İletişim Adresi

   
  ORHAN YILDIZ
  Turkiye - Avrupa Birligi iliskileri
 

TÜRKİYE-AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ

Bu yazıda İkinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye-Avrupa Topluluğu Birliği ilişkileri kısaca dört dönemde incelenecektir. Bunlardan birincisi ortaklık başvurusunun yapıldığı 1959 yılı ile Katma Protokol'ün onaylandığı 1970 yılı arasındaki dönemi kapsamaktadır. Bu ilk dönem, göstermeye çalışacağımız gibi, Türkiye-Avrupa Topluluğu ilişkilerinde sorunların en az olduğu dönemdir. Soğuk Savaş ortamında Türkiye ile Batı İttifakı arasındaki uyumun bu dönemde Avrupa Topluluğu ile de sağlandığını gözlüyoruz. Bu ortamda Avrupa Topluluğu güvenlik endişelerini ön planda tutmuş ve Türkiye'nin stratejik önemine ağırlık vererek ilişkileri geliştirmeye yönelmiştir. İkinci dönem 1970'lerin başlarından 1980'deki 12 Eylül müdahalesine uzanan zaman dilimidir. Bu dönemde, Avrupa Topluluğu dinamikleri ile Türkiye'deki gelişmeler arasında uyumsuzluk baş göstermeye başlamıştır. Bu dönemdeki sorunlarda ağırlığı iktisadi konular ve gümrük birliği sorunu teşkil etmiştir. 1980'den sonra başlayan ve Türkiye'nin 1987 yılında tam üyelik başvurusuna uzanan üçüncü dönemde ise Avrupa Topluluğu ile ilişkilerimizde sorunların siyasi konulara, özellikle demokrasi ve insan hakları boyutuna kaydığını gözlemekteyiz. Son dönemde, Avrupa Topluluğu'na tam üyelik başvurusunun yapıldığı 987 yılından sonraki gelişmeler değerlendirilecektir.

İkinci Dünya Savaşı'ndan kısa bir süre sonra Soğuk Savaş ortamına girilmesiyle uluslararası sistemde iki kutuplu bir yapı ortaya çıkmış ve Avrupa ikiye bölünmüştür. Savaştan sonra güçlü bir Avrupa'nın oluşturulmasının ancak Avrupa entegrasyonu fikri çerçevesinde gerçekleşebileceğini görmüşlerdir. Savaştan yıkık çıkan Batı Avrupa'nın siyasi ve ekonomik elitleri de aynı düşüncede birleşerek uluslararası sistemde tekrar yer almanın ancak eski gerginliklerin ortadan kaldırılmasıyla ve entegrasyon ile mümkün olabileceğini görmüşlerdir.

Soğuk Savaşta iki kutup arasında sınır devlet konumunda olan Türkiye'nin stratejik önemi artmış ve Batı İttifakının parçası olması yönünde uygun bir uluslararası ortam oluşmuştur. Türkiye, Avrupa Topluluğu üyeliğini Batı İttifakının üyesi olmanın mantıksal ve doğal uzantısı olarak görmüştür.

Avrupa Topluluğu, Soğuk savaş ortamının bölünmüş Avrupa'sında hem Türkiye'nin hem de Yunanistan'ın önemli stratejik değerleri olduğunu düşünmekteydi.

Avrupa Topluluğu ile Türkiye'nin ortaklık ilişkisini belirleyen Ankara Anlaşması, Yunanistan'la yapılan ortaklık anlaşmasından (Atina Anlaşması) iki yıl sonra, 12 Eylül 1963'te imzalanmıştır. Ankara Anlaşması; hazırlık, geçiş ve gümrük birliğinin gerçekleşeceği nihai aşama olarak, üç aşama öngörmekteydi. Hazırlık aşaması nispeten sorunsuz geçti ve Türkiye gümrük birliğine geçiş aşamasını başlatmak için Mayıs 1967'de başvurdu. Ancak gümrük birliği ilişkisinin önem kazanmaya başladığı bu ikinci aşama üzerinde anlaşma kolay olmadı. Uzun görüşmelerden sonra bu süreci belirleyen Katma Protokol, Ortaklık Konseyi'nde Temmuz 1970'de kabul edildi. Katma Protokol'ün onaylanma, yürürlüğe girme ve uygulanma süreçleri ise Türkiye Avrupa Topluluğu ilişkilerinde sorunların arttığını ve uyumsuzluğun başladığını gözler önüne serdiler.

ANKARA ANLAŞMASI

Türkiye ile AET (EEC) arasında ortaklık yaratan, bu andlaşma 12 Eylül 1963'de Ankara'da İnönü Hükümeti ile imzalanmıştır. 1 Aralık 1964'te yürürlüğe giren andlaşma Türkiye ile AB arasında gittikçe gelişen bir gümrük birliği kurulmasını öngörmüştür. 'Anlaşmanın amacı Türkiye ekonomisinin hızlandırılmış kalkınmasını ve Türk halkının yaşam seviyesinin ve hayat şartlarının yükseltilmesini sağlama gereğini tümü ile gözönünde bulundurarak taraflar arasındaki ticari ve ekonomik ilişkileri aralıksız ve dengeli olarak güçlendirmeyi teşvik etmektedir.

Ankara Andlaşması Türkiye'nin ileride AT'na tam üyeliğini kuvvetlenmesini ön görmektedir. Ankara Andlaşmasının ilkeleri kısaca şunlardır:

a. Türkiye ile AT arasında bir gümrük birliği oluşturmak.

b. Türkiye ile Üye Ülkeler arasında sosyal bağların geliştirilmesi.

c. Türk ekonomisi ile AET ekonomileri arasındaki mevcut gelişme farkının ortadan kaldırılması.

d. Türkiye ekonomisinin kalkınmasına yardımcı olmak amacıyla ekonomik yardımda bulunulması.

e. Türkiye'nin gelecekte AT'na tam üyeliğini kolaylaştırmak.

f. Roma andlaşmanın ilkelerini paylaşmak ve barışı korumak.

Ankara Andlaşması, AT ile imzalandığı için Topluluk içinde doğrudan uygulanan bir Topluluk Hukuku Belgesidir.

Ankara Andlaşması ile Avrupa Birliğine atılan ilk adım...

Ankara Andlaşması, Türkiye Cumhuriyeti ile (o zamanki adıyla) Avrupa Ekonomik Topluluğu arasında bir ortaklık kuran andlaşmadır. 12 Eylül 1963 yılında imzalanmış ve 1 Aralık 1964 yılında yürürlüğe girmiştir. Andlaşma, Türkiye'yi tam üyeliği hazırlayacak aşamalar için üç ayrı dönem öngörmektedir.

I. Hazırlık dönemi, Türkiye'nin ortaklık ilişkisinin ileri kademelerinde üzerine düşecek yükümlülükleri üstlenebilmesi için topluluğun yardımı ile ekonomisini güçlendirmesini hedeflemiştir.

II. 1973 yılında Katma Protokol ile başlayan geçiş dönemi, karşılıklı ve dengeli yükümlülükler esasına dayanmakta ve Türkiye ile AB arasında gümrük birliğini kademeli olarak yerleştirmeyi hedeflemektedir. Halen sürmekte olan ve 22 yılda gerçekleşmesi öngörülmüş bulunan bu dönem gümrük birliğine erişilmesi ile sona erecektir.

III. Nihai dönem, gümrük birliği ilişkilerine dayanacak ve akid tarafların güçlendirilmesini ve tam üyelik koşullarının oluşturmasını hedefleyecektir.

Ankara Andlaşması, nihai olarak tam üyelik öngören bir çerçeve andlaşmasıdır. Ortaklığın gelişmesi ve tam bütünleşmesinin sağlanması için bu çerçevenin Katma Protokeller ve Ortaklık Konseyi kararları ile doldurulması hedeflenmiştir. Ortaklık Konseyi, AB ve Türkiye'nin eşit olarak bakanlar düzeyinde temsil edildikleri bir kurumdur.

Katma Protokol, malların serbest dolaşımının sağlanması için bir takvim oluşturan, sınai ürünlerde sağlanacak olan gümrük birliğinin yanısıra Türkiye'nin ortak tarım politikası uygulamalarına yaklaşmasını sağlayan, kişilerin, hizmetlerin serbest dolaşımı ve ekonomik politikalarının yaklaştırılması ile ilgili ilke ve uygulama kararları içeren Ankara Andlaşması çerçevesini doldurmaya yönelik bir ek andlaşmadır. 1 Ocak 1973 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Gümrük Birliği Nedir?

Gümrük Birliği, iki veya daha fazla ülkenin kendi toprakları arasında malların serbest dolaşımını sağlamaları ve geri kalan üçüncü ülkelere ayrı gümrük vergileri uygulamalarıdır. Gümrük birliği kuran ülkelerin iç sınırlarında gümrük kalkar, ancak diğer ülkelerden gelen mallara gümrük uygulanır, o gümrük tarifesi de bütün gümrük birliğine dahil ülkelerde ortaktır, yani üçüncü ülkelere karşı aynı tarifeleri uygularla, buna Ortak Gümrük tarifesi adı verilir. Malların serbest dolaşımını engelleyici her türlü kısıtlama ve korumacı engel gümrük birliği uygulayan ülkeler arasında ortadan kalkar.

Türkiye gümrük birliğine katılması ile birlikte 3.1 milyar ECU'luk bir yardıma hak kazanacaktır. Oysa, Avrupa Birliğinden yardım alan tek ülke Türkiye olmayacaktır. Örneğin Birlik, Lüksemburg'a kişi başına 1897 ECU, İrlanda'ya yine kişi başına 650 ECU ve Yunanistan'a ise 380 ECU civarında yardımda bulunmaktadır. Türkiye birliğe katılması halinde, nüfus açısından ikinci konumda yer alacaktır. Türkiye'nin yüksek nüfusu, ancak buna karşın yıllık 2 bin dolar civarındaki kişi başına düşen gelir düzeyi birliğin gözünü korkutmaktadır. Bununla beraber Türkiye'de bazı grupların gümrük birliğine ve Avrupa Birliğine sıcak bakmadığının farkında olan Avrupa Birliği Parlamentosu, çeşitli biçimlerde Türkiye'nin birliğe katılımını soğutmaya çalışmaktadır. Ancak, Avrupa gümrük Birliğine sıcak bakmakta ve büyük bir Pazar olan Türkiye'yi gözden çıkarmak istememektedir.

AB Gümrük Birliği ve AB'ne doğru ilk adım...

Türkiye 7 Mart 1995 tarihinde Gümrük Birliğine imzasını atarak gelecekte Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğini sağlayacak en önemli adımı atmıştır. Türkiye bundan böyle, özellikle ürünleri itibariyle Avrupa Topluluğu Adalet Divanı kararlarına uyum göstermek zorundadır. Türkiye gümrük birliği ile hedeflenen ekonomik bütünleşmeye ulaşmak için, rekabet kurallarıyla ilgili mevzuatını, Avrupa Topluluğu mevzuatıyla uyumlu hale getirecek ve bu mevzuatı etkin bir biçimde uygulayacaktır. Türkiye kendi iç mevzuatını ortaklık mevzuatına uyumlu hale getirmekle yükümlüdür. Gümrük birliği aşamasında daha çok ticari işlemlerle ilgili yasal düzenlemeler üzerinde uyumu sağlayacak ve kolaylaştıracak düzenlemelerin yapılması gerekecektir. Türkiye''in Ticaret Yasası ve Borçlar Yasası başta olmak üzere 100'' yakın yasada uyuma yönelik değişiklik yapması gerekmektedir.

Türkiye, gümrük tarifeleri, yatırımların teşviki, mali mevzuata ilişkin bazı hükümler, KKTC ve Türk Cumhuriyetleri gibi taraf olmayan üçüncü ülkelerle ticaret konularında "egemenlik" haklarından vazgeçecektir. AB üyesi ülkelerde tarım sektörü teşviklerle korunurken Türkiye "azgelişmiş" sanayisini destekleme politikasını terk etmek zorunda kalabilir. Bu yüzden andlaşma taslağında Türkiye'nin gelişmekte olan sektörleri kapsam dışında tutulmalı ve en azından bu sektörler büyüyene kadar onların korunması için gereken önlemler alınmalıdır. Bu andlaşmaya göre;

a. Türkiye ve Avrupa Birliği'nde üretilen veya üçüncü ülkelerden gelen tarım dışındaki ürünler serbestçe dolaşacak. Bu konuda AT Ortak tarım Politikası CAP'ın iyi etüd edilmesinde fayda vardır.

b. Gümrük vergileri karşılıklı olarak sıfırlanacak. Cancak, AB'nin tekstil kısıtlamalarını kaldırmasına şart olarak, Türkiye'de gümrük birliği andlaşmasından doğan yükümlülüklerini yerine getirecektir. Özellikle Türkiye'nin tekstil sektöründen çekinen Yunanistan gibi üye ülkelerin tekstil konusundaki kısıtlamaları tutmak istemelerine dikkat edilmelidir. Nitekim ki bu andlaşmanın kağıt üzerinde kalmasının her iki taraf içinde faydası yoktur.

c. Beş yıl içinde, Türkiye AB Mevzuatına uygun standardizasyon gerçekleştirecektir.

d. Türkiye'nin üçüncü ülkelere uygulayacağı ithalat ve ihracat politikası AB mevzuatına uygun olacaktır. Japon otomobilleri ile ilgili sorun AB ile Türkiye arasına daha sonra müzakere edilecektir. Bu konuda Türkiye'nin tutumu çok önemlidir çünkü dünyanın en başta gelen kredi ülkesi Japonya ile ilişkilerimizi iyi tutmakta ve bu ülke ile ticari ilişkimizi korumak ve geliştirmekte fayda vardır. Türkiye'nin AT içinde çıkarlarını diğer üye ülkeler gibi iyi koruması gerekmektedir.

e. Fikri ve Sınai Mülkiyet ve patent yasası konusunda, Türkiye üç yıl içinde AB mevzuatına uyacaktır. Türkiye, devlet tekellerinin 2 yıl içinde kaldırılması konusunda AB ile uyuma girecektir.

f. Taraflar, ithal mallara, dolaylı veya dolaysız olarak, milli mallara uyguladıklarından daha fazla vergi uygulamayacak.

g. Andlaşma, 31.12.1995'te yürürlüğe girecek ama 1 ekim 1995 öncesindeki bir ortaklık konseyinde gözden geçirilecek ve taraflar taleb ederse gümrük birliği'nin 1 Temmuz 1996'da yürürlüğe girmesi kararlaştırılabilecek.

h. Sınai işbirliği, ulaşım, komünikasyon, yol, petrol transit, bilgisayar, bilim, istatistik, adalet, kültür işbirliğine gidilecek ve Türkiye AB'nin imkanlarından yararlanacaktır.

i. Siyasi diyalog geliştirilecek ve iki tarak dış güvenlik konularını tartışmak için bir araya gelecek.

Gümrük Birliği'nin Sağlayacağı Yararlar

- Gümrük vergilerinin kalkması sonucu ithal girdiler ucuzlayacak ve daha kolay bulunabilecek. Böylece ithal girdilerdeki fiyat düşüşü, maliyeti azaltıp, mamül madde fiyatlarını cazip hale getirecek. Sonuç olarak ihracat artışı gerçekleşecek.

- Gümrük vergilerinin kalkmasıyla ortaya çıkacak diğer bir yarar da yatırım için gerekli makine ve teçhizat alımlarına gelecek kolaylık. Böylece sabit sermaye yatırım harcamaları fazlalaşacak.

- Makine ve teçhizat alımlarına gelecek kolaylık sonucu teknoloji yenileme imkanı çabuklaşarak, teknoloji transferi kolaylaşacak.

- Sabit sermaye yatırımlarının artması ve teknolojinin yenilenmesi ile üretim kalitesi artacak, üretim teknikleri hızla gelişecek, Pazar büyüyecek ve sonuç olarak ihracat artacak.

- Ucuz ve kaliteli hammadde elde etme olanağı artınca, maliyetler ucuzlayacak ve rekabet de artış görülecek. Böylece, üründe bolluk ve çeşit fazlalığı olacak.

- Özellikle tekstil sektöründe kotaların kalkması, bu sektöre büyük olanaklar sağlayacak.

- Bürokrasi azalıp, gümrük işlemleri kolaylaşacak. İhracata kolaylık gelecek, böylece zamandan tasarruf sağlanacak.

- İhracatın artması ve pazarın genişlemesiyle üretim artacak, böylece istihdam artacak.

- AB ülkelerine satışta, üçüncü ülkelere göre avantaj sağlanacak.

- Yabancılarla ortaklık kolaylaşacak.

- Siyasi ve ekonomik baskılar azalıp, zaman içinde kalkacak.

- Daha ucuz finansman olanağı doğacak, iç pazarda da ucuz mal bulunabilecek.

- Know-how ve patent konusunda yarar sağlayacak.

Olumsuz Yönde Etkilenmemek İçin Alınması Gereken Önlemler

- İnsana yatırım yapmaya ve teknoloji yenilenmesine öncelik verilmeli.

- Türkiye için finansman sorunu temel problemlerin başında geliyor. Bu alanda devletin tüm olanak ve kaynakları, ekonominin en verimli sektörü olan sanayi kesimine yönlendirilmeli.

- Verimliliğin mümkün olduğunca hızla AB düzeyine yakınlaştırılması, kalite ve standartların eş düzeye getirilmesi için çalışmalar yapılmalı.

- En fazla istek bulan önlemlerden birisi de teşvikler konusu. AB ile rekabet edebilmek için her konuda mümkün olduğunca devlet desteği isteniyor. Teşvikten yoksun bir sanayi düşünülemez. Teşviklerde AB normlarına uyulması isteniyor.

- Vergide kırtasiyecilik azaltılmalı, vergi yükü hafifletilmeli ve verimlilik sağlanmalı. KDV gözden geçirilmeli.

- Pazarlama ve Pazar bulmada başta devlet, meslek kuruluşları, diğer kurumlar ve her kesimden destek istenmeli.

- Hammadde temininde KİT'lerle ilgili sorunlar çözülmeli ve özelleştirme en kısa dönemde sağlanmalı.

- Bürokraside en kısa zamanda, Batı standartlarına ulaşılmaya çalışılmalı.

- Yabancı ortaklıklar daha fazla özendirilmeli.

- Hammadde, ambalaj ve diğer girdi fiyatlarında düşüş ve istikrar sağlanmalı. Enerji fiyatları, AB fiyatları seviyesine çekilmeli.

- Çevre koruma önlemleri alınmalı.

- Kalite ve kontrolde mekanizmalar hemen kurulmalı, ISO 9000 normlarına uyum sağlamada destek ve teşvik sağlanmalı ve önlem alınmalı.

Bu dönemde Topluluk ile ilişkilerimizde, gördüğümüz gibi, ekonomik sorunlar ağırlığı teşkil etmiştir. Ancak hemen belirtmemiz gerekir ki Avrupa Topluluğu siyasi konulara yeni yaklaşımlarını, özellikle demokrasi ve insan hakları üzerine görüşlerini bu dönemde şekillendirmeye başlamıştır. Bakanlar Konseyi'nin üyelikle ilgili nihai kararında siyasi mülahazalar ekonomik endişelerin önüne geçmiştir. Yunanistan tam üyelik başvurusuyla zamanlama açısından Avrupa Topluluğu'nun bu yeni dinamiğiyle uyum içinde olurken, Türkiye iç çalkantıların içine gömülerek bu önemli fırsatı kaçırmıştır. Konuya ilişkin birçok gözlemci Türkiye'nin bu dönemde Avrupa Topluluğu'na tam üyelik için tarihi bir fırsatı kaçırdığını belirtmekte ve Ecevit'i bu gelişmeden sorumlu tutmaktadırlar.

Ecevit hükümeti dışında Demirel dönemi koalisyonları da Avrupa Topluluğu'yla ilişkilere gereken ağırlığı vermemişlerdir. Avrupa Topluluğu ile ilişkilerimiz açısından önemli ve geniş bir toplumsal kesim gümrük birliğine karşı tutum takınmıştır.

1980'LERDE TÜRKİYE - AVRUPA TOPLULUĞU İLİŞKİLERİ VE DEMOKRASİ SORUNU

Avrupa Topluluğu ile ilişkilerimiz uyumsuz bir şekilde seyrederken 12 Eylül 1980 askeri müdahalesiyle birlikte sorunlar daha da artmıştır. 1980'ler Avrupa Topluluğu - Türkiye ilişkilerinde demokrasi ve insan hakları konularının ön plana çıktığı ve bu konularda Topluluk ile Türkiye arasında farklı bakış açılarının sergilendiği bir dönem olmuştur. Yunanistan, Portekiz ve İspanya'nın başvurusuyla Avrupa Topluluğu demokrasiyi vazgeçilmez koşul olarak belirlerken; Türkiye, Topluluğun bu yaklaşımını içişlerine müdahale şeklinde nitelendirmiştir. Türkiye, demokrasiye geçiş sorununu zamanla gerçekleşecek bir amaç olarak görürken, Topluluk demokrasiyi Avrupalılığın temel koşulu haline getirmiştir. Böylece, 1970'lerden beri süregelen ekonomik sorunlara siyasi sorunlar da eklenmiş ve Avrupa Topluluğu'yla ilişkilerimizde iktisadi ve siyasi sorunlar içice geçmeye başlamıştır.

Avrupa Topluluğu 12 Eylül 1980 askeri müdahalesinden sonra bir süre Türkiye'deki siyasi gelişmelerle ilgili olarak "bekle gör" politikası izledi. Topluluğun Türkiye'ye tavrı Milli Güvenlik Konseyi'nin bütün partileri ilga eden kararından sonra sertleşmeye başladı. Bu tavrın göstergeleri arasında Avrupa Topluluğu'nun 4.Mali Protokol'ün uygulanmasını ertelemesi ve Avrupa Parlamentosu'nun toplanmaması sayılabilir. Bu ortamda yapılan 1983 genel seçimleri de Türkiye-Avrupa Topluluğu ilişkileri açısından bir değişiklik getirmedi.

Bu dönemde, Türkiye-Avrupa topluluğu ilişkilerinde insan hakları konusu ön plana çıktı. Dönemin Avrupa Topluluğu Bakanlar Konseyi Başkanı Belçika Dışişleri Bakanı Tindemans başkanlığındaki heyet Türkiye'deki insan haklarının durumu hakkında oldukça eleştirel bir rapor hazırladı ve bunu diğer raporlar izledi. Bu raporlar, hem askeri yönetim hem de 1983 seçimlerinden sonra Başbakan Özal tarafından egemen bir ülkenin içişlerine müdahale şeklinde değerlendirildi. Böylece, Avrupa Topluluğu ile Türkiye'nin demokrasi tanımlarının çatıştığı bir döneme girildi. Türkiye demokrasinin iç sorunu olduğunu söyler ve demokrasiyi göreceli bir kavram olarak belirlerken; Avrupa Topluluğu, Yunanistan, Portekiz ve İspanya'nın Topluluğa başvuruları sırasında demokrasiyi Topluluk üyeliğinin vazgeçilmez koşulu haline getirmişti. Yunanistan, Portekiz ve İspanya otoriter rejimden demokrasiye geçerken, Türkiye'nin otoriter rejime yönelmesi Topluluğun dikkatinin Türkiye üzerinde toplanmasına ve ilişkilerin askıya alınmasına yol açmıştır.

Avrupa Topluluğu'nun bu tavrı 1984 yerel seçimlerine kadar sürdü. Topluluk yasaklanan partilerin katılabildiği bu seçimleri Türkiye'de demokrasiye doğru bir adım şeklinde değerlendirerek ilişkileri normalleştirme yönünde ilk sinyalleri verdi. Özal hükümetinin ilişkileri normalleştirme arzusu da buna eklenince, Topluluk demokrasi konusundaki duyarlılığını bırakmadan Ortaklık Anlaşması'nın canlandırılması yönünde girişimlerde bulundu. Uzun bir aradan sonra Ortaklık Konseyi 19866'da toplandı ve 4.Mali Protokol'ün yürürlüğe girmesi konusu görüşülmeye başlandı. Ancak, gerek 4.Mali Protokol'ün yürürlüğe girmesi gerekse Ortaklık Anlaşması'nın canlandırılması Yunan vetosu yüzünden mümkün olamadı. Esasında, 1981 yılından beri askıda olan 4.Mali Protokol, Türkiye-Avrupa Topluluğu ilişkilerinin zamanla en önemli göstergesi haline gelmiştir. Bu protokol bir yandan Topluluk ile ilişkilerimizde ekonomik sorunların nasıl siyasileştirildiğini gösterirken, öte yandan Yunanistan'ın Topluluk üyesi olduktan sonra Avrupa Topluluğu-Türkiye ilişkilerinde ne kadar etkili rol oynadığını gözler önüne sermektedir. Yunanistan'ın 1981 yılında tam üye olmasıyla Yunanistan faktörünün Türkiye-Avrupa Topluluğu ilişkilerinde etkisi son derece artmıştır. Yunanistan bu dönemde Türkiye-Avrupa Topluluğu ilişkilerinin normalleşmesini engelleyen b ir tutum takınmıştır. Yunanistan'ın tam üyeliği Avrupa Topluluğu üyeleri arasında Türkiye'deki demokrasi konusuna ait endişelerin arttığı bir ortama denk gelmiştir. Bu ortam Yunanistan'ın Türkiye-Avrupa Topluluğu ilişkilerinde ağırlığının artmasında önemli bir etken olmuştur. Ayrıca, Yunanistan'ın bu rolü birçok Avrupa Topluluğu üyesi ülkenin de işine gelmiştir. Kendilerinin de Türkiye ile ilgili çekinceleri varken bunları açıkça söylemekten kurtulmuş ve kenara çekilerek Türkiye-Avrupa Topluluğu ilişkilerinde meydanı Yunanistan'a bırakmışlardır.

İlişkilerin nasıl normalleştirileceği üzerine tartışmalar sürerken, Özal hükümeti 14 Nisan 1987'de Avrupa Topluluğu'na tam üyelik başvurusunda bulundu. Türkiye'nin başvurusunun topluluğun yeni üyelik başvurularına pek de istekli olmadığı bir döneme denk geldiğini görmekteyiz. Yunanistan, Portekiz ve İspanya'nın üyelikleriyle birlikte genişleyen Topluluk bir yandan karar alma mekanizmasının yavaşlaması sorunuyla, diğer yandan da yeni üyelerin ekonomik sorunlarından dolayı artan ekonomik güçlüklerle uğraşmaktaydı. Ayrıca, 1970'lerin ekonomik durgunluk ortamında Topluluk yöneticileri Avrupa sanayiinin Japonya ve ABLD karşısında rekabet gücünü kaybettiğini düşünüyorlardı. Bu değerlendirmeler sonucu Topluluk yöneticileri karar alma mekanizmasında etkinliği ve Topluluk'un küresel sistemdeki rekabet gücünü arttırma düşüncesiyle reform düzenlemelerine ağırlık verdiler. Reform yönelişi "Tek Pazar" konusunda somutlaştı. Böylesine kritik bir reform sürecine giren Topluluğun yeni bir başvuruya olumlu bakması mümkün değildi. Bu başvurunun bir süredir önemli sorunların yaşandığı Türkiye'den gelmesi şansını daha da azaltıyordu.

Türkiye'nin tam üyelik başvurusunda Toplulukla ilişkilerimizi etkileyen iki geleneksel unsur olan Batılılaşma ve Yunanistan faktörü yine önemli rol oynamış gözükmektedir. Dönemin Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz'ın "Türkiye Batı'nın diğer kurumlarının nasıl üyesiyse, Avrupa Topluluğu'nun da üyesi olmalıdır" demesi geleneksel bakışı gündeme getirmektedir. Soğuk Savaş ortamında güvenlik endişeleriyle Türkiye'ye oldukça sıcak bakan Avrupa Topluluğu, ekonomik ve siyasi mühalazalarla Türkiye'ye aynı sıcaklıkta bakmamaktaydı.

Türkiye'nin tam üyelik başvurusunda Yunanistan faktörü de önemlidir, ancak bu konuda geç kalınmıştır. Yunanistan'ın tam üye olmasıyla Ege ve Kıbrıs konularında Avrupa Topluluğu'nu yanına aldığı görülmüş ve daha önce bu konularda Türkiye ve Yunanistan'a eşit mesafede olan Topluluğun tavrını değiştirerek Yunanistan'ın bu konulara ilişkin politikalarına daha yakın davrandığı ortaya çıkmıştır.

Böyle olumsuz bir ortama denk gelen Türkiye'nin tam üyelik başvurusu sürüncemede kalmıştır. Avrupa Topluluğu Komisyonu'nun Türkiye'nin başvurusu hakkındaki raporunu hazırlaması, Yunanistan, Portekiz ve İspanya örneklerinden farklı olarak oldukça uzun bir süre almış, 2.5 yıl kadar sürmüştür. Komisyon, raporunda Topluluğun dinamikleri ve Türkiye'nin ekonomik ve siyasi durumunu değerlendirerek, Topluluğun Türkiye'yi üye kabul etmeye ve Türkiye'nin de Topluluğa tam üye olmaya hazır olmadığı sonucuna varmıştır. Raporda, Türkiye'nin yaşadığı ekonomik ve siyasi sorunlarla Topluluğa yakın bir sürede uyumunun mümkün olmadığı vurgulanmıştır. Komisyon tam üyelik konusuna olumsuz bakarken Topluluk ile Türkiye arasında uzun süredir dondurulmuş olan Ortaklık Anlaşması'nın canlandırılması önerisinde bulunmuştur. Bu canlandırma için ise kamuoyunda "Matutes Paketi" diye bilinen bir işbirliği paketi önerilmiştir. Bu paket, gümrük birliğinin tamamlanması, mali işbirliğinin canlandırılması, sanayi ve teknoloji alanlarında işbirliğinin desteklenmesi, siyasi ve kültürel işbirliğinin kuvvetlendirilmesi unsurlarından oluşuyordu.

Bu paket Türkiye ve Avrupa Topluluğu'nda farklı şekillerde yorumlandı. Türk tarafı başlangıçta iyimser bir havada belirtilen önerileri tam üyeliğe ulaşmanın uzantısı olarak görme eğilimindeyken, Topluluk tarafı bu önerilerin Topluluk ile Türkiye arasındaki işbirliğini arttırmayı amaçladığını, tam üyeliği hedeflemediğini belirtmeye çalıştı. Bu paketin uygulanması ise kolay olmadı, çeşitli güçlüklerle karşılaşıldı ve mali işbirliği konusu yine Yunanistan'ın vetosuna takıldı.

SOĞUK SAVAŞ SONRASI ORTAM VE TÜRKİYE-AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ

Türkiye-Avrupa Topluluğu ilişkileri Soğuk Savaş ortamında şekillenmiştir. Güvenlik endişelerinin ağırlık taşıdığı bu ortamda Türkiye-Avrupa Topluluğu ilişkileri bir süre oldukça sorunsuz yürümüştür. Ancak, Avrupa Topluluğu 1970'lerin ortalarından itibaren Soğuk Savaş koşulları dışına çıkmış; insan hakları ve demokrasi konularına önem vermeye başlamış, Türkiye ise Soğuk Savaş parametreleri ile hareket etmeyi sürdürmüştür. Bunun sonucunda Avrupa Topluluğu ile Türkiye'nin olaylara bakışı farklılaşmış ve ilişkilerde uyumsuzluk ortaya çıkmıştır. Tam üyelik başvurumuz da olumsuz bir ortama denk gelmiş ve bu uyumsuzluğu giderememiştir.

Soğuk Savaş sonrası ortamda Doğu-Batı ekseninin önemini yitirmesiyle Türkiye'nin yeni bölgesel politikalar oluşturma ortamı ve yakın komşularıyla ilişkilerini geliştirme konusunda daha fazla esneklik olanağı ortaya çıkmıştır. Bu durum Avrupa Topluluğu ile ilişkilerimizde oldukça gergin bir ortama denk geldiğinden, bu dönemde Türkiye'de bölgesel ilişkilerin daha önemli olduğu ve Avrupa Topluluğu'yla yakın ilişkilere eskisi kadar gerek olmayabileceği düşüncesi yeşermeye başlamıştır. Avrupa Topluluğu'nun da Türkiye'nin 1987'deki tam üyelik başvurusuna karşı takındığı olumsuz tavır bu gelişmede oldukça etkili olmuştur.

Son yıllardaki gümrük birliğine ilişkin tartışmalar iktisadi gibi görünen bir konunun zamanla nasıl siyasileştiğini göstermesi bakımından son derece önemlidir. Konunun ekonomik yanları ikinci planda kalmış ve Kıbrıs meselesi, DEP davası, insan hakları ve demokrasi konuları gündemi belirlemiştir. Son gümrük birliği tartışmalarında 1970'lerdeki gümrük birliği tartışmalarından oldukça farklı bir süreç yaşanmıştır. O dönemdeki gümrük birliği tartışmalarında iktisadi unsurlar ağırlıktaydı: Gümrük birliğine, sanayileşme ve ithal ikameci kalkınma stratejisini olumsuz etkileyeceği düşünülerek, karşı çıkılmıştı. Oysa 1980'lerden itibaren gelişen süreçte Avrupa Birliği ile ilişkilerimizde siyasi ve iktisadi konular öylesine içice geçmiş ve hatta siyasi meseleler o kadar ağırlık kazanmıştır ki son gümrük birliği tartışmalarında gündem bütün ilişkileri kapsar hale gelmiştir. 1980'lerin başından beri Avrupa Birliği ile ilişkilerimizde gerginlik yaratan Kıbrıs meselesi ve insan hakları gibi siyasi konular, son gümrük birliği tartışmalarının ana konuları haline gelmiş bulunmaktadır. Bu durum bize ekonomik konuların siyasileşmesini göstermesinin yanısıra, biriken ve halledilmiş sorunların artık Topluluk ile her ilişkimizi etkiler hale geldiğini ortaya koymaktadır. Avrupa Birliği ile aramızdaki sorunların tartışılmasında sürekli olarak aynı konular gündeme gelmektedir. Gümrük birliğine ilişkin son tartışmalar da Türkiye Avrupa Birliği ilişkilerinde iki tarafın olaylara bakışının farklılaştığını ve temel bir uyumsuzluğun ortaya çıktığını göstermektedir.

Türkiye'nin Avrupa Birliği ile ilişkilerindeki politikasının bilindiği gibi iki temel unsuru vardır: Gümrük Birliği tam üyeliğe uzanan yolda bir aşama şeklinde görülmekte, hatta tam üyelikle desteklenmeyen gümrük birliğinin sorunlu ve kabul edilemez olduğu da sıkça vurgulanmaktadır. Türkiye - Avrupa Topluluğu/ Birliği ilişkilerinde yaklaşık yirmi yıldır yaşanan gerginliklerden sonra Ortaklık Konseyi'nin 6 Mart 1995 tarihli gümrük birliğinin tamamlanmasıyla ilgili kararı almasıyla ilişkilerin yumuşayacağı yeni bir döneme girileceği düşünülmüştü. Ancak, kısa bir zamanda bu kararın üyeliğe giden yolu açmadığı görülünce, gümrük birliğiyle ilgili eleştiriler hızla arttı. Avrupa Birliği'nin genişleme sürecine ilişkin görüşmeler ve bu süreçte Türkiye'nin belirsiz konumu da Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin geleceği konusundaki tartışmaya ivme kazandırmış gözükmektedir.

Türkiye'nin ekonomisi 1980'li yıllardan itibaren AET'ye uygun hale gelirken toplumsal yapısı ile yasalara uyum konusunda ciddi eksiklikler vardı ve bu konularda çözümler getirilmemişti.

1987 Nisan ayında, Türkiye AET'ye tam üyelik başvurusunda bulundu, AET, Aralık 1989'da, açık yanıt vermekten kaçınarak, üyeliğin birçok nedenden ötürü güncel olmadığını bildirdi. Bu nedenler içinde başta Türkiye'nin üye ülkelere oranla gelişme düzeyinin düşüklüğü ve insan hakları konusunda sorunları bulunması yer almaktaydı. Gümrük Birliğinin uygulanabilmesi için karşılıklı işbirliğinin geliştirileceği belirtilmişti.

AET, Türkiye'ye dikkatli bir dille yanıt vermişti. Buna rağmen, Türkiye Topluluğa kolay asimile olacak bir üye değildi. Türkiye'nin üyeliğini engelleyen birçok neden, ülkenin büyüklüğü ve toplumsal yapısıyla bağlantılıydı. Türkiye diğer üyelerden ve üyeliğe aday ülkelerden daha fakir ve daha az gelişmiş olması yanı sıra, birleşik Almanya dışında, hepsinden daha fazla nüfusu olan bir ülkeydi. Nüfusunun Almanya'yı geçmesi ise sadece birkaç on yıllık bir sorundur. Üyelik başvurusunun yapıldığı 1987'de kişi başına düşen gayri safi milli hasıla yaklaşık 1.000 USD idi ve bölgeler arası dağılımı büyük farklılıklar göstermekteydi. Bu, kırsal alanda çok kalabalık bir mevsim işçisi ve kentlere göç eden işsizler ile gelişmemiş bir yapıda kendisini göstermektedir. Türkiye''in üyeliği, Avrupalı üyelere ortak tarım politikası ve işgücünün serbest dolaşımı konularında büyük zorluklar çıkaracaktı. Sadece, pratik nedenlerden ötürü, işbirliği için başka çözümler bulmak gerekiyordu ve çözüm, gümrük birliğinin temelini atmak oldu.

Avrupa Parlamentosunda Türkiye'nin üyeliğine ilişkin müzakereler, Türkiye'nin Avrupa'ya üyeliğini eleştiren veya kararsız olan güçlü bir muhalefet bulunduğunu gösterdi. Böylece onlar, Türkiye'nin gümrük birliğine girmesini engellemek veya en azından ertelemek istediler. Bu nedenle dikkatler Türkiye'nin Batının adalet anlayışına uyum gücünün yetersizliğine, insan hakları reformlarını gerçekleştirmedeki güçlüklerine ve Kürt sorununa çekildi. Eleştiriler geçerlidir ancak, öyle gözüküyor ki, bu eleştiriler Osmanlılar ile Avrupalılar arasında asırlarca süren çatışmalar ve Balkanlar'daki bağımsızlık mücadeleleri sonucu Avrupa'da Türkiye ve Türkler hakkında yaratılan ön yargılardan etkilenmiştir.

Avrupa'da, Devlet yönetimleriyle, kamuoylarının Türkiye'ye karşı tavırları birbirlerinden farklıdır. Jeopolitik ihtirasları olan ülkelerin hükümetleri, bölgesinde önemli bir güç olan ve İslam dünyasındaki en önemli müttefiki Türkiye'yi kendisine daha fazla bağlamanın önemini kavradığı için uyum talebini pazarlık etmeye hazırdır. Buna karşın parlamentolar ve genel kamuoyu, Avrupa'ya derhal uyumu, karşılanması imkansız bir koşul olarak ileri sürme eğilimindedirler. Birçok açıdan amaca en uygun olanı, değişik talepler üzerinde uzlaşarak ortak bir politika ile, Türkiye'nin uyumu için ileri sürülen koşullara belli bir süre tanıyarak, Türkiye'nin Birliğe üyeliğine hoş geldin demektir.

Burada, Türkiye'nin AB'ye daha fazla yakınlaşmasına karşı en açık engel, Yunanistan'ın duygusal nedenle yaptığı sert muhalefettir. Bu tavır, Doğu Avrupa Ortodoks Hıristiyanların, aynı memleketli Müslümanlara, vatandaşlara ve komşularına karşı duydukları tarihten kaynaklanan çelişkinin bir parçası olarak görülebilir.

Avrupa Birliği'nin genişleme süreci tartışmalarına baktığımızda, Türkiye'nin tam üyelik beklentisini daha uzun bir zaman dilimine yayması gereği ortaya çıkmaktadır. Avrupa Birliği ile ilişkilerde gerginlik yaratan ve gittikçe telaffuz edilmekten kaçınılan tam üyeliğimiz, Soğuk savaş sonrası gelişmeler ışığında daha da zorlaşacak gibi gözükmektedir. Bu ortamda hayal kırıklığı yerine, tam üyelik konusunun daha uzun zamana yayılacağını düşünerek, Avrupa Birliği ile ilişkilerimizi ne şekilde daha zenginleştirip, artırabileceğimizi düşünme yoluna gitmeliyiz. Avrupa Birliği'nde birçok öğenin gözden geçirildiği bir süreçte Avrupa Birliği ve Avrupalılık yeniden tanımlanırken, bizim de "Avrupa bizi dışlıyor" yaklaşımları yerine "Avrupa'nın içinde nasıl yerimizi alabiliriz?" şeklinde düşünmemiz ve bu doğrultuda yeni yaklaşımlar içine girmemiz gerekmektedir. Türkiye'nin Avrupa projesinin parçası olma sürecinde, Avrupa Birliği'nin dinamiklerini yakından izleme ve Türkiye'deki gelişmeler ile bu dinamik arasında uyum sağlama zorunluluğu bulunmaktadır.





 
 

ormela.tr.gg
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol