - Yazar, Zaman Gazetesi
36. Işıl Karakaş, Prof. Dr., Galatasaray Üniversitesi
37. İlker Taş, NTV
38. Kenan Gürsoy, Prof. Dr., Galatasaray Üniversitesi
39. Mehmet Ali Kılıçbay, Dr., Araştırmacı / Yazar
40. Mahmut Akdoğan, Dr.
41. Mahmut Övür, Gazeteci - Yazar, Sabah Gazetesi
42. Mehtap Altınok, Kanal 1
43. Mehmet Sağlam, Prof. Dr., Başbakanlık Kamu Etik Kurulu Başkanı/ Milli Eğitim eski Bakanı
44. Mehmet Altan, Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi
45. Mehmet Gündem, Gazeteci - Yazar, Milliyet Gazetesi
46. Mete Çubukçu, NTV Haber Müdürü
47. Mithat Melen, Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi
48. Mustafa Akyol, Gazeteci - Yazar, Referans Gazetesi
49. Mustafa Kirazlı, Zaman Gazetesi
50. Mustafa Özgül, Milli Eğitim Bakanlığı
51. Muzaffer Şahin, Anadolu Ajans Ankara Temsilcisi
52. Mümtazer Türköne, Prof. Dr., Gazi Üniversitesi
53. Nazlı Ilıcak, Gazeteci - Yazar, Bugün Gazetesi
54. Nazmiye Yılmaz, Kanal 7
55. Nilüfer Göle, Prof. Dr., I’EHESS Sosyal Bilimler Yüksek Okulu
56. Niyazi Öktem, Prof. Dr., Bilgi Üniversitesi / Abant Paris Toplantısı Koordinatörü
57. Orhan Güvenen, Prof. Dr., Bilkent Üniversitesi / Paris Pantheon Üniversitesi/ UNESCO Türkiye Temsilcisi
58. Ömer Faruk Harman, Prof. Dr., Diyanet İşleri Başkanlığı- Paris Ateşesi
59. Sabri Çelebioğlu, Kanal 7
60. Salih Yaylacı, Abant Platformu Genel Sekreteri
61. Sami Selçuk, Doç. Dr., Yargıtay Onursal Başkanı
62. Sefa Kaplan, Hürriyet Gazetesi
63. Selçuk Tepeli, Gazeteci - Yazar, Aktüel
64. Selçuk Gültaşlı, Zaman Gazetesi Brüksel Temsilcisi
65. Serap Atan, TÜSİAD Fransa Temsilcisi
66. Serdar Okay, Kanal 7
67. Suna Vidinli, Doğan Medya Grubu Dış İlişkiler Koordinatörü
68. Süleyman Seyfi Öğün, Prof. Dr., Uludağ Üniversitesi
69. Şerif Ali Tekalan, Prof. Dr., Fatih Üniversitesi
70. Tülin Bumin, Prof. Dr., Galatasaray Üniversitesi
71. Ümit Kardaş, Emekli Hakim Albay
72. Yavuz Oğan, CNN TÜRK Ankara Temsilcisi
73. Yusuf Kaplan, Gazeteci - Yazar, Yeni Şafak Gazetesi
74. Zafer Ali Yavan, TUSIAD Ankara Temsilcisi
75. Zafer Özcan, Gazeteci - Yazar, Zaman Gazetesi
76. Zafer Toprak, Prof. Dr., Boğaziçi Üniversitesi
77. Zeynel Lüle, Hürriyet Gazetesi Brüksel Temsilcisi
Abant Platformu, 11 Nisan 2006

Yazar Arslan Bulut, 25.10.2005 tarihinde Yeniçağ Gazetesinde özet olarak bu konuda şunları yazar:“1997 yılında Türkiye’nin ekonomik, kültürel ve askeri bağımsızlığının zayıflatıldığını görerek Türk aydınlarına farklılıkları bir kenara bırakarak Atilla İlhan’la “Devrimci-Türkçü” diyalogunu başlattık. Bu hareketi kontrol altına almak isteyen iç ve dış güçler oldu. Hareketin bir merkezi olmadığı için kimi kontrol edeceğini bilemediler ve başarısız oldular. Bunu, sonunda Fethullah Gülen’e ihale ettiler. Fethullah Gülen ABD’den bu konuda şunları söyledi: “Ölseler bile bir araya gelemeyecek olanlar “ulusal cephe adı altında yapay bir dalga oluşturdular. Bu kemiksiz, kimliksiz ve hedefsiz bir dalga, ama bunlar aşılacaktır.” Ulusal dalgaya karşı çıkanlar, neredeyse dünyanın bütün papazları, hahamları, patrik ve zangoçları ile İstanbul, Vatikan ve ABD’de dinlerarası diyalogu kuran Fethullah Gülendir. Fethullah Gülen Roma’da papa tarafından kabul edildiğinde “Dinlerarası diyalog için papa misyonunun bir parçası olarak burada bulunuyorum” dedi.

Türkiye’de ulusalcı hareketlerin Türkiye için zararlı olduğunu iddia eden Fethullah Gülen, eğer vatansever ise ABD’ye kaçmak yerine Türkiye’de kalıp hapse girerek davasının arkasında durması gerekmez miydi? Fethullah Gülen gerçek anlamda iyi niyetini gösterebilmesi için kanımca şu üç sorunun cevabını vermesi gerekir:

1-Fethullah Gülen eğer suçsuzsa niçin ABD’ye kaçmış ve kendisine 130 dönümlük arazide bir köşk verilmiştir? Oysa ABD’nin çıkarlarına uymayan ve onlarla birlikte çalışmayan Rum asıllı Cath Stevens(Yusuf İslam) ABD’ye turistik seyahat yapmak istediğinde ülkeye girişine bile izin verilmemiştir.

2- Dünya’nın çeşitli ülkelerinde açılan Fethullah Gülen okullarında eğitim dili neden Türkçe değil de İngilizce’dir. Bu bir çeşit kültür misyonerliği değil midir? Ayrıca basında bu okullarda yeşil pasaportlu ABD’den maaş alan ajanlarının görev yaptıkları iddia edilmektedir. Eğer bu haber doğru ise ABD., Saddamı Kuveyt’ten çıkarmak için yaptığı I. Körfez Savaşının masrafını bile Arap ülkelerine ödetirken bu ajanların maaşlarını Türklüğe hizmet olsun diye mi ödemektedir?

3- Cemaatin düzenlediği “Abant Toplantı”larına katılan bazı isimler(Oral Çalışlar, Hırant Dink ) aynı zamanda bundan 2005 yılında Bilgi Üniversitesi’nde toplanan “Ermeni soykırım toplantısına da katılmıştır. Bunlardan Hırant Dink Türklüğe hakaretten 6 ay hapis cezası almıştır. Bunlarla Fethullah Gülen ve cemaati arasındaki ortak nokta nedir?

Ayrıca Fethullah Gülen’in ikinci adamı durumundaki Nurettin Veren, ABD’ye giderek kendisinin Türkiye’ye dönmesini ve ABD çıkarlarına hizmet etmemesini söylediği için tekme tokat dövülerek köşkten kovulduğunu iddia etmektedir. Yine onun iddiasına göre Nurettin Veren’in eşi cemaatin zorlamasıyla kendisinden boşanmış ve kendisini terk eden çocuklarına Gülen Cemaatı maaş bağlamıştır. Veren’in Ulusal kanalda öne sürdüğü bu iddiaları bugüne kadar yalanlanmamıştır. O halde sükut ikrardan sayılmaz mı?

Üzücü olan bir diğer konu da başta Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel olmak üzere Ecevit, Çiller, Türkeş, Recai Kutan, Muhsin Yazıcıoğlu gibi Türkiye’de başbakanlık, başbakan yardımcılığı, bakanlık ve parti liderliği yapmış kişiler de zaman zaman Fethullah Gülen ile görüşmüşler ve hakkında övücü sözler söylemişlerdir. Cumhuriyet yazarlarından Hikmet Çetinkaya Cumhuriyet Gazetesindeki bir yazısında CHP içinde bile Fethullahçı milletvekillerinin olduğunu iddia etmiştir. Yukarıda adı geçen şahsiyetlerden Türkeş vefat etmiştir. Yaşayanlar acaba bugün Fethullah Gülen hakkında ne düşünmektedirler? merak ediyorum.

7. Türkiye’de Misyonerliğin Ulaştığı Boyutlar


ATO’nun Rapora göre misyonerlikle ilgili İstanbul’da 126 kilise, 4 dergi, 1 kafe, 36 dernek, 7 gazete, 12 Internet sitesi, 1 müze, 1 otel, 6 radyo, 6 şirket, 44 vakıf ve 2 yayınevi bulunuyor. İzmir’de ise misyoner faaliyetleri ile ilgili olarak toplam 8 cemaat veya topluluk bulunmaktadır.

Yine aynı rapora göre Türkiye’de Hıristiyan cemaati sayısının 50-55 bin olarak tahmin edilmekte 3000den fazla kilise çok sayıda kitabevi ı kütüphane, 6 dergi, onlarca vakıf. Yayınevleri, 5 radyo, çok sayıda manastır, 2 kafe, 1 acenta ı mahfil, 7 şirket 1otel, 1 tercüme bürosu 7 gazete 1 tarihi eser, 2 müze 4 harebe 1 kale onlarca dernek bulunduğu kaydedildi. Bu çalışmaların sonucu olarak, Batıkent Protestan Kilisesi’nde 37 öğrenci Hıristiyan yapıldı. Bundan başka Gazi Üniversitesi’nde 138 kişi, Hacettepe Üniversitesi’nden 6 kişi, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 245 kişi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nden 97 kişi din değiştirerek Hıristiyan olmuşlardır.

Yazar şair Atilla İlhan 1.12.2004 tarihli Cumhuriyet gazetesinde bir yazısında misyonerlerin Türkiye’de ulaştıkları hedefleri şöyle anlatmaktadır: “Ülkemizde misyoner cemaatlerinin sayısı 55 bin. Misyonerlik faaliyetlerini yürütenlerin büyük kısmı ABD, İngiltere, Yeni Zelanda, Avusturya, Almanya, İsveç, Romanya ve Güney Kore uyruklu kişilerdir. Misyoner faaliyetlerinin yoğunlaştığı illerin başında ise İstanbul, Ankara, Trabzon, Antalya, Adana, Hatay, Bursa Samsun ve Edirne gelmektedir. Kapadokya’da 2002’de yapılan toplantıda 1970 yılında Türkiye’de sadece 4 kişi Protestan iken bu sayı 2002 yılında 6000’e ulaşmıştır. Ayrıca bu sayının her yıl ikiye katlanması için her ilde kilise, her evde bir İncil ve her yerleşim biriminde bir önder ve bir topluluk sloganlarının benimsenmesi kararı alındı. Türkiye’de misyonerlik faaliyetini yürütenler 2004 yılında Alanya’da bir toplantı düzenlediler. Bu toplantının en çarpıcı noktalarından birisi “Türkiye’de hedefe adım adım yaklaşıldığı söylenirken, Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde çalışmaların hızlandırılması gerektiği kararı alındı. Önünüzdeki dönemde Erzurum, Eskişehir, Malatya ve Çanakkale hedef il olarak seçilirken Gaziantep, Kayseri ve Adana’da bazı kesimlerde misyonerlik faaliyetlerinin yoğunlaştırılmasına karar verildi.

Bir çeşit sömürgecilik olan misyonerliğin bu kadar yol almasında hiç şüphesiz AB’ye uyum yasalarının büyük rolü olmuştur. Ulus devleti tasfiye etmek amacı taşıyan Batı, bu yasaları Türkiye’ye karşı bir psikolojik savaş aracı olarak kullanmaktadır.

Bana göre Türkiye’de bir de kültür misyonerliği söz konusudur. Türkiye’de bazı işyeri ve dükkan tabelaları ile gerek resmi ve gerekse özel bürokraside görev yapan kişilerin kartvizitleri İngilizce yazılmaktadır. Bu düpedüz sömürgeciliğin gönüllü kabulü olmalıdır. Acaba bunun örneğine bizim dışımızda hangi ülkede rastlanmaktadır? Avrupa’da böyle bir şey düşünülemez. Nitekim AB İşadamları Topluluğu Başkanı olan Fransız, İngilizce konuştuğu için protesto etmek amacıyla Fransız Cumhurbaşkanı Jack Chirac toplantıyı terk etmiştir.

Prof. Manisalı(2004), “Bıçak Sırtında Cumhuriyet” adlı kitabında misyonerlik hakkında şunları yazar: “Türkiye gibi Müslüman bir ülkede gazete ve televizyon haberlerinde kiliseler, papazlar ve hatta rahibeler ön plana çıkar. Sadece İngiliz papazları değil diğerleri de. Kısacası Müslüman mahallesinde salyangoz satışı artar.”

Prof. Manisalı’nın bu açıklamaları bize bir kanalda yer alan “Yabancı Damat” dizisini ve yine basında yer alan bir bayan mankenin bir Yunan vatandaşı ile evlenmek için Ortodoks Hıristiyan olduğunu hatırlatmaktadır. “Yabancı Damat” dizisinin Yunanistan tarafından finanse edildiği iddia edilmektedir. Bu konuların medyada günlerce yer alması bana göre bir çeşit misyonerlik olup teşvik amacı taşımaktadır. Bu bir defa Türk geleneklerine aykırıdır. Çünkü bugüne kadar genellikle Hıristiyanlardan kız alınır fakat kız verilmezdi. Oysa, çokuluslu şirketlerin kanalları ile mütareke basını, ısrarla bunun tersini işlemektedir.

Özel kanalların çoğunluğunun görevi bu olduğu için bunda yadırganacak bir durum yoktur. Fakat devletin televizyonu olan TRT-1 ve TRT-INT Ramazan ayında “İftara Doğru” programlarından birisini, İspanya’da yaşayan ve bir Katolik Hıristiyan’la evlenen bir Türk kızının evinden yaparak, bunu sanki Türk geleneklerine ve İslam inançlarına uygun bir durummuş gibi takdim etmekle acaba neye hizmet etmektedir? Ayrıca İftara doğru programında yabancı birisine özellikle İngilizce ilahi söyletilmesi de bir çeşit kültürel misyonerlik değil midir?

Misyonerlik faaliyetlerinin İlahiyat Fakülteleri’ne kadar uzandığı görülmektedir. Şöyle ki, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde görev yapan bir profesör daha yardımcı doçentken Redhouse Ansiklopedisinden gelen teklif üzerine yüklüce bir para karşılığı İslam ve tasavvuf üzerine bir çalışma hazırladı. Daha sonra ABD’de Moon Tarikatı’nın merkezinde bir yıl kaldı. Yine 1999 yılında Türkiye’deki İlahiyat Fakültelerinden birisinde bir doktora öğrencisi “Hadisler Metinle mi, Lafızla mı Gelmişlerdir?” konulu bir doktora tezi hazırladı. Bu çalışma için Amerika’da bulunan “Oryantalist İslam Araştırmaları Enstitüsü”nden yüklü bir para desteği almıştır. Bu çalışmada amaç hadisleri reddetmektir. Aynı fakülteden iki öğrenci daha bu merkezden aldıkları maddi destekle Oryantalistlerin iddialarını destekleyen çalışmalarını sürdürmektedirler(Baş, 1996).

Bu konu ile ilgili olarak kısaca son günlerde moda olan medyatik ilahiyatçılardan da kısaca söz edelim. Bunların bir kısmı İslam’ın temel kaynaklarından ikincisi olan hadisleri inkar ettikleri görülmektedir. Ayrıca “Horozdan kurban kesilmesi, cinsel ilişki ile oruç bozulması” gibi akla, mantığa ve bugüne kadar Anadolu İslam anlayışına uygun olmayan düşünceleri dile getirmekte ve mütareke medyası bunu, toplumun inancını rencide etmek bağlamında zevkle ve alaycı bir tavırla ele almaktadır. Ayrıca medyatik ilahiyatçılardan birisi Moon tarikatı ile ilişkisi olduğunu bir programda itiraf etti. Yine büyük partilerden birisinin genel başkanının Moon tarikatı ile ilişkisi olduğunu eski genel sekreteri basına açıkladı.

Bazıları misyoner faaliyetlerini önemsiz buluyorlar. Oysa saldırgan Evangelist misyonerler, bizim gibi sivil giyinip öğretmen, işadamı, öğrenci, tüccar, barış gönüllüsü, turist kimliğiyle yapacaklarını yapıyorlar. Para ile daire kiralayıp apartman kiliseleri kuruyorlar. Birkaç yıldan beri içinde hiçbir Hıristiyan vatandaşın yaşamadığı şehirlerde kilise binaları yapıldı, kuleleri var, çanlar çalıyor, Pazar ayinleri yapıyorlar. Diyarbakır’daki kilisede çalgılar çalınıyor, ilahiler okunuyor(Eygi,2005),

Gerçekten bazı kişiler, misyonerliği masum dinsel bir faaliyet sanıp “birkaç kişi Hıristiyan olsa ne olur, bunda korkulacak ne var?“ anlamında sözler söylemektedirler. Bunlardan birisi de Sayın Devlet bakanı Mehmet Aydın’dır. İktidarın yayın organı olan Yeni Şafak Gazetesi yazarlarından Akif Emre(2005),bile Türkiye’deki misyonerlik faaliyetlerinden oldukça rahatsız olmuş olmalı ki, bu konuda şunları yazmıştır: “Türkiye’de Kürtler ve Aleviler üzerinde misyonerlerin ilgisi artmıştır. Türkiye’de kendi kültüründen kopuk Batıcı seçkinlerin yetiştiği okulların neredeyse tamamı Türkiye’deki misyoner okullarıdır. Devlet Bakanı Mehmet Aydın, misyonerlik konusunu ne kadar hafife aldığını şu açıklaması göstermektedir:“Misyonerler Cumhuriyetin ilk yıllarında ülkemizde yoğun faaliyet gösterdiler. Son günlerde faaliyetlerinin arttığı görülüyor. Herkesin kendi dinini yayma ve anlatma özgürlüğü vardır. Buna engel olamazsınız.”

Gerçi İslamiyet’te misyonerlik yoktur, sadece tebliğ vardır. Hz. Muhammed, İslam dinini sadece anlatmıştır, inanıp inanmamayı kişinin kendisine bırakmıştır. Çünkü İslam dininde “dinde zorlama yoktur.” Fakat Biz de Sayın Bakan Mehmet Aydın’a şunu soruyoruz: “Türkiye’den özel bir grup, Avrupa’da İslamiyet’i yaymak amacıyla bir örgüt oluşturup bunu iş edinse ve Paris, Berlin ve Londra gibi Batı kentlerinde İslamiyet’i yayma propagandası yapmaya başlasa, acaba Batılılar buna seyirci mi kalır yoksa engel mi olmaya çalışırlar. Ben şahsen bir hukuksal kılıf bulup engelleyeceklerini düşünüyorum. Çünkü İslam’a davet etme şöyle dursun Avrupa’da öğrenim gören Türk dünyası ve İslam dünyası öğrencilerinin Hıristiyanlık üzerine lisanüstü tez yapmalarına bile izin verilmemektedir. Ayrıca Avrupa’daki camilerde, İslam’a davet amacı taşıyor diye hopörlörle dışarıya ezan okunması bile yasaktır. Bunu 2003 yılı yazında Almanya’ya yaptığımız seyahatte bizzat şahit olduk. Oysa onlar Türkiye’de kurdukları kiliselerde çanlarını açıkça çalabilmektedirler.

SONUÇ


Özet olarak misyonerlik, sadece dinsel bir faaliyet değil kültürel, siyasal ve ekonomik boyutları olan bir emperyalizmdir.

Misyonerliğin kültürel boyutu, ulusal dilin ve dolayısıyla kültürlerin eğitim öğretim yaşamından çıkarılarak yerine küresel dil safsatası ile yabancı dilin konulmasıdır. Nitekim ülkemizde devlet kendi eliyle Türkçe yerine İngilizce eğitim yapan(Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’nun ifadesi ile misyoner okullarını) Anadolu liselerini açmıştır. Öte yandan İngilizce eğitim yapan Ortadoğu, Boğaziçi üniversitesi yanında bir çok üniversitelerde İngilizce Tıp, İngilizce iktisat gibi bölüm ve fakülteler açmıştır. Özel üniversitelerin çoğu zaten İngilizce eğitim yapmaktadır. Bu gidişle Türkçe bilim dili olmaktan çıkacak ve yerini İngilizce alacaktır. Bu gidişe mutlaka dur demek gerekmektedir.

Misyonerliğin siyasal boyutu: Ulus devletlerin ortadan kaldırılarak küresel dünya imparatorluğunun kurulmasıdır. Nitekim çok uluslu şirketler, İstanbul başkent olmak üzere bir dünya devleti kurma projesi üzerinde çalışmaktadırlar.

Misyonerliğin ekonomik boyutu: Küreselleşme, kapitalizmin yeni ve vahşi bir versiyonudur. Kapitalizmin temeli de Protestanlıktır. Çünkü Protestanlıktaki rasyonel olma, tutumlu olma ve dünyevi işe dini ve ahlaki değer verme gibi prensipler günlük sosyal ve ekonomik hayata uygulanınca kapitalizm doğmuştur. Bu bağlamda ulusal ekonomilerin özelleştirme adı altında çökertilerek çok uluslu şirketlerin dünyanın kaynaklarına el koymaya başladıklarını görüyoruz.

Bir insan bireysel olarak dinsiz olabilir bu saygıyla karşılanmalıdır. Türkiye’de hem dinliler hem de dinsizler, eğer vatansever iseler karşılıklı olarak birbirlerinin inançlarına karşılıklı olarak saygı göstermek zorundadırlar. Ancak kasıtlı olarak veya bilmeyerek Türk halkının inancına saldıranlar, farkında olmasalar da misyonerliğe hizmet etmiş olurlar.Çünkü Türk halkının inancında meydana gelebilecek bir inanç boşluğunu doldurulmasını Hıristiyan misyonerleri sabırsızlıkla beklemektedirler. Çünkü din inancı, toplum için doğal bir gereksinimdir. Bu sebeple Eski Sovyetlerde din yasaklandığı için Rus köylülerinden bazıları putlara tapmaya başlamıştır.

Bugün Türkiye’de din konusunda iki sorunla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Bunlardan birincisi dinin istismar edilip kişisel çıkarlara alet edilmesi, diğeri ise hala Türk halkının kimliğinin bir unsuru olması dolayısıyla Müslümanlığın, Batı kültür emperyalizminin hedefi haline gelmiş olmasıdır. Bununla ilgili olarak medyadaki yerli işbirlikçiler, din istismarını bahane ederek, halkın inancına saldırmakta veya onunla alay etmektedirler. Ne yazık ki Batı emperyalizmi bu konuda hayli başarı sağlamıştır. Çünkü dinsel gruplardan bazılarını devletin dinsizliğine inandırarak onları emperyalizmin kucağına itmiştir. Bugün AB ve Amerikan mandacıları ile bazı dinsel grupların Türkiye’nin aleyhinde olan konularda işbirliği yaptıkları görülmektedir.

Aytunç Altındal(1994)’a göre Atatürk, 1925’te tekke ve zaviyeleri kapatırken misyoner yuvalarını elimine etmiş ve bu okulların sayısını bugünkü durumuna indirmiş ve böylece gizli Hıristiyanlık propagandasının yapılmasını engellemiştir.T.C., laiklik sayesinde Batı’nın yoğun dinsel saldırısından kendisini kurtarabilmiş ve Anadolu’nun Hıristiyanlaştırılması engellenmiştir. T.C. 1920’den beri laikliği kullanmamış olsaydı bugün ™’u Müslüman bir ülkeden söz edemezdik.

Bugün Batı, Türkiye üzerindeki bu dinsel baskıyı, Fener Rum Patrikhanesinin ekümenliği, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması ve Anadolu’da yoğun misyonerlik faaliyetleri ile sürdürmektedir.

Görüldüğü gibi Hıristiyan misyonerleri, ülkede yaratılan manevi boşluktan yararlanarak faaliyetlerini yoğun bir şekilde yürüterek büyük başarılar sağlamışlardır. Bazıları “ne olacak sanki bir grup insan da varsın Hıristiyan olsun, kime ne zararı var” diye düşünebilirler ve bu düşünce, görünüşte hepimize akla uygun da gelebilir. Fakat bir süre sonra Hıristiyan olanların sayıları milyonlarla ifade edilmeye başladığında Batılılar, Türkiye’de Müslüman-Hıristiyan çatışmasını başlatacaklardır. Kişisel olarak benim bundan hiç kuşkum yoktur.

Ayrıca Türkiye’nin önünde işsizlik, sağlık, eğitim, savunma, güvenlik, AB ve ABD ile ilişkiler gibi çok ciddi sorunlar dağ gibi dururken, dıştan güdümlü mütareke medyası, başörtüsü, imam-hatip gibi yapay gündemler yaratarak bunların kamuoyunda sürekli tartışılmasını sağlamaktadırlar. Toplum olarak bilinçlenip bu oyunlara gelmemek ve gerçek sorunlarımız üzerinde kafa yorarak bunların çözümünü sağlayarak gelişmiş güçlü bir ülke olmak zorundayız. Aksi halde İstanbul’un işgali sırasında “Bizans halkının meleklerin cinsiyetini tartıştıkları gibi incir çekirdeğini doldurmayacak konularla enerjimizi boşa harcayarak emperyalizmin sistemli saldırısı karşısında yok olmak tehlikesi ile karşı karşıya kalabiliriz.

KAYNAKLAR


Akyüz, Yahya. Türk Eğitim Tarihi, İstanbul, Kültür Üniversitesi Yayını, 1997.

Altundal, Aytunç. Laiklik: Enigmaya Dönüşen Paradigma, İstanbul, Anahtar Kitaplar,1994.

Atay, Hüseyin. Memleketimizde İlim ve Din Anlayışı Üzerine, A.Ü. İ. F. Dergisi,

XVII,1971,91

Ankara Ticaret Odası. Misyonerlik Raporu, 2003.

Aydın, Mehmet. “ Misyonerlik Faaliyetleri ve Türkiye”, Türkiye’de Misyonerlik

Faaliyetleri”, Ankara, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 1996.

Aydın, Mahmut. Çağdaş Misyonerlik Faaliyetleri ve Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri, Kaktüs Yayınları, 2002.

Baş, Haydar İle AKP Hakkında Görüşme. Görüşen: Haber Merkezi, Cumhuriyet Gazetesi,
2.7.2004. __________
Dini ve Milli Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler, İstanbul, İcmal Yayınları, 2000.

Bartholomeos, …..” Türkiye Müslüman Değerler ve Laik Değerler Arasında Uyum Sağlayan Eşsiz Bir Örnek”, Zaman Gazetesi, 21.4.2004.

Başkaya, Fikret. Paradigmanın İflası, İstanbul, Doz Yayınları, 1991.

Bayraktar, Muharrem. “Abant’tan Brüksele-2”, Yeni Mesaj Gazetesi, 07.12.2004.

Bulut, Arslan. “Dinlerarası Diyalog, Ilımlı İslam ve BOP”, Yeniçağ Gazetesi, 27.04.2005.
___________
“Sınıksız Misyoner”, Yeniçağ Gazetesi, 25.10.2005.

Çakır, Ruşen. “Abant toplantıları ABD'ye taşınıyor”, Vatan Gazetesi, 19.03.2004

Demir, Hasan. “Türkiye’yi Hıristiyan Yapamadan Öldü”, Yeniçağ Gazetesi, 7.4.2005.

Dönmezer, Sulhi. İstanbul, İ.İ.T.İ.A., Nihat Sayar Vakfı Yayını, 1978.

Emre, Akif. “ Türkiye’de Her Misyoner Eşit Olabilir mi?” Yenişafak Gazetesi, 11.1.2005.

Gündüz, Şinasi. Misyonerlik ve Hıristiyan Misyonerleri, İstanbul, Kaktüs Yayınları, 2002.

Lewis, Bernard. Modern Türkiye’nin Doğuşu, Çev: Metin Kıratlı, Ankara, T.T.K. Yayını,

1984.
Gülerce, Hüseyin. “Abant Brüksel”, Zaman Gazetesi, 09.12.2004.

Güngör, Erol. “Türk Milli Karakterinin Kaynakları”, Töre Dergisi, 6(42),11.74,16
_________
__ Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri, İstanbul, Ötüken Yayınevi, 1999.

Güvenç, Bozkurt. Türk Kimliği, Ankara, Kültür Bakanlığı, 1994.

Hasan Hanefi ile İslam Dünyası Hakkında Görüşme. Görüşen: Turan Kışlakçı, Yenişafak
Gazetesi, 6.12.2004.

İbn Haldun, Mukaddime, Çev: Halil Kendir, Ankara, Yenişafak Gazetesi Yayınları,2004.

İlhan, Atilla. “Hıristiyanlığı Seçmek, Emperyalizmi Seçmektir.”, Cumhuriyet Gazetesi,
27.9.2004.
_________
_ “Hal-i Pür-Mela’imiz”, Cumhuriyet Gazetesi, 1.12.2004.

İzzetbegoviç, Aliya. Doğu-Batı Arasında İslam, Nehir Yayınları, İstanbul, 2003.

Kaplan, Mehmet. “Şark-Garp Medeniyeti Karşısında Türkiye” Türk Yurdu, 11(281),2.60,12.

Küçük, Abdurrahman. “Misyonerlik ve Türkiye”, Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri”,

Ankara, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 1996.

Meriç, Cemil. Bir Dünyanın Eşiğinde Bütün Eserleri 4, İstanbul, İletişim Yayınlar, 1996.

Muhammed Hadimi, Ali Bin Emrullah. İslam Ahlakı, İstanbul, Hakikat Yayıncılık Sanayi LTD. Şirketi, 1996.

Özbay, Turgut ile “Atatürk Çizgisi” Konulu Görüşme. Görüşen: Metin Genç, Ekin Radyo, 30.09.2005.

Özfatura, M. Necati. “Misyonerlerin İtirafı” Türkiye Gazetesi, 26.11.2003.

Özkan, Abdulkadir. “Hıristiyanlaşın Diyorlar”, Milli Gazete, 11.11.2005.

Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri”, Ankara, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 1996.

Sezer, Ayten. Atatürk Döneminde Yabancı Okullar 1933-1938 (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara, H.Ü. Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, 1994.

Sezer, Baykan. Toplum Farklılaşması ve Din Olayı, İstanbul, İ.Ü. Edeb. Fak. Yayını, 1981.

Sevinç, Necdet. “Yeni Bir Din Teklifi”, Tercüman Gazetesi, 28.02.2006.

Tığraklı, Osman. “Oldu Olacak Hutbeyi de ABD Yazsın”, Yeniçağ Gazetesi, 10.6.2005.

Timur, Taner. Osmanlı Toplum Düzeni, Ankara, İmge Yayınları, 1994.

Vurmay, H. Miray. “İslam’ın En Katı Yorumu: Vehhabilik”, Cumhuriyet Strateji Eki,
12.10.2005.

Yıldız, Sakıp. “Giriş”, Tevrat, İncil ve Kur’an, Yazan: Jacques Jomiers, İstanbul, Hareket Yayınları, 1974.






 
 

ormela.tr.gg
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol