İletişim Adresi

   
  ORHAN YILDIZ
  ilk Turk Devletlerinde Kultur ve Medeniyet
 

İLK TÜRK DEVLETLERİNDE KÜLTÜR VE MEDENİYET

1. BOZKIR KÜLTÜRÜ

2. DEVLET YÖNETİMİ

3. TOPLUM YAPISI

4. ORDU

5. DİN VE İNANIŞ

6. HUKUK

7. SOSYAL VE İKTİSADİ HAYAT

8. YAZI, DİL VE EDEBİYAT

9. BİLİM VE SANAT

10. TÜRK KÜLTÜRÜNÜN ÇEVRE

KÜLTÜRLERLE MÜNASEBETLERİ

BOZKIR KÜLTÜRÜ

Türk tarihinin ilk safhası daha ziyade Asya ve Avrupa bozkırlarında geçmiştir. Bunun hiç şüphesiz en önemli sebebi Türk'lerin bu tabii yaşam şartlarını sevmeleri olmuştur. Bu sebepten düşünce tarzı, inancı, dünya görüşü, örf ve gelenekleri bozkırların köklü izlerini taşır.

İlk kültürler doğdukları bölgenin şartları içinde gelişmiştir. Bunun için avcılık ve ormancılıkla geçinen kavimler "asalak "kültüre sahip olmuşlardır. Tarıma elverişli alanlarda yaşayanlar çiftçilik yapmışlar ve "köylü" kültürünü oluşturmuşlar. Besicilikle yaşayan bozkırdakiler ise "çoban" kültürünü oluşturmuşlardır.

Bozkırlar çöl değildir, bol otlakları ile besiciliğe elverişli,kuru tarıma imkan veren rutubetli yüksek yaylalardır. Ancak bir kültürün oluşması için sadece coğrafi şartlar yeterli değildir. İnsan unsuru da önemli bir rol oynar.
O halde her kültürün üç temel kaynağı bulunmaktadır:
1-Coğrafi çevre
2-İnsan
3-Cemiyet

Buna göre uzun geçmişi bozkır şartları içinde geçen Türk topluluğunun kendine mahsus bir kültür tipine sahip olacağı meydandadır. Biz buna doğuş ve gelişme safhasından dolayı "Bozkır Kültürü" diyoruz. Başka bir deyişle Bozkır kültürü Türk kültürü demektir.

Bozkır kültürünü göçebe olarak ta nitelemek yanlıştır. Türk kültürü "at" üzerine kurulmuştur. Fakat temel prensipleri sadece bundan ibaret değildir. Bunun yanında "demir"de vardır. Ayrıca bir hukuk anlayışı ile donatılmıştır. Din, düşünce, ahlak yönlerinden de tamamlanmaktadır.

Buna karşılık "at" göçebelerin hayatında birinci planda görülmez. Bozkır kültürüne karakter veren "demir"e pek çok göçebe kavim kültüründe rastlanmaz. Göçebelerdeki Din ,Hukuk, Devlet anlayışı da Türklerdeki gibi değildir.

Bu sebepten dolayı bozkır kültürünü göçebe kültürü şeklinde tarif ilme aykırıdır.

DEVLET YÖNETİMİ

A) DEVLET:

İslamiyet'ten önce Türkler devlete İL veya EL demişlerdir.
Hükümdarların Ünvanları: Türkler Hükümdarlarına Şanyü, Tanhu, Hakan, Han, Yabgu, İlteber, İdi-kut, Erkin gibi ünvanlar vermişledir.

Türk Hükümdarlarının Tahta Çıkışı Tarih Boyunca Kaç Değişik Şekilde Meydana Gelmiştir?
1- Hanedan üyeleri arasında siyasi ve askeri mücadeleyi kazanan hükümdar olarak tahta çıkıyordu. (En sık rastlanan durum)
2- Hükümdarın rakipsiz aday olması (Bu durumda taht kavgası olmadan başa geçiyordu.)
3- Seçim Usulü (Kengeş, toy veya kurultay denilen devletin ileri gelenlerinden oluşan meclisin toplanarak hanedan üyelerinden birini tahta geçirmesi.
4)- Ekber ve Erşed (En yaşlı ve Olgun) olanın başa geçmesi. (Bu yöntem III. Ahmet zamanından itibaren sadece Osmanlı Devletinde uygulanmıştır.

Hakanın Görevleri:

Hükümdarlık güç ve yetkilerini Tanrıdan ( Tengri ) alan hakanların önde gelen görevi, milletini refah ve barış içinde özgür olarak yaşatmaktı. Ayrıca ülke çapında asker toplamak, orduyu idare etmek, devletin yüksek meclisini yönetmek, hakanın görevleri arasındaydı.

Hükümdarlık Sembolleri:

Türk devletlerinde hakan, idare etme yetkisi ve devlet başkanı sıfatını belirten bazı sembollere sahipli. Bunlar otağ (hakan çadırı), taht, tuğ (sancak, bayrak), davul ve sorguç (serpuş)'tur. Hakan'ın belirli zamanlarda devlet ileri gelenlerine ve halka, törenlerde resmî ziyafet vermesi hükümdarlık gereğiydi.

Hatun (Katun):

Hakanın eşine hatun denirdi. Türk devlet idaresinde hatun da söz sahibiydi. Savaşlarda hakanın yanında yer alan hatun, devlet adamı gibi eğitilir ve yetiştirilirdi. Böylece devlet idaresi ve komşu devletler hakkında bilgi sahibi olur, gerektiğinde devlet başkanlığı yapar, elçi kabul eder ve devlet meclisine katılabilirdi

Veliaht:

Hakanın ölümünden sonra onun yerine geçen veliahtın büyük oğul olması gerekli değildi. Tahta geçecek kişinin çoğunlukla faydalı ve başarılı olabilecek yeteneğe sahip bir hanedan üyesi olması, ön planda tutulmuştur. Ayrıca veliaht küçük yaşta ise, amcasının tahta geçmesi mümkün olabiliyordu.

DİKKAT :

Tanrı tarafından hakana verildiği düşünülen yönetme hakkının kan aracılığıyla hakanın bütün evlatlarına da geçmiş olduğu düşüncesi, her prensin ( tegin ) tahtta hak iddia etmesine yol açabiliyordu. Bu suretle kardeşler arasında doğan taht mücadelesi, üstün gelen tarafın hakan olmasına kadar sürerdi. Ancak bu mücadeleler devletin zayıflaması, hatta parçalanmasına dahi yol açabilmektedir.

Kimler Türk Devletlerinde Hükümdar Olabilirdi?

Hanedandan olan bütün erkeklerin hükümdar olma hakları vardı. (Kardeşler, kardeş çocukları, amca, amca çocukları ve diğer hanedan üyeleri.)

Kut Anlayışı Nedir?

Türkler devleti yönetme yetkisinin TANRI tarafından verildiğine inanıyorlardı. Tanrı tarafından verilen bu yönetme hakkına KUT diyorlardı. KUT'un kan yoluyla hükümdarın tüm erkek çocuklarına geçtiğine inanıyorlardı.

Kut Anlayışı Türk Devletlerini Nasıl Etkilemiştir?

Bütün hanedan üyelerinde KUT olduğundan kendine siyasi ve askeri bakımdan güvenen kişi TAHT KAVGASINA girebiliyordu. Bu durum Türk devletlerini ya iç savaş sonucu istikrarsızlığa, yada bölünmeye götürüyordu.

NOT:

Türk töresinde ana-babaya itaat esas olmasına rağmen, hükümdar bunun dışında tutulmuştur. Devletin devamı için baba-oğul veya kardeşlerin birbirleriyle mücadelesi normal karşılanmıştır. Çünkü bu sayede en güçlü ve en yetenekli kişi devletin başına geçecektir.

İkili Yönetim (Çifte Krallık) Nedir?

Türk Devletlerinde hükümdar yönetimi kolaylaştırmak için ülkeyi SOL(Doğu) ve SAĞ(Batı) olmak üzere ikiye ayırırdı. Ortada (Merkezde) ise asıl hükümdar bulunurdu. Sağ ve Solda ise Hanedan üyelerinden YABGU'lar bulunurdu.

Eski Türklerde siyasi teşkilatlanmanın en üst kademesini "İL" meydana getiriyordu. Bodun'lar ve Boy'ların merkezden idare edilmesi sayesinde İl'de birleşmiş olan halk, "töre" denilen ortak idari ve hukuki düzenle yönetilirdi. Demek ki Türk"il"i yurdu koruyan, milleti huzur ve barış içinde yaşatan bir siyasi kuruluştur.

Türk ilinin özellikleri şöyle özetlenebilir:

1-İstiklal

Bu konuda Asya Hun Devlet meclisindeki şu konuşma (Çin yıllıklarından alıntıdır) Türklerin bağımsızlık hakkındaki bütün görüşünü kısaca özetler:
"İstiklale karşı hayranlık duymak ve bağımlı olmayı yüz kızartıcı saymak bizim geleneğimizdir. Atalarımızdan toprakla beraber devr aldığımız devletimizi; Çin ile uzlaşmak pahasına feda edemeyiz. Mücadele edecek savaşçılarımız mevcut iken devletimizi korumalıyız".(Çiçi'nin konuşması M.Ö.58)

2-ÜLKE

Yine bu madde şu güzel örnekle açıklanabilir:
Asya Hun Tanhu'su Motun, komşu Tung-Hu'ların vergi olarak at ve kadın istemelerine fazla itiraz etmemişti. Fakat devlet arazisi isteğiyle karşılaştığı zaman ,devlet meclisinde, toprağın devlete temel olduğunu ,kendisinin kimseye arazisini terk et demeye yetkisinin bulunmadığını söylemişti. (MÖ.209)

3-HALK

Halk deyiminin eski Türkçe karşılığı "KÜN" idi. Özel mülkiyet kişi haklarının ve hürriyetin teminatıdır. İnsan şahsi mülke sahip olup onu istediği gibi kullanabilir.

4-TÖRE

Türk devletinde halkın hak ve hürriyetini istemesi tabii idi. Halkın bu isteği, törenin uygulanması ile karşılanıyordu. Töre, eski Türk hayatını düzenleyen hukuki kaidelerin bütünüydü.

B) MECLİS VE HÜKÜMET:

Türk Meclislerine TOY, KURULTAY veya KENGEŞ denilirdi. Kurultay'da devletin ana meseleleri görüşülür, hükümdarın ölümü, savaş veya milli felaketlerde kurultay toplanırdı.

AYGUCI :

Hükümet başkanı(başbakan)

BUYRUK :

Bakan

TAMGACI:

Dış siyaset işlerini yürüten görevliler
Eski Türk Devletlerinde diğer devlet görevlileri şunlardı:

TİGİN:

Hükümdar çocukları (Tekin)

ŞAD :

Diğer Hanedan mensupları
Bunların dışında İnal, inanç, tarkan, bağa, tudun, çor, külüğ, apa, ataman gibi devlet görevlileri de vardı.

TOPLUM YAPISI

Türk toplumu; Oguş :

Aile

Urug :

Soy=Aileler birliği

Bod(Boy) :

Kabileler

Budun :

Millet denilen birimlerden oluşuyordu.
Boyların başında bulunan BEY'ler, töreye göre boyu idare ederlerdi. Boyların bir araya gelmesiyle Devlet (İL) kurulurdu.

AİLE

Eski Türk sosyal hayatında aile bütün sosyal bünyenin çekirdeği durumundaydı. Kan akrabalığına dayanıyordu. Türk ailesi "küçük aile" tipindeydi. Bu yönü ile Yunan, Roma, İslav ailelerinden ayrılmaktadır. Eski Yunanistan'da ve Roma'da aile reisi, ailenin diğer fertleri üzerinde mutlak hakim iken, İslav'larda ise aile büyüğü bütün aile halkına kölesi gibi hükmederdi. Bu ailelerde mülkiyet kolektifti.

Türklerde ise mülk ortaklığı yalnız otlaklara ve hayvan sürülerine aitti. Hatta sürülerde çok kere şahsi mülk halindeydi. Evlenen erkek veya kız, baba ocağından hisselerini alarak ayrılır, yeni bir aile kurardı. Baba evi ise en küçük oğula kalırdı. Türklerde tek eşlilik yaygındı. Kadın hürdü ve Türk topluluğunda saygı görürdü. Ata biner, ok atar, hatta güreş tutarlardı. Namus ve iffetine düşkün olan Türk kadınının savaşta düşman eline geçmesi büyük zillet sayılırdı.

URUG

Bu ifade soy, sop manasına gelmektedir.

BOY

Aileler veya soy'lar bir araya geldiği zaman boy teşkil ediyordu. Başında Bey bulunurdu. Bey'in görevi boydaki iç dayanışmayı muhafaza etmek, hak ve adaleti korumak ve düzenlemekti. Boy Bey'leri cesareti, mali kudreti ve doğruluğu ile tanınmış kişiler arasından seçilirdi. Aile ve soyların temsilcileri, seçici heyeti meydana getirirdi. Bu heyet, eski Türk Devletlerinde mevcut meclislerin küçük çaptaki ilk tipidir.

BODUN

Boylar birliğine "BODUN" denmekteydi. Başında "HAN" bulunuyordu. Bodunlar Boylar arasındaki sıkı işbirliğinin meydana getirdiği siyasi topluluklardır.

Türk Toplumunun Özellikleri:

Halk hürdü. Herkes aynı işi yaptığından (hayvancılık) aralarında kesin olarak SINIF'ların ortaya çıkması imkansızdı. Yaşam biçimleri GÖÇEBE olduğundan savaşta elde ettikleri esirleri çalıştırmaya elverişli değildi. Bu yüzden Türk toplumunda KÖLE sınıfı yoktu. Din adamları diğer toplumlarda olduğu gibi imtiyazlı değillerdi.

ORDU

Türk Ordusunun başlıca özellikleri şunlardı:

a)- Türk ordusu ücretli değildi.
b)- Türk Ordusu daimiydi. (Kadın-erkek her an savaşa hazırdı.)
c)- Türk Ordusunun temeli ATLI askerlerden meydana geliyordu.

NOT:
Türk ordu teşkilatını ilk kuran METE HAN olmuştur. Mete Orduyu 10'luk sisteme göre teşkilatlandırmıştı.
Onluk sistem daha sonra tüm Türk devletlerinde kullanılmıştır. Bu düzen Avrupa'ya Attila ile girmiştir. (Türk
ordusu; Çin, Roma, Bizans, Rus ve Moğol Ordu teşkilatı üzerinde etkili olmuştur.)

Türk Ordusunu Silahları:

Ok, yay, kement, kılıç, mızrak, kargı, süngü, kalkan vb..


Savaş taktiğinin iki önemli özelliği "Sahte Ricat" ( sahte çekilme ), ve "Pusu" dur.

Bu taktikle Malazgirt, Niğbolu,Mohaç savaşları gibi savaşları kazanmışlardır.

Savaş stratejileri "keşif seferleri" ve "yıpratıcı savaşlar" a dayanır.

Sınır boylarında tampon bölgeler bırakmışlardır.

Askeri alanda Çin, Roma, Bizans, Rus, Balkan Slavlarını ve Moğolları etkilemişlerdir.

DİN VE İNANIŞ

Göktanrı Dini:

Türklerin İslamiyet'ten önceki dini Göktanrı diniydi. Bu dine göre Türkler;
* Tek bir Tanrının evreni yarattığına ve gökte oturduğuna inanıyorlardı.
* Öldükten sonra dirileceklerine inandıklarından, ölülerini atı, eşyaları ve silahıyla birlikte gömüyorlardı.
* Cennet'e UÇMAĞ, cehenneme ise TAMU diyorlardı.
* Mezarlara ölünün, sağlığında öldürdüğü düşman sayısı kadar BALBAL adı verilen küçük heykeller dikerlerdi.
İnanışa göre, yeniden dirilecek kişi atıyla cennete gidecek, ve öldürdüğü düşmanlar sonraki yaşamında ona hizmet edeceklerdir.
* Ölüleri için YOĞ adı verilen cenaze törenleri yapar, ve ardından yas tutarlardı.

En eski Türk Dini :

Türklerin eski devirlerinde Gök kutsal sayılmıştır.
Bunun yanında bazı dağ, ırmak, vadi gibi varlıklarda gizli güçlerin olduğuna inanıyorlardı.
Güneş ve Ay'da kutsal sayılmıştır.

Hun Dininin özellikleri :

Dağ, vadi, göl gibi tabiattaki bazı varlıklar kutsallıklarını korumaya devam etmiştir.
Gök asıl tapılan unsur haline gelmiştir. Gök için "Tengri" kelimesini kullanmışlardır.
Atalarının ruhlarını da kutsal kabul etmişlerdir.
Bu nedenle ataların mezarlarına dokunma savaş sebebi sayılmıştır.
İyi ve kötü ruhlara , fal ve büyüye inanmışlardır.
Ölülerin kötü ruhlardan kurtulması için uzun süre bekletmişlerdir.
Cesedin kokmasını önlemek amacıyla mumyalamışlardır.

Göktürklerde Din : Evrenin üst üste gelen katlardan oluştuğuna inanılmıştır.
Gök'ün onyedi, yerin altının ise yedi kattan oluştuğuna inanırlardı. Bu ikisinin arasında insanların yaşadığı yeryüzü bulunurdu.
Tek tanrı inancına bu dönemde ulaşılmıştır. Bütün evren göğün en üst katında oturan Tanrı'ya itaat ederdi.
Göktürkler Tanrı'ya "Türk Tanrısı" adını vererek onu millileştirmişlerdir.
Tanrı'ya ; Ugan , Bayat , Ulu Yaratgan da demişlerdir.
Bazı kutsal saydıkları yerlerde Tanrı'ya dua edip, kurban kesmişlerdir.

Uygurlarda Din :

Önceleri Şamanizm' e inanmışlardır.
Bögü Kağan döneminde Mani dinini kabul ettiler. * Orta Asya'da Türkler'de ilk kez göktanrı din inancı dışında başka bir dini kabul etmesi.
Doğu Türkistan Uygurları " Budizm " i dini inanç olarak benimsediler.

Hazarlarda Din :

Önceleri Şamanizm'e inanıyorlardı. Sonra devlet yöneticileri ve halkın bir bölümü " Museviliğe " inanmıştır. Hazarlarda son derece geniş bir dini hoşgörü vardır. Müslüman, Hristiyan, Musevi , Şaman dininden olanlar birlikte yaşamışlardır.

Kam ( Şaman - Baksı ) :

Türklerin din adamlarına verdikleri isimdir. Şamanlar ; fala bakar, büyücülük yapar, gelecekten haber verir , doktorluk yaparlardı. * Diğer toplumlarda olduğu gibi ayrıcalıklı bir sınıf haline gelmemişlerdir.

Yuğ :

Ölü gömme törenine verilen isim. Acılı bir şekilde törenlerini yaparlardı. Yedi gün sürerdi. Ölü ' nün silahları , eyeri , değerli eşyaları ve kurban edilen Atı mezara birlikte konurdu.

Balbal :

Ölen kişinin hayatta iken öldürdüğü düşman sayısı kadar taşın mezarın kıyısına dikilmesi ile oluşan anıtlar.( Öbür dünyada hizmetlerini göreceği inancıyla bu taşları dikerlerdi)

Kurgan :

Türklerde mezarlara verilen isim.

Kam (Şaman) Dininden kalma geleneklerden :

1. Evli çiftlerin üzerine para,buğday,şeker vb. atılması ( Saçı ) ( Darısı başına deyimi )
2. Kapı eşiğine basmama ( Ölen atalarının ruhlarının eşikte durduğuna inandıklarından)
3. Sadaka verirken başa çevirme
4. Türbe, ağaç ve mezarlara çaput bağlama
5. Ölen kişinin evine yemek götürme.

Türklerin kabul ettiği dinler : Şamanizm, Maniheizm, Musevilik, Hristiyanlık, Mazdeizm ( Zerdüştlük), Budizm, İslamiyet. ( Çok geniş bir çevreye yayılmışlardır.)

HUKUK

Türklerde yazılı olmamakla beraber, gelişmiş bir hukuk anlayışı vardı. Bu hukuk kurallarına TÖRE(Türe) denilirdi.
Hükümdarın başkanlık ettiği ve siyasi suçlara bakan yüksek mahkemeye YARGU adı verilirdi.
YARGANLAR(Yargucu) idaresindeki mahkemeler ise adi suçlara bakarlardı.
Hunlar ve Göktürklerde, göçebe hukuku , Uygurlarda yerleşik hukuk anlayışı görülür.
Örneğin ; işlenen adi suçlarda hapis cezası 10 gündür. Bunun temel nedeni, göçebe yaşam koşullarıdır

SOSYAL VE İKTİSADİ HAYAT

Sosyal Hayat

Hun ve Göktürklerde sosyal yapı, göçebe hayata dayalıydı. Bu nedenle Türkler çadırlarda (yurt, otağ) yaşarlar ve bu çadır Türk aile birliğinin kutsal bir sembolü sayılırdı
Türk devletleri genel olarak iki sosyal birliğe, aile ve ordu'ya dayanmaktaydı.
Hun toplumu ordu düzenine göre teşkilatlanıyordu. Bu toplulukta herkes savaşçıydı. Hunların savaş tekniği, göçebe hayatın gerektirdiği özelliklerden doğmuştu.
Hun ve Göktürk devletlerinde, bir başkent kurarak oraya yerleşme isteğine karşı çıkılmıştır. Bilge Kağan'ın surlarla çevrili bir şehir inşa etmesi üzerine, Tonyukuk' tan ;
"Eğer, surla çevrili bir şehirde yerleşir ve bir kere yenilirsen esir olursun"
Ordu kelimesi , Hunlar ve Göktürklerde, yer değiştirebilen otağlı başkent anlamına gelmektedir.
Ordu adının, başkent ve şehirlere verilmesine, yerleşik hayata geçen ilk Türk kavmi olan Uygurlarda rastlanır.
Türklerde yerleşik hayatın başlangıcı, kışlak hayatıdır. Bu nedenle sürekli kışlaklar, şehir hayatına geçişin temelini oluşturmuştur.
Türkler göçebe hayat gereği, hayvancılık ve avcılık yaparlardı. Yarı göçebe topluluklarda çiftçilik de görülmektedir.
İklim şartlarıyla bağlantılı olarak yaşayan göçebe Türkler, kışı geçirmek için ormanlık veya rüzgarlardan korunan bir vadiyi seçerlerdi. Kışlak denilen bu yerlerde nisan ayı ortalarına kadar kalıyorlardı. Yazın ise, yaylak adı verilen, sulak ve açık otlaklara doğru göç ederek, göl ve ırmak kenarlarında yaşarlardı.
Türklerde at, göçebe hayatın vazgeçilmez bir parçasıdır. Etini yemeleri, sütünden "Kımız" denilen içki yapmaları, derisini giyimde kullanmaları açısından At büyük önem taşımıştır. Küçük yaşta ata binmeyi öğrenen Türkler, at üstünde alışveriş yapmışlar, yemek yemişler, uyumuşlardır. Attan başka deve, merkep ve katır da göçebe toplulukların ulaşım araçlarını oluşturmuştur.
Başlıca gıda maddeleri , koyun eti ve süt ürünleridir.Eti uzun süreli koruyabilmek için konserve yapmışlar, Besledikleri hayvanların deri, yün, kıl vb. ürünlerini değerlendirmişlerdir.

İktisadi ( Ekonomik ) Hayat

Ekonominin temeli hayvancılığa dayanır. At, koyun, sığır, katır, deve beslenilen hayvanlardır.
Demir madeni ve işçiliğinin de ekonomide önemli etkisi olmuştur.
İpek yolu, ticari gelirlerin sağlandığı önemli bir ekonomik kaynaktır.
Hayvancılık, Ziraat ( Tarım), alınan vergiler ,hediyeler diğer ekonomik kaynaklardır.

Ticaret :

Canlı hayvan, deri, kösele, kürk, hayvani gıdalar satmışlar ; tahıl ve giyim eşyası almışlardır.
Asya Hunları, Göktürkler, Uygurlar Çin'le, Avrupa Hunları Bizans'la ticari anlaşmalar yapmışlardır.
İpek yolu, ticari hayatın canlı olmasını sağlamıştır. Bu nedenle ipek yolu egemenliğini sağlamak önemlidir.
Kürk yolu'nda ise ( Hazar ve Bulgar ülkelerinden başlayıp, Çin'de sona ererdi) sincap, sansar, tilki, samur, kunduz, vaşak kürklerinin ve bunlardan yapılan giyim eşyalarının ticareti yapılırdı.

Ziraat :

İklim ve coğrafi şartların uygun olduğu bölgelerde Tarım yapmışlardır.
Buğday, Darı, Kendir, bezelye, bakla, üzüm, bostan yetiştirmişlerdir.
Tarımda en çok gelişmeyi uygurlar göstermişlerdir.

YAZI, DİL VE EDEBİYAT

Türk Dili ve Yazısı

Türkçe, Ural-Altay dilleri ailesindendir,
Türk yazısının ilk örneğine VIII. yüzyıl başlarından itibaren Orhun Yazıtları'nda rastlanılmaktadır. ( Bu yazıtlarda görülen Türkçe gelişmiş bir dildir.)
Türk dili, XIII. yüzyıl boyunca, çeşitli alfabelerle ifade alanı buldu. Bunların en eskisi ve Türklere özgü olanı Göktürk, ikincisi ise Uygur alfabesidir. Bunun dışında Türkler, Soğd, Brahmi, Süryanî, ender olarak Tibet ve Çin alfabelerinden başka, Arap, Kiril ve Latin alfabelerini kullanmışlardır.

Göktürk Yazısı :

En eski Türk yazısı olma özelliğini taşır. V. ve IX. yüzyıllar arasında Yenisey mezar taşları ve Orhun Yazıtları'nda görülmektedir.
Göktürk yazısına, karakter benzerliği dolayısıyla, eski İskandinav, Germen yazısı (runik) na benzetilerek, "runik Türk yazısı" adı da verilir.
Göktürk harflerinin karakteri, işaretlerin esas olarak keskin düz çizgilerden meydana gelmiş olması ve bitişmemesidir.
Yazı sağdan sola yazılır, kelimeler, aralarına üst üste iki nokta konarak birbirinden ayrılır.
Orhun alfabesi 38 harften oluşur. Bunların 4'ü sesli, 34'ü ise sessiz harflerdir.
Bu alfabenin ilk örneklerine Orhun Yazıtları'nda rastlandığından Orhun alfabesi de denilmektedir.

Uygur Yazısı :

Eski Türklerin yazıda kullandıkları ikinci millî alfabesi Uygur alfabesidir.
Uygur yazısı, Soğd alfabesinden alınmıştır. Uygurlar, Soğd alfabesini geliştirerek, bazı küçük ilave ve değişikliklerle kendilerine özgü bir alfabe haline getirmişlerdir.
Uygur yazısı, sağdan sola doğru yazılırdı. Alfabede 18 harf vardır ve harfler genellikle birbirleriyle bitiştirilir.
VIII. yüzyılın ilk yarısında kullanılmaya başlamış, öteki Türk kavimleri arasında da yayılmıştır. X. yüzyıldan itibaren yerini Arap alfabesine bırakmakla birlikte hemen önemini kaybetmedi.
Moğol hakimiyetinin kurulmasıyla (XIII. yüzyıl) yeniden canlanmış, uzun süre Moğolların resmî yazısı olmuştur.

Matbaa :

Kağıt ve baskı tekniği Uygurlarca bilinmekte idi. Baskı tekniğini (matbaa) ilk kullananların Çinliler olduğu görüşü yanında, bir kısım araştırmacılar da matbaanın ilk önce Uygurlarda kullanıldığı görüşündedirler.
Matbaanın, batıya yayılmasında Uygurların büyük rolü olmuştur. ( Avrupa, Moğollar aracılığı ile XIII. yüzyılda Uygur baskı tekniğinden haberdar olmuştur.) Gutenberg matbaanın mucidi değil sadece geliştiricisidir.
Uygurlar, Avrupa'dan yüzyıllar önce kağıdı biliyorlardı. Kağıdı, önce Araplar, VIII. yüzyılda ele geçirdikleri esirlerden öğrendiler ve Semerkant' ta bir kağıt imalathanesi kurdular. Kağıt, XI. yüzyılda Arap fetihleriyle İspanya'ya, dolayısıyla Avrupa'ya yayılmıştır.

Edebiyat :

Türklere ait ilk yazı dili örnekleri, Orta Asya'da ortaya çıkıp gelişen Türk edebiyatının temelini oluşturur.
Bunların en eski örnekleri, çoğunlukla Göktürk alfabesiyle yazılmış olan mezar taşları üzerindeki yazıtlardır.
Bu taşlar, Orhun Yazıtları ile Talas ve Yenisey yazıtlarıdır.

Orhun Yazıtları

VIII. yüzyılda dikilmiş olan Orhun Yazıtları, Yadrinsef (N.M.Jadrincev) tarafından XIX. yüzyılda (1889) keşfedilmiş, ilk olarak, 1893 yılında Danimarkalı dil bilgini Vilhelm Thomsen (Vilhem Tomsen) tarafından okunmuştur.
En önemlileri, II. Göktürk Devleti'nin önemli devlet adamları Bilge, Kültigin ve Tonyukuk adına dikilmiş olanlarıdır.
Yazıtların bir yüzü Çince olup, diğer tarafları Göktürk alfabesiyle yazılmıştır.
Orhun Yazıtları üçü büyük olmak üzere birtakım dikili taşlar halindedir.

l- Tonyukuk Yazıtı

İki ayrı taş sütun üzerine, 720-725 tarihleri arasında dikilmiştir.
Yazılar soldan sağa doğru yazılmıştır. Burada Göktürklerin ünlü devlet adamı Tonyukuk, önce İlteriş Kağan zamanını anlatmakta, son olarak kendisinden bahsederek, öğütler vermektedir.
Yazıtın etrafında başları kırılmış sekiz adet heykel bulunmaktadır.

2- Kültigin Yazıtı

Bilge Kağan tarafından, kardeşi Kültigin adına 732 yılında dikilmiştir.
Bu anıt, birkaç parçadan meydana gelen birleşik bir yapı halindedir.
Taşın her tarafında, yukarıdan aşağı doğru Göktürk alfabesiyle yazılmış yazılar bulunur. Batıya bakan yüzünde Çince yazı yer almaktadır.

3- Bilge Kağan Yazıtı

"....... Türk milletinin adı sanı yok olmasın diye babam hakanı, annem hatunu yükseltmiş (olan) Tanrı onlara ülke veren Tanrı (kendilerini) Türk milletinin adı sanı yok olmasın diye beni o Tanrı hakan olarak (tahta) oturttu. Muhteşem bir kavmin üzerine hakan olmadım. İçte aşsız, dışta elbisesiz korkak ve zavallı bir kavmin üstüne hükümdar oldum Küçük kardeşim Kültigin (ve iki şad) ile sözleştik. Babamızın ve amcamızın kazandığı milletin adı sanı yok olmasın diye Türk milleti için gece uyumadım. Gündüz oturmadım. Küçük kardeşim Kültigin ile iki şad ile ölesiye kadar çalıştım.
Bu kadar cehd edip (çalışıp) müttehit (birlik olan) milleti ateş, su (yani vahdetsiz) kılmadım. Ben kendim hakan olduğumda etraftaki yerlere varmış olan kavim ölü ve bitik bir halde yayan ve çıplak olarak geri geldi.
Kavmi yükselteyim diye yukarı (kuzey) Oğuz kavmine karşı, ileri (doğu) Kıtan, Tatabı kavimlerine karşı, beri (güney) Çinlilere karşı büyük ordu (île) on iki (defa) sefer ettim, muharebe ettim. Ondan sonra Tanrı buyurduğu ve talim olduğu için kısmetim olduğu için ölecek olan milleti diriltip doğrulttum, çıplak kavmi elbiseli, fakir kavmi zengin kıldım, az kavmi çok kıldım.Gayrı (başka) ülkelerden, gayrı (başka) hakanlardan daha iyi kıldım. Dört taraftaki kavmi hep muti kıldım. Düşmansız kıldım. (Bunlar) hep bana itaat etti......."
Hüseyin Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, Ankara 1987, s.41-44 Bilge Kağan adına 735 yılında dikilmiştir.

Kültigin ve Bilge Kağan yazıtları, Kültigin'in atabeyi olan Prens Yollug Tegin tarafından yazılmıştır.
Yazıtlarda Göktürk Devleti'nin kuruluşu ve yükselişi, Kültigin ve Bilge Kağan'ın kahramanlıkları, başarıları anlatılmakta, Türk milletine öğütler verilmektedir.
Göktürk Devleti tarihi bakımından en değerli kaynak olma özelliğini taşımaktadırlar.

4- Orhun Bölgesindeki Diğer Yazıtlar

Orhun bölgesinde, bunlardan başka birçok yazıt da yer almaktadır. ( Orta ve Kuzey Moğolistan'da )

Orhun Yazıtları'nın Türk tarihi açısından önemi

Türk tarihi hakkında bilgi veren bu anıtlar, Türkler tarafından yazılmış ilk belgelerdir.
Türk adının geçtiği ilk Türkçe metin özelliğini taşırlar.
Yazıtlarda, Türk adı ilk olarak bir milleti ifade etmek üzere kullanılmıştır.
Türk dili ve edebiyatının en eski örneğidir.
Türk yazısının en eski alfabesiyle yazılmıştır.
Orta Asya kültürünün en açık olarak ifade edildiği belge özelliğini taşırlar.
Yazıtlarda, Türklerin tarihlerinin araştırılmasına imkan veren, ekonomik, sosyal ve kültürel hayatlarıyla ilgili bilgiler bulunmaktadır.
Yazıtlar, sadece mezar taşları olmayıp, bütün Türk boylarına seslenen siyasî bir beyanname karakterini taşımaktadır.

Talas ve Yenisey Yazıtları

Orhun Yazıtları'ndan başka, Talas ve Yenisey nehirleri civarında da Türk yazıtları bulunmaktadır.
Yenisey Yazıtları, Orhun Yazıtları'ndan daha eskidir.
Yazıtların birkaçı hariç, diğerleri mezar taşları halindedir.

Uygur ve Kuman Edebiyatı

Uygurlar da Türk edebiyatına seçkin örnekler vermişlerdir.
Göktürklere ait edebî eserlerin çoğu yazıtlar halinde iken, Uygurlara ait olanlar yazma şeklindedir.
Bulunan eserlerin çoğu Budizm ile ilgili dinî metinlerdir. Türk dili ve edebiyatının en önemli hazinelerinden biri de Kodeks Kumanikııs (Codex Cumanicus) adlı Kuman lügatidir. Kumanlar, Kırım yarımadası ve Don civarındaki Cenevizlilerle yakın ticarî ilişkiler kurdular. Bu ilişkilerin sonucu olarak, İtalyan misyonerlerin kaleme aldıkları bu eser; Kumanca, Latince ve Farsça olmak üzere muhtemelen XIII. yüzyılda yazılmıştır.

Başlıca Türk Destanları:


Hunların (Oğuzların) : Oğuz Kağan Destanı

İskitlerin (Saka) : Alper Tunga Destanı

Göktürklerin : Ergenekon Destanı

Uygurların : Göç ve Türeyiş Destanları

Kırgızların : Manas Destanı



Destanlar ve efsaneler, Türklerin İslamiyet'ten önceki, adet, inanç ve hayat biçimleri hakkında bilgi veren zengin kaynaklardır.

BİLİM VE SANAT

* Türkler 1 yılı 365 gün 6 saat olarak hesaplayarak, 12 hayvanlı Türk Takvimini oluşturmuşlardır. (Türklerin gök bilim ile olan ilgilerinin açık bir kanıtıdır.)
* Uygurlar tahta harflerden matbaayı ve pamuktan kağıdı yapmışlardır.
* Madencilikte özellikle de demircilikte ileri gitmişlerdir. (Kazakistan'ın başkenti Alma Ata yakınlarında bir kurgandan çıkarılan "Altın Adam Heykeli" Türk maden sanatının ne kadar geliştiğini gösterir.)
* Eşya ve binalarda HAYVAN USLUBÜ denilen, hayvan figürlerini kullanmışlardır.
* HALI Türklerin Dünya medeniyetine bir katkısıdır. ( Altaylarda Pazırık Kurganı'nda bulunan halı dünyanın en eski halısıdır. )

TÜRK KÜLTÜRÜNÜN ÇEVRE KÜLTÜRLERLE MÜNASEBETLERİ

1)- Türklerin Çin Kültürüne Katkıları:

a)- Askerlik alanında
b)- Devlet Teşkilatında
c)- At kültüründe(Atı evcilleştirmede)
d)- Gök Tanrı inancıyla... Çinlileri etkilemişlerdir.

2)- Çinlilerin Türkleri Etkilediği Alanlar:

a)- Tarım ve yerleşik kültür
b)- Felsefe( Taoizm, Konfiçyüs ve Budizm)
c)- Giyim ... konularında Çinliler Türkleri etkilemişlerdir.

3)- Türklerin Moğol Kültürüne Katkıları:

Askerlik alanında, Devlet teşkilatında , Dil ve Alfabede (Uygurca ve Uygur Alfabesini kullandılar.), Kımız yapmayı öğrettiler, Türk Töresi ve geleneklerinden, Göktanrı dininden.... etkilendiler.

1. Türk-Çin Münasebetleri

A- Çin'e Karşı Türk Politikası :

1- Savaş Sorunu :

Hun , Göktürk ve Uygurlar döneminde Çin'e sayısız saldırı düzenlenmiştir. Bunun temel sebebi Orta Asya'nın zor yaşam koşulları içinde kaynakların azalması ya da bitmesidir.
Seferlerde çoğunlukla başarıya ulaşılmış , Türkler , Çin'den alacaklarını aldıktan sonra çekilip gitmişlerdir. Bunun temel sebebi Çin'in yerleşik kültürü içerisinde eriyip yok olma korkusudur.
Güçlü Kağanlar, zaferlerden sonra yaptıkları anlaşmalarla Çin' i haraca ( Vergiye) bağlamayı tercih etmişlerdir.

2- Çin'e Askeri Yardım Sorunu :

Çin'in karışıklıkları, feodal beylerin çekişmeleri, zaman zaman Çin İmparatorlarının Türklerden yardım istemelerine yol açmıştır. Türkler çoğu zaman Çin'e askeri yardımda bulunmuşlardır. Bunun temel sebebi yardım karşılığı alınan kumaş ya da gelirlerdir.

3- Ticari İlişkiler Sorunu :

Tarihimizde ilk olarak Hunlarla - Çinliler arasında ticari ilişkiler kurulmuştur. Bu ticari ilişkiler, Göktürk ve Uygurlar zamanında da devam etmiştir. Özellikle Uygurlar döneminde gelişmiştir. At ve İpek ticareti başta gelmektedir.

DİKKAT :


İpek yolu'nun sağladığı ekonomik kazanç, iki tarafın da burayı ele geçirme mücadelesi yapmasına yol açmıştır.

B- Türkler'e Karşı Çin Politikası :


Çin Türk akınlarını durdurabilmek için ünlü Çin seddini yapmış, ancak akınları durdurmayı başaramamıştır.
Bozkırlarda Türkler'e karşı savaşmayı tercih etmemiştir.
Daha çok diplomatik yollarla Türkleri zayıf düşürme, bölme, parçalama politikası izlediler.
Orta Asya'da kurulan imparatorlukların boylar ve budunlar arasındaki bağlarının zayıf olduğunu görmüşler ve bunları birbirlerine karşı kışkırtmışlardır.
Tiginler'in ( Prensler) arasını açma politikası izlediler.
Çinli prenseslerin,Türklerle evlenmeleri yoluyla Orta Asya'ya çok sayıda casusu sokmuşlar ve bunların raporları doğrultusunda boy ve budunları birbirine düşürmüşlerdir.
Türk boylarını kendi topraklarına açarak, onları kültürel olarak eritme politikası izlemiştir.( Çinlileştirme politikası )
Ağır süvari birlikleri yerine zamanla Türkler gibi hafif süvari birlikleri oluşturmuşlar ve yağma seferleri düzenlemişlerdir.

"Çinlilerin sözleri tatlı, ipek kumaşları yumuşaktır, tatlı sözle, yumuşak ipek kumaşla aldatıp uzak budunu kendilerine yaklaştırırlar.
Sonrada içlerine girer, kötülüklerini yaparlar. Çinliler, kendilerinden olmayan bilgeli kişileri, kendilerinden olmayan alp kişileri yaşatmazlar. Yanılıp onlara inananlar, kendi soylarına en yakınlarına ve budununa yararlı olmaktan çıkarlar. Çinlilerin tatlı sözlerine, yumuşak ipek kumaşlarına aldanan çok, pek çok Türk yok oldu.
Türk budunu sen çoğu kez hep böyle aldanıp öldün."
Kültigin Yazıtı, Doğu Yönü,M.Ergin Orhun Abideleri , sa. 13-14

Ondan sonra küçük kardeşi kağan olmuş tabi, oğulları kağan olmuş tabiî. Ondan sonra küçük kardeşi büyük kardeşi gibi kılınmamış olacak, oğlu babası gibi kılınmamış olacak; Bilgisiz kağan oturmuştur. Buyruku da bilgisizmiş tabiî, kötü imiş tabiî. .Beyleri Milleti ahenksiz olduğu için,
"Çin milleti hilekar ve sahtekar olduğu için, aldatıcı olduğu için,küçük kardeş ve büyük kardeşi birbirine düşürdüğü için, bey ve milleti karşılıklı çekiştirttiği için, Türk milleti "ÎL" yaptığı ilini elden çıkarmış,k ağan yaptığı kağanını kaybedivermiş."
Kültigin Yazıtı, Doğu Yönü,M.Ergin Orhun Abideleri , sa. 5

2- TÜRK - MOĞOL MÜNASEBETLERİ

Türk-Moğol münasebetleri, Büyük Hun Devleti hükümdarı Mete Han zamanında başlar.
Çin, Türkleri zayıflatmak için Moğollarla işbirliği yapmıştır. Moğollar Hunları daha batıya iterek, Moğolistan'ın doğusuna yerleştiler.
Uygurlar zamanında Moğollarla ilişkiler daha çok gelişmiştir. Moğol İmparatorluğu'nun kuruluşunda ve büyümesinde Uygurların önemli ölçüde etkisi olmuştur.
Türklerin, Moğollar üzerinde ticari ve kültürel etkileri devam etmiştir. Cengiz Han devrinde pek çok Uygur Türkü devlet kademesinde görev almış, Moğolların askeri, idari, ticari, dil ve yazı alanında etkilenmesine yol açmışlardır.
Bazı Moğol boyları zamanla Türkleşmiş ( Özbek ve Çağatay ), Türk-Moğol devletleri oluşmuştur.

3- TÜRK - ARAP MÜNASEBETLERİ

Araplar, fetih hareketlerini doğuya doğru geliştirirken, Kafkaslar'ın kuzeyinde Hazarlar, Maveraünnehir ile Seyhun ötesinde ise Türgişler başta olmak üzere çeşitli Türk toplulukları ile karşı karşıya gelmişlerdir..
Halife Ömer zamanında Arap orduları Horasan, Maveraünnehir ve Toharistan bölgelerinde Türkler ile karşılaştılar.
Türk-Arap ilişkileri Emevilerin baskıcı politikaları ve Arap olmayan müslümanlara değer vermemeleri nedeni ile iyi olmadı. Göktürkler ve Türgişler Maveraünnehir bölgesinde Araplara karşı mücadele ettiler. Türkler, Emevilere karşı Abbasileri desteklediler.
Abbasi döneminde Türk - Arap ilişkileri gelişmiştir. 751 deki Araplarla-Çinliler arasında olan Talas savaşında Orta Asya'nın Çin egemenliğine girmesini istemeyen Türkler Arapların yanında yer alarak, savaşı kazanmalarını sağladılar. Özellikle ticari ilişkiler dolayısıyla Arap-Türk ilişkileri yeni bir boyut kazanmış, Karluk, Yağma, Çiğil Türkleri İslamiyet'i kabul etmişlerdir. 10.yy.dan itibaren oğuzlar İslamiyet'i kabul ettiler.
Araplar ,Türklerin özellikle savaşçılık gücünden yararlanmışlardır. Abbasiler döneminde bir ordugah şehri olarak "Samarra" şehrini kurdular. Türkler, pek çok Müslüman devlette komutan ve yöneticilik yapmış, bazılarında zamanla yönetimi ele geçirmişlerdir.

4- TÜRK - İRAN MÜNASEBETLERİ

Türk - İran ilişkileri Akhunlar zamanında başladı. Akhunlar Sasanilerle komşu olmuşlar ve sürekli savaşmışlardır.
Göktürkler'in batıda Sasanilerle komşu olması üzerine İpek yolu denetimi için Göktürkler, Akhunlara karşı Sasanilerle işbirliği yaptılar. Bu işbirliği sonucu Akhun devleti yıkılmış ve toprakları paylaşılmıştır.
Sasanilerin İpek yolu ticaretini engellemeleri üzerine, Göktürkler Bizansla işbirliği yapmışlar ve Sasanilerin zayıflama ve yıkılma sürecine girmelerine yol açmıştır.
Sasanilerin yıkılmasından sonra, bölgeye doğudan çok sayıda Türk göçü olmuştur.
İran yıllarca Büyük Selçuklu Devletinin yönetiminde kalmıştır.






 
 

ormela.tr.gg
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol