İletişim Adresi

   
  ORHAN YILDIZ
  Sabarlar Avarlar Hazarlar
 

SABARLAR, AVARLAR VE HAZARLAR

SABAR DEVLETÎ



M. 5.-6. yüzyıllarda Batı Sibirya ile Kafkaslar'ın kuzey bölgesinde mühim tarihî rol oynadığı, çeşitli yabancı kaynaklardaki dağınık bilgilerin yardımı ile tesbit edilebilen Türk topluluğu Bizans tarihlerinde Sabar, Sabeir, Sa-ber; Ermeni, Süryanî, İslam kaynaklannda sırasıyla Savır, Sabr, S(a)bir, Sebir vb. olarak adlandırılmaktadır. Sabarlann îslav veya Moğol yahut Fin-Ugor menşeden geldiklerine dair iddialar eskimiş ve bugün onların Türk olduğu gerek taşıdıkları ad, gerek tarihî ve kültürel durumlariyle anlaşılmıştır. Türlü dillerdeki ses değişmeleri neticesinde farklı şekillerde görülen adlarının esasını teşkil eden ve ancak Türkçe ile açıklanabilen Sabar ke-imesi "sab+ar" (=sap-ar=sapmak, fiiline+ar ekinin ilavesiyle. Başka örnekler: Kazar, Bulgar, Kabar vb.)'dan meydana gelmiş olup "Sapan, yol değiştiren, başıboş kalan, serbest" manasındadır ve Türklerde ad verme usulüne uygundur. Ayrıca Sabarlara ait şahıs adları da Türkçe'dir: Balak, îlig-er, Bo-arık =Buğ-arık vb.

Sabarların erken tarihleri iyi bilinmiyor. Adlannın gösterdiği gibi, herhangi bir ana kütleden kopmaları bahis konusu ise, onların, asıl yurtları gibi görünen Tanrı Dağlannın batısı - îli nehri sahasında iken Asya büyük Hun imparatorluğuna bağlı topluluklardan biri olmaları icabeder. Sabarlara ait ilk kesin haber, 461-465 yıllarında Batı Sibirya kavimleri arasındaki büyük kımıldama ve geniş ölçüdeki göç hadiseleri münasebetiyle, Bizans tarihçisi Priskos (5. yüzyıl) tarafından verilmiştir. Daha sonra Prokopios (6. yüzyıl) ve K. Porphyrogennetos(10. yüzyıl)'un eserlerinde de tekrarlanan bu habere göre, doğudan gelen Avar baskısı karşısında Sabarlar yerlerini terk edip batıya yönelmişler, Altaylar-Ural dağları arası düzlüklerde (bugünkü Kazakistan bozkırlarının güney sahası) yaşayan Oğur-Türk boylarını yurtlanndan atarak, Tobol ve îçim ırmakları çevresinde yerleşmişlerdir. Geçen asrın sonlarına doğru Batı Sibirya'da Vogullar, Ostiyaklar ve îrtiş Tatarları arasında araştırmalar yapan S. Patkanoffun tesbitlerine göre, Sabarlar bu bölgede yerli halkınkinden çok üstün kültürleri ile yüzyıllarca siiren derin tesirler yapmışlardır: Tobolsk dolaylarında, Ob, Tura ve îrtiş boylarında Sabar, Saber (Tapar), Soper, Savri, Sabrei, Sıbır (Sı-vır) gibi yer ve kale adları yaygındır. Ay-sabar, Kün-sabar gibi şahıs adlarına da rastlanır. Tobolsk ahalisi buranın en eski sakinlerini Sybyr, Syvyr diye anmaktadır. Ayrıca, bu civar halkın masallarında ve kahramanlık hikayelerinde Sabarlar geniş yer tutar. Sabarları kendi büyükleri olarak kabul eden Os-tiyaklar yanında, Vogulların da, sonraları tabiyetine girdikleri Ruslara "Sa-per" adını vermiş olmaları, halk nazannda eski Sabarların üstün durumlarını ortaya koyar. Aynı sahada kurulduğu bilinen Sibir Hanlığı(16. asır)'nın da başkenti Sibir adını taşıyordu. Bu kelime zamanla çok geniş bir coğrafyayı ifade etmiştir (Sibirya). Rusların önce Sibir (İsker) şehrini ele geçirerek bölgeye verdikleri bu ad, Rus harekatı doğuya ilerledikçe daha geniş sahaları göstermiş böylece Sabar Türklerinin hatırası günümüze kadar yaşamağa devam etmiştir.

Daha 503 yılında Doğu Avrupa'ya doğru hakimiyetlerini genişleterek bir kısım Bulgar gruplarını idarelerine alan Sabarlardan kalabalık bir kütlenin 515 sonlarında İtil (Volga)-Don nehirleri arasında ve Kafkaslann kuzeyindeki Kuban ırmağı boyunda yerleşmesi ve doğrudan doğruya Bizans ve Sasanî imparatorluklan ile temas kurması Sabarlann Doğu Avrupa tarihinde ön safa çıkmalarına yol açtı. İran-Bizans savaşlarının devam etmekte olduğu o yıllardan itibaren hükümdar Balak (Belek?) idaresinde büyük çapta askerî faaliyet gösteren Sabarların Sasanîlerle anlaşarak, Bizans'a karşı savaştıkları (516), Ermeniye bölgesine akınlar yaptıkları ve arkasından Anadolu'ya girerek Kayseri, Ankara, Konya dolaylanna kadar ilerledikleri bilinmektedir. Bu münasebetle, Sabarların büyük savaş gücü ve bilhassa yüksek harp malzeme tekniği Bizans'ta hayret uyandırmış görünmektedir: "Sabarlar insan hafizasının hatırlayabildigi zamandan beri ne İranlılardan, ne Romalılardan hiç kimsenin düşünemedigi makinelere sahiptirler. Öyle ki, her iki imparatorlukta fenci eksik olmamış ve her devirde muhasara makineleri yapılmıştır, fakat şimdiye kadar bu "barbar"lanrıkine benzer bir bııluş ne ortaya konmuş, ne de onlar gibi kullanılabilmiştir. Bu şüphesiz insan dehasının bir eseridir"(*) Balak(ölm. 520'ler)'tan sonra yerine geçtiği anlaşılan dul hatunu Bo(ğ)arık savaşçılığı, idareciliği ve güzelliği ile meşhur bir Türk kıraliçesi idi ve "100 bin" kişilik Sabar ordusuna kumanda ediyordu. Bizans imparatoru Justinianos 1 (527-565) çeşitli gümüş vazolar ve diğer zengin hediyeler karşılığında Boğarık ile anlaşmayı tercih etti (528). Bizans yıllardan beri sürüp gelmekte olan Sasanîler savaşında Sabarları kendine dost ve müttefık yapmayı daha uygun bir siyasî davranış saymış olmalı idi. 531 yılına kadar Bizans ile işbirliği halinde görülen Sabarlar hakkında, sonraki senelere ait açık bir habere rastlanmamakla beraber, onların Şehinşah Anüşîrvan (Adil) zamanında, Sasanîlerin Kafkaslar'daki sürekli ve başarılı savaşlarında (bilhassa 545'de) hayli telefat verdikleri tahmin ediliyor ki, neticede bir askerî güç olmaktan çıkmışlar, üstelik 557'ye doğru Avarlardan da ağır bir darbe yemişlerdir. Sabar sahası az sonra, Karadeniz'e ulaşan Gök-Türk idaresine girmiştir. 576'da Güney Kafkaslar'daki hakimiyetleri Bizans tarafından yıkıldıktan sonra bir kısmı Kür nehrinin güneyine yerleştirilen Sabarların adlarına 7. yüzyıl ortalarına kadar dağınık şekilde rastlanmakta ve bu tarihlerde aynı bötgede büyük bir devlet olarak ortaya çıkan Hazarların esas kütlesini teşkil ettikleri, Hazar kabileleri olarak görülen Belencer ve Semender'in aslında iki büyük Sabar kütlesi olduğu anlaşılmaktadır.

Avar Hakanlığı



Orta Avrupa'da, Frank krallığı ile Bizans imparatorluğu arasında, eski Hun, Sabar kalıntıları ve Ogur (Bulgar)'lar gibi Türk kütlelerinin desteği ile kudretli bir devlet kurarak, çeşitli Germen ve özellikle kalabalık îslav kabilelerini hakimiyetleri altına almak suretiyle 250 sene kadar (558-805) Avrupa siyasetine yön veren Avarların kimliği meselesi tarihçi ve dilcileri hayli uğraştıran başlıca konulardan biri olmuştur. Hala da, uzmanların fikir birliği haline geldikleri bir sonuç ortaya çıkmıştır denemez ise de, Avrupa Avar (Bizans kaynaklarında: Abares, Abaroi, Latince'de: Awari, Awares, îslav dillerinde: Abari, Obri vb...) hakanlığı kuruculannın Türklüğü, araştırmalar ilerledikçe daha da kesinlik kazanmaktadır. Vaktiyle, Moğolistan'daki Ju-an-Juan devleti (4. yy. başları- 552/555)'nin Gök-Türkler tarafından yıkıldıktan sonra, tahminen 20 bin kişilik bir kütlenin batıya doğru göçtüğüne dair Bizans tarihçisi Th. Simokattes(7. yy. 2. çeyreği)'deki bir haber 558'de Bizans'ın doğu sınırlarından elçi göndererek kendilerine yardım ve yerleşecek arazi verilmesini rica eden kütle ile, Orta Asya'dan batıya yöneldikleri, daha sonra da Avrupa içlerine ilerledikleri söylenen bu grup arasında bir bağlantı kurulmasına yol açmış ve Juan-Juanların umumiyetle ve hatalı olarak "Avar" ve çok defa "Asya Avarlan" diye anılması (J. Marquart, 1914, Gy. Nemeth, 1930, 0. Franke, 1936, W. Eberhard, 1947 vb.) bu bağlantı fikrini kuvvetlendirmiş, diğer taraftan Juan-Juanlar Moğol kabul edildiklerinden, Avrupa Avarlannın da aynı soya mensup bulunması tabiî sayılmaya başlanmıştır ki, geçen asır sonlarında Moğolistan'da, Avrupa Avarlarını hatırlatan Var-guni (Bar-guni) adlı bir kabilenin yaşadığının tesbit edilmesine ilaveten, Macaristan'da Avar çağına ait mezarlardan çıkarılan insan iskeletlerinin çoğunlukla Mongoloid bulunduğunun beyanı ve üstelik Avar hakanının adı olan Bayan'ın Moğolca bir kelime oldu-ğu iddiası, bu kanaatı perçinlemiş gibidir. Fakat gerçekte ta De Guig-nes'den beri (1756) menşe meselesi ile ilgili, yukarıda adları geçen ve geçmiyen uzmanlardan hiçbiri, Moğolistan Juna-Juanları ile Avrupa Avarlarının soy ve kültür birliğine sahip olduklarına dair kesin birşey söyleyememiş ve sadece tahminler ve yorumlarla yetinmişlerdir. Bunun başkaa sebebi de, hadiselere hem zaman, hem mekan bakımından en yakın durumda olan Bizans kaynaklarındaki, birbirleri ile çelişkili görünen, türlü açıklamalara elverişli haberlerdir.

Burada durumu kısaca aydınlatabilmek için şu 3 noktanın belirtilmesi faydalı olacaktır:

a) Bizans tarihçisi Priskos (5. yy. ortaları) daha Orta Asya'da Juan-Juan hakimiyetinin çökmesinden 100 sene önce (461-465 hadiseleri, bk. Sabarlar, Ogurlar), batı Sibirya bölgesinde "Avar" kavminden bahsetmiştir. Diğer bir kaynak (Zakharias Rhetor, 550 sıraları) da, yine Moğolistan hadiselerinden önce, batıda bir "Abar" topluluğunu zikretmektedir. Bunlara ilaveten, eski Grek coğrafyacısı Strabon (M. 1. yy)'un eserinde "Abar-noi"lerin bahis konusu edildiği, hatta, çok daha eski tarihlerde Grek efsaneleri ile karışık olarak "Abaris" adının geçtiği bildirilmektedir.

b) Bu kayıtlara göre, bahis konusu Avar (Abar)'ların, M. S. 555'de ta-mamen yıkılan Moğolistan Juan-Juanları ile bir ilgisi olmıyacağı açıktır.

c) Esasen, dikkate değer ki, Bizans tarihçisi Th. Simokattes (7. yy. 2. çeyreği), Avarlar hakkında "Hakikî Avar" ve "Sahte Avar" diye bir ayırım yapmıştır. Bu kayıt üzerindeki incelemelerde varılan sonuçlara göre, "Sahte Avar" denilen kütle, aslında, Batı Türkistan-Kuzey Kafkasya arası ve Don-Til (Volga) nehirleri dolaylarmdaki Oğur boylarına komşu olarak yaşayan ve Bizans kaynaklarında (Menandros, 6.yy. sonları) "Avar" adı ile anılan Warkhon(yani Var ve Hun: Simokattes'te)'lardır ki, Gök-Türkler, Hunlar gibi Y'lı Türk lehçesi konuşan bu iki Türk grubu önce 350 yılını takiben, bağlı olduklan Juan-Juan idaresini terkedip, batıya yönelerek, Türkistan-Afganistan-Kuzey Hindistan'da Ak Hun (Eftalit) devletinin kuruluşuna katılan (bk. Orta-doğu Hunları), sonra da, Juan-Juanların 458-459 yılında Tabgaç orduları karşısındaki yenilgileri üzerine yine Moğolistan'daki yabancı hakimiyetinden koparak, Hazar-Aral kuzeyi sahasına gelen War (Var) ve Hun adlı Türk kabileler birliği idiler ve yaptıkları işe uygun olarak, batıda topluca Apar (Abar, Avar) diye anılmışlardır.

Demek ki Avrupa Avar hakanlığının kurucularını ve hakim zümresini, Asya içlerinden gelen ve güney Rusya düzlüklerinde karşılaştıklan Ogur boylan ile birlikte, aralannda, Gök-Türklerin siyasî genişlemesi dolayısiyle baskı altında kalarak batıya çekilen bazı Moğol ve Alan gibi îranlı yabancı unsurların da bulunduğu kalabalık Türk kütleleri teşkil ediyordu (Bundan dolayı Avar hakanlığında hakim tabakanın kimlikleri hakkında şöyle görüşler ileri sürülmüştür: Ak Hunlarla yakın ilgileri vardır /J.Marquart, 1914, R. Grousset, 1941, K. Czegledy, 1954, 1969/; Fin-Ugorlarla kanşmış Türklerdir /Gy. Györffy, 1941, D. Csallany, 1958/; Eski Grek kayıtlarında ve Eftalit pa-ralarında "Türk" diye anılan "Altaylı" bir topluluk olabilir/ H.W. Haussig, 1956/; Daha çok Ogur-Türk gruplarından meydana gelmiçlerdir/C. A. Ma-cartney, 1944, M.I. Artamonov, 1962/; Türk-Moğol karışımı / A. Kollautz, 1970). Esasen Avar hakanlığında mevcudiyeti anlaşılan bazı Türk idarî makamlar yine Türkçe deyimlerle anıldığı gibi (Tudun, Yugruş, Tarhan, Boyar, Ban vs. unvanlan), adları tarihe geçmiş Avar devlet adamları şüphesiz Türk menşeli idiler ; ünlü hakan Nayan'ın adı da Türkçe bir kelimedir. Avar çağı mezarlarındaki iskeletlerde Mongoloid tipin fazlasiyle baskın olduğu beyanı da inandırıcı olmaktan uzak görünmektedir. Zira, Avar imparatorluğu nüfuz sahasına giren bölgelerde (Macaristan, Arnavutluk, Hırvatistan, Çekoslovakya, Avusturya, güney Almanya) 1970'lere kadar yapılan, Avar çağı ile ilgili arkeolojik kazılarda çıkarılan insan iskeletlerinde Germen, İslav, Iranlı, Fin-Ugor gibi türlü tipler arasında Türk tipinin de (braki-sefal) dikkati çekecek ölçüde olduğu, hatta bazı buluntu yerlerinde, aslî Türk soyunu temsil eden "Andronovo-tipi"ne bile % 10-15 gibi oldukça yüsekbir nisbette rastlandığı tesbit edilmiştir. 558 yılında Sabar hakimiyetini yıkıp Kafkaslar'a doğru ilerleyerek, îranlı Alanları ve Ogur boylarını tabiiyete aldıktan sonra Bizans'a elçi gönderen Avarlar, yıllık vergi ve kendilerinin yerleşebilecekleri arazi istediler. O sıralarda bir yandan Balkanlar'da, Dalmaçya'da geniş çapta fütühat ile, bir yandan da Trakya'yı ansızın istilaya girişen Ogurlara karşı mücadelelerle meşgul olan împarator Justinianos vergiyi red etmemekle beraber, ülkesine bir Avar akınını durdurmak maksadıyla aşağı Tuna havzasında, başta Ant'lar olmak üzere kalabalık îslav kütlelerinden bir set kurmağa çalıştı. Fakat 562'de bu engeli kolayca parçalayan Avarlar aşağı Tuna'yı işgal ederek Bizans ile sınırdaş oldular ve Avrupa içlerine kadar akınlara başladılar. împarator Justinos (565-578)'un vergiyi ödemede tereddüt göstermesi dolayısiyle de, 565'lerden itibaren Hakan Bayan'ın idaresinde Bizans'ı baskı altına alarak, orta Karpatlar'a girdiler; Tuna'nın batısındaki Germen kavimlerinden Longobard'larla anlaşarak Doğu Macaristan'daki Gepid'leri hakimiyetlerine aldılar ve 568'de Longobardların Kuzey îtalya'ya göçmeleri üzerine de bugünkü Macaristan'ı tamamiyle işgal ettiler. Böylece Avarlar Orta Avrupa'da büyük bir devlet kurmuş oluyorlardı. Bundan sonra batıda Frank kıralı Siegebert'i mağlüp ederlerken, 582'lerde güneyde Singidunum (Belgrad) ve Sirmium (Eszek) gibi mühim Bizans sınır şehir-kalelenni ele geçirmişlerdi. Yukarıdaki fetihleri yapan büyük teşkilatçı Bayan Hakan'ın 592 yılında îstanbul'a yürümek maksadı ile Çorlu'ya kadar gelerek Bizans başkentinde korku uyandırdığı tarihte "Don nehrinden Galia 'ya, kıızey İslav bölgelerinden İtalya 'ya kadar fıer tarafAvar askerî faaliyet sahası haline gelmişti.

Asıl çekirdeğini Türk unsur teşkil etmekle birlikte çeşitli İslav ve Germen kabilelerinden toplanan kalabalık yardımcı kıtaların desteklediği ordusu ile bilhassa başlıca pazar şehirlerini ve ticaret yollannı daima elde ve emniyet içinde tutmağa gayret ettiği anlaşılan Avar hakanlığının, Avrupa'da 200 yıl kadar süren hakimiyeti devrinde mühim askerî teçebbüsleri Istanbul kuşatmalarıdır. Sasanîlerle anlaşarak yapılan ve Imparator Herakleios (610-641)'u başkenti terkedip Kartaca'ya gitmeyi düçündürecek kadar baskılı olan ilk muhasara (617 veya 619)'dan sonra, ikinci harekat, yine Sasanî imparatorluğu ile ortaklaça gerçekleştirilmişti (626). İran-Bizans savaşlarının şiddet kazandığı ve Şehinçah Husrev II (590-628)'nin bütün el-Cezire, Filistin ve Suriye'yi ele geçirdiği bu yıllarda Doğu Karadeniz sahillerinde bulunan imparator Herakleios, Hazar Türklerinden askeri yardım sağlamak üzere Tiflis'e giderken, Şahrvaraz kumandasındaki İran ordusu bütün Anadolu'yu geçerek Boğaziçi'ne ulaştığı zaman, Bulgar kuvvetleri ile takviyeli Avar ordusu da Balkanlar'ı ve Trakya'yı aşarak Istanbul suriarı önüne gelmiş bulunuyordu. Gerçek kuşatma Avar ordusu tarafından yapılmakta idi (626, Temmuz-Ağustos). Patrik Sergios ile patricius Bonos tarafından müdafaa edilen başkentte büyük heyecan uyandıran bu harekat tarihî hatıralar bırakmıştır. Bizans'ta kurtuluşu anmak üzere "bayram" ilan edilen gün ("Büyük Perhiz'in 5. haftasındaki Cumartesi günü) kiliselerde ayinler şeklinde yüzyıllarca devam etmiş ve "Akathistos" ilahisinin bu Avar kuşatması ile ilgili olduğu anlaşılmıştır. Kuçatma 626 donanmasızlık yüzünden başanya ulaşmamış ve Avar ordusunun sonuç alamadan, müşkül şartlar altında çekilmek zorunda kalması hakanlığın nüfüz ve itibarını kaybederek zayıflamasına yol açmıştır. Yardımcı kuvvetler dağılmış ve bilhassa hakanın 630'da ölümünden sonra, tabi kütleler, Bizans'ın da teşvik ve desteği ile baş kaldırmış, uzun mücadeleler neticesinde Balkanlar Bulgarlara geçmek üzere elden çıkmış, Tuna-Sava bölgesi Hırvat-Sloven gibi Islav kabilelerine, Bohemya sahası da Çeklerin atalarına terkedilmiştir. Bu suretle bir hasım devletler çemberi içine alınan ve iktisadî imkanlannı kaybeden Avar hakanlığı 8. asır boyunca gittikçe kuvvetten düştü ve 791'den itibaren 15 yıl aralıksız devam eden -ve amansız bir din muharebesi yapan- Frank imparatorluğunun (Ka-rolus Magnus=Şarlman zamanı: 768-814) hücumları (Orta Macaristan'daki Avar başkent müstahkem mevkii 796'da Pepin tarafından zaptedilmişti) sonunda tamamen ortadan kalktı (805). Parçalanan Avar gruplan Doğu Macaristan ve Balkanlar'a dağıldı, kısa zamanda Hıristiyanlaşarak yerli kalabalık içinde eridi.

Bununla beraber, Avar tesiri Avrupa'da devamlı olmuş görünmektedir. Hırvatların en büyük askerî-idarî unvanlarından olan "Ban" (Gök-Türkçe Baga, Avar dilinde Bagan. Ayrıca Bulgarlarda, Macarlarda mevcut) Boyar ve Yugruş gibi, Yunanistan'da Navarino (=Pylos, aslı Avarino) ve Arnavutluk'ta Antivari (=Bar, eskiden Civitas Avarorum) şehirlerinin adlan da onlann hatıralarından izlerdir. Aynca Macaristan'da ortaya çıkarılan Avar çağı arkeolojik eserleri (dökme aletler ve üzerlerinde hayvan mücadele tasvirleri ve grifonlar bulunan at koşum takımları) Orta Asya'da gelişen Türk sanatının (hayvan üslübu) Avrupa'daki örnekleri kabul edilmekte ve bu üslübun izleri Meroving' ler devrinde Fransa'da da görülmektedir. Arnavutluk'taki Prostovats altun hazinesi Avar'lara ait olduğu gibi, arkeolojik araştırmalar Avar Türk sanatının Germen ve îslav sanatları üzerindeki tesirini ortaya koymuştur. Orta Macaristan'ın Nagy Szent Miklos mevkiinde 1799'da ele geçmiş olup hangi Türk kavmine ait bulunduğu hala münakaşa edilen, üzerleri Türkçe kitabeli 23 parça altun kaptan müteşekkil ünlü hazinenin Avar çağından kaldığı da ileri sürülmüştür .

Avar hakanlığının özellikle îslav kavimleri üzerinde büyük tesiri olduğu anlaşılıyor. 4. yüzyıla kadar Germen Got'ların, daha sonra Hun imparatorluğuna bağlı olarak Türklerin hakimiyetine giren îslav topluluklann tarihi o zamandan itibaren aşağı yukan "Türk tarihinin bir parçası" durumuna girmiştir. Kalabalık îslav kütlelerinin çeşitli Doğu Avrupa bölgelerine ve Balkanlar'a dağılması hadisesi daha çok Avarlar devrinde vukua gelmiş ve bu büyük ölçüdeki göçler "Avar hakanlığınca ihtiyaç duyulan toprak mahsüllerini elde etmek için onlara tarım işleri, aynı zamanda, sınır bekçiliği yaptırmak maksadı ile Avar idaresi tarafından hazırlanmış ve tatbik edilmiştir. Bu suretle türlü İslav kabileleri bugünkü Çekoslavakya'ya, Elbe nehri boyuna, Dalmaçya kıyılarına, Balkanlar'a sevk edilmişlerdir. 750 sıralarında Atina çevresinde "Avar" denilen İslavlardan bahsedilmekte, aynı devirlerde Hırvatları Adriatik sahiline götüren başbuğların şu adları sıralanmaktadır: Kiıliik, Lobel (Alp-el?), Kösenci (Koşuncu), Buga, Tugay "9. Pannonia (Batı Macaristan) ve Morva İslavlarının başında, İslavlaşmış Avar beylerinin bulunduğu ileri sürülmekte, diğer taraftan Germen kabilelerinin Çek memleketindeki yurtlanndan ayrılmalannın, savaş kabiliyetleri pek zayıf olan İslavlar yüzünden değil, Avar başbuğlarının baskısı sonucu vukua geldiği ve bu hadisenin Doğu Almanya'da meydana çıkan Avar sanatı ile ilgili eserlerde de doğrulandığı bildirilmektedir. Böylece, 584'de piskopos Suri-yeli Johannes'in ifadesi ile "Eskiden ormanlardan dışarı çıkmağa cesaret edemezken, Avarlar sayesinde savaşa alışan ve altun, gümüş, at sürüsü sahibi olan İslavların sistemli göçürülmeleri yolu ile günümüz Orta ve Doğu Avrupa etnik haritasının Avar hakanlığı tarafından çizildiği anlaşılmaktadır. Bugün Kafkaslar'da yaşayan Avar zümresinin de onların torunları olduğu kabul edilir.

HAZAR HAKANLIGI



7.-10. yüzyıllarda kuvvetli teşkilatı, canlı ticarî faaliyeti, dinî hoşgörüsü ve iktisadî refahı ile Kafkaslar ve Karadeniz'in kuzey düzlüklerinde îtil (Volga)'den Özü(Dnyeper)'ye, Çolman(Kama)'a ve Kiyefe uzanan sahada siyasî istikrar sağlayan Hazar hakanhğı Doğu Avrupa tarihinde büyük rol oynamış en mühim Türk devleti olarak görünmektedir. Hakanlığa ad veren Hazarların yukarıda gördüğümüz tarihî seyir dolayısiyle, Sabar Türklerinin devamı oldukları îslam yazarı el-Mes'üdî(10. yüzyıl)'nin bir kaydı ile de kuvvet kazanmıştır. Ona göre, îranlıların "Hazar" dedikleri topluluk Türkler tarafından "Sabar" (Sebir) diye anılır. Sabar adı yerine Hazar tabirinin hemen aynı manaya gelmesi de bunu teyid eder. Hazarları meydana getiren ahalinin yalnız eski Sabar Türkleri'nden ibaret olmadığı, aslen Sabar olan Semender ve Belencer adlı iki Hazar boyundan başka, hakanhk topraklarında yaşayan zümreler arasında türlü Türk guruplannın yer aldığı da şüphesizdir. Hazar ülkesinde Z'li (doğu) Türkçe (Hun, Gök-Türk, Uygur lehçesi) yanında R'li (batı) Türkçe (Ogur-Bulgar lehçesi) de konuşuluyor, ayrıca Fin-Ugor (Macarca) ve diğer mahallî diller kullanılıyordu. Bu, bölgede cereyan eden tarihî hadiselerin tabiî sonucu idi: Hazar devletinin ana topraklan durumunda olan Itil-Kafkaslar-Don arası saha, doğudan batıya gelişen büyük göç hareketierinin yolu olduğu için, Hunlardan, Ogurlardan, Fin-Ugoriardan. Avarlardan burada kalan kütleler hayatlarını devam ettiriyorlardı. 558'den sonraki yıllarda Sasanîlerle savaşa girişmiş Kafkaslar hakimi bir kavim olduğu bildirilen Hazarlar (daha doğrusu Sabarlar) "Hazar" adı ile 586'da Bizans'da iyice tanınmış bulunuyorlar, fakat aynı zamanda "Türk" diye anılıyorlardı. Çin kaynaklarında ise "Türk-Hazar" (T'u-küe Ho-sa-K'o-sa) adı ile zikredilmişlerdir. Bu son iki kayıt Hazar ülkesinin 576 yıllarında hakimiyeti Karadçniz'e ulaşan Gök-Türk imparatorluğu sahası içine alındığını göstermekte ve topluluk adları kullanılışında Türk geleneğine uygun düşmektedir. Böylece, Hazarlar, Gök-Türk hakanlığmın batıda en uç kanadını meydana getirmişlerdir. Ermeni tarihçisi rahip Sebeos (VII.asır)'a ve îslam kaynaklanna göre, Gök-Türk hanedam Aşına ailesinden bir başbuğun idaresinde bu durum 7. yüzyılın 2. çeyreğine kadar devam etmiş ve Hazarlar Batı Gök-Türk hakanının iradesi ile Sasanîlere karşı Bizans'a yardımda bulunmuşlardır. Hazarların Derbend'i geçerek Gürcistan'a girip Tiflis'i kuşattıkları ve Azerbaycan'a akınlar yaptıkları 626 yılına doğru, kendisi doğu Karadeniz sahillerinde bulunduğu sırada, başkenti Sasanî-Avar muhasarasına alınmış olan Bizans imparatoru Herakleios, Tiflis önlerine gelerek, Hazar hükümdar-başbuğu -ihtimal Batı Gök-Türk hakanı Tong Yabgu'nun küçük kardeşi- "Yabgu" ile vardığı anlaşma sonucunda sağladığı 40 bin atlının desteği sayesinde îran içlerine yürümeğe muvaffak olmuştu. Bu münasebetle Anadolu îranlıların istilasından kurtarılmış, Sa-sanîler artık büyük devlet olmaktan çıkmış ve Hazar kumandanı Çorpan Tarhan'ın başarı ile harekatı yürüttüğü bu sıralarda "Yabgu" da Tiflis'i zaptederek (629) bazı Ermeni kütlelerini himayesine almıştı. Hazar tarihinin gerçek hakanlık devresi 630'dan itibaren başlamaktadır. Bu tarihte Orta Asya'da Gök-Türk hakanlığının Çin hakimiyetini tanıyarak bir fetret devresine girmesi üzerine, kendi topraklarında kendi başlarına idareler kurmağa giriçen birçok Türk topluluklarında görüldüğü gibi, Ha-zarlar da, müstakil hakanlık olarak devletlerini geliştirdiler. Başarı için ge-ekli siyasî ve iktisadî şartlar mevcut bulunuyoıdu. Hazar Devleti, İran karşısında Bizans'ın en iyi müttefiki durumunda idi. Türk-Bizans işbirliği sayesinde zayıflayan Sasanî imparatorluğu 634-637'lerde İslam kuvvetleri tarafindan çökertilip îran toprakları Arapların eline geçerek, İslam ileri harekatı bir yandan Ermeniye yolu ile Kafkaslar'a doğru, bir yandan da Suriye üzerinden Anadolu içlerine doğru gelişmeye başlayınca, bu ittifak tabiî bir hal aldı. 7. asrın 2. yarısından itibaren gittikçe kuvvetlenerek 8. yüzyıl boyunca devam eden siyasî menfaatler ortaklığı, iki tarafın hükümdar aileleri arasında evlenmelere varacak ölçüde değer ve ehemmiyet kazandı.İmparator Justinianos II (685-695 ve 705-711) ve Konstantinos V (741-775) Hazar prensesleri ile evlendiler .

Konstantinos'un prenses Çi-çek'ten doğan oğlu, tarihte "Hazar Leon" lakabı ile tanınan împarator Leon IV (775-780) Hazar hakanının torunu oluyordu. Bu suretle imparatorlar, aynı zamanda kendi siyasî-askerî iç meselelerinin hallinde Hazar yardımından faydalanıyorlardı. Hazar Leon'un karısı îren'in, daha sonra, "Augusta" veya bir imparator naibi olarak değil, fakat tek başına ve tam salahiyetli "Basile-us" kabul ve ilan edilmesi gibi Bizans ve Roma tarihinde ilk defa görülen hadise herhalde Hazar-Türk tesiri ile izah edilebilir.

665'i takip eden yıllarda, Karadeniz kuzeyindeki "Büyük Bulgarya" devletinin kuvvetli Hazar genişlemesi karşısında dayanamıyarak parçalanması neticesi, Dnyeper'e kadar uzanan düzlükler Hazarlara geçmiş ve hakanlık Kafkasların güneyinde de îslam ileri harekatına karşı yolları kapamıştı. Araplarla Hazarların mücadeieleri şiddetli ve devamlı oldu. îlk büyük taarruz Halife Osman zamanında H. 31 (651-652)'de Selman b. Rebîa kuman-dasında yapıldı. Derbend'i aşarak Hazar başkenti Belencer'e kadar sokulan Arap kuvvetleri geri püskürtüldü ve Hazarlar güneye doğru Ermenistan'a girdiler. Bundan sonra, yarım asırdan fazla devam eden sınır boyu çarpışmalarını îslamların büyük çapta harekatı takip etti. Bu seferlerin başında Emevîlerin ünlü kumandanlarından Mesleme Abd'il-Melik (Halîfe Velîd 1 -705-715-'in kardeşi) bulunuyordu. Derbend havalisine kadar uzanan (707-710, 711 yılları) Mesleme 714'de Derbend'i zaptetti ise de, kendisinin Istanbul'a yürümek üzere Kafkaslar'dan ayrılmasından sonra, Hazar taarruzu karşısında Arap kuvvetleri geri çekildi. 722 yılında, Ermeniye valisi el-Carrah'ül-Hikemî Hazar ülkesinde büyük başarı kazandı. 730'a kadarki karşılıklı akınlar sonucunda Araplar tekrar Azerbaycan'a gerilediler. Fakat en mühim başarılarını Ermeniye ve Azerbaycan valisi Mervan b. Muhammet (sonradan halife)'in 737'deki harekatı ile elde ettiler. Bu münasebetle hakanın İslamiyeti kabule zorlandığı söylenir; ancak rivayete göre, az sonra o yine eski dinine dönmüştür. İslam halifeliğinde Abbasîlerin iktidara gelmesi ile nıücadele hızından kaybetti. Mühim olmak üzere 8. asrın 2. yarısında, 760'lardan sonra, Hazarların Tiflis'i tekrar ele geçirip Ermeniye bölgesine girmeler: zikredilmeğe değer Bu savaşlar dolayısiyle belirtildiğine göre, halîfe El-Mansür tarafından H. 141 (758)'de Daryal'da kurulmuş olan Ermeniye vilayet merkezinde vali Yezîd b.Useyd, hakanla uzlaşmak için, halîfenin arzusu gereğince bir Hazar prensesi ile evlenmek istemiş, tarhanlar refakatinde ağır çeyizi ile Berdaa(vilayet merkezi)'ya getirilen kızın doğum esnasında çocuğu ile ölmesi, hakanı bunun gerçekte bir ihanet sonucu olabileceği düşüncesine sevkederek harp sebebi sayılmış ve As-Tarhan kumandasındaki Hazar ordusu hilafet topraklarına yürümüştür. îslam hilafet imparatorluğunun en kuvvetli devirlerinde Arap ordularına karşı gösterilen bu çetin mukavemet Hazar devletinin kudretini bir kere daha ortaya koyar. Hakikaten 8.-9. asırlarda hakanlık, îslam müelliflerinin ifadelerinden de anlaşıldığı üzere, Çin ve Bizans ile denk ayarda olmak üzere, Doğu Avrupa'nın en büyük siyasî teşekkülü durumunda idi. Sınırlan bilhassa batı ve kuzey yönünde genişlemiş, Kuzey Kafkaslar'da "Serîr" ülkesi "Avarlar", Alanlar, On-ogurlar ve Kafkaslar'ın dağlı kavimleri, Kırım'da Gotlar, İtil Bulgarian, Volga civarında Fin-Ugor Burtas'lar661 ve başka çeşitli Fin kollan, Desna ırmağı ile orta Dnyeper çevresindeki îslav kütlelerinden Radimiçler, Vyatiçler, Severianlar, Polianlar vb., Kuban havalisindeki Macarlar ve Kiyef ile dolaylan, hakanlığın idaresine girmişlerdi. Böyiece, 9. asır sonlarına ait bir kaynakta (Eldad ha-Dani) hakanı "25 kral"ın başında olduğu söylenen Hazarlara bu siyasî gücü sağlayan başlıca imkanlardan biri, hakanlığın, coğrafî mevkii itibariyle Ortaçağ'ların belki en canlı ticarî faaliyet bölgesinin merkezinde yer almış olması idi. Hazar ülkesine İskandinavya'dan, Volga ve Kama boylarından bilhassa kürkler (samur, kakım, sansar, zerduva, tilki vb.) ve diğer ticarî mallar (balmumu,Xut-kal), Çin'den ve Türkistan'dan ipek ve kumaşlar, Bizans'tan türlü sanat ve süs eşyası geliyor, îtil ve başka Hazar çehirlerinde pazarlanıyor, bu çeşitli ve zengin emtia Orta Asya-Doğu Avrupa-Yakın-doğu kıtalan arasında bir yandan diğer yana akıyordu Hazar hakanlığı, devlete yüksek gelir sağlama bakımından bu büyük ticarî faaliyeti teşkilatlandırıp emniyet ve kontrol altına almak suretiyle en iyi şekilde değerlendiren bir siyasî birlik olarak Türk devletleri arasında seçkinleşmiştir. Kaynaklarda açıklandığına göre, Hazar hakanlığı refah içinde idi. îbn Fadlan (M. 922) Hazarlann bal, mum, un, kadife ve kürk ticareti yaptıklannı, Gerdîzî (M. 1048) arıcılık ve balmumu ticareti ile uğraştıklannı söylemekte, îstahrî (M. 930-933) Hazar devlet hazinesinin kaynakları olarak, ülkeye giriş noktalarında ve kara, deniz ve nehir yollarının belirli yerlerinde elde edilen gümrük resimleri ile tacirlerden alınan 1/10 vergileri zikretmekte, el-Mes'üdî (M. 944) Hazarların denizde ve nehirlerde gemiler işlettiklerini bildirmektedir . Aynı kaynaklara göre Hazar ülkesinde tarım için verimli topraklar ve pek çok meyve bahçeleri bulunuyor ve bunlar "hayata kolaylık getiriyordu". Mevcut imkanlar dolayısiyle Hazarlar şehirler de kurmuşlardı. Bunların en mühimi başkent îtil şehri idi. Öteki büyük şehirler, Belencer etrafında 4 bin kadar bahçesi ile Semender (Dağıstan bölgesinde deniz kenannda) , Kuban'ın Karadeniz'e döküldüğü yerde Tmutorokan
"Hazar Barışı"nın sağladığı sükünet ve huzurla gelişen ticarî faaliyet, tarihin mühim hadiselerinden biri olmak üzere, Rus-İslav devletinin teşekkülüne yardım etmiştir. îskandinavya-Bizans ticaret yolu üzerinde, ormanlarında kıymetli kürklü hayvanları ve orman-bozkır sınırı boyunca anları bol bölgelerde oturan, daha çok avcılık ve bal istihsali ile uğraşan İslav-Fin karışımı kabileler, aynı ticarî maksatlarla buraya gelen îskandinavya'lı gözü pek denizci Vareg (Norman)'lerden Rus (Ross, Rhos
Rurik, Hazarlara bağlı orta Dnyeper sahasındaki Hazar merkezi (kalesi) Samba-ta'ya gelerek, (862'de) tabilik statüsü altında, ticarî-siyasî faaliyetlere giriş-mi§ ve Rurik'den sonra halefi Oleg, aynı yerde o sıralarda gelişen Kiyef §eh-rini kendi hakimiyetine geçirmeğe muvaffak olmuştur (882). Bu münasebetle adı ancak Türkçe ile açıklanabilen Kiyefin, Sambata gibi, Türkler tarafın-dan kurulduğu ileri sürülmüştür. Bu devirde Rus knezliklerinde Türk tesirleri açıktır. Daha 839'da ilk kurulan "Rhos" (Rus) birliğinde baçkanın unvanı "chacanus" (khakanus=hakan) idi (Frank kroniki Annales Bertini-ani). 988'de Hıristiyanlığı kabul eden prens Vladimir ve sonra knez Ya-roslav (1036-1050) hala resmen "kagan" unvanını taşımağa devam ediyorlardı. îbn Rusta (920'lerde) Gerdîzî ve Metropolit Hilarion (11. yüzyıl) hep Rus "hakan"larından bahsederler. 10 yüzyılda Kiyef şehrinin bir kısmı "Kozari" diye anılmakta idi. Kiyefe Türkçe "Mankermen" (=büyük hisar) de denilmiş ve Moskova'daki Kremlin (=hisar, kale) sarayı adının Türkçeden geldiği belirtilmiştir. İlk Rus kanunnamesi "Ritsskaya Pravda" (XI. yüzyıl 2. yarısı)'da "drujina" (idareciler) ile teb'a münasebetlerinin açıklanmasında adeta bir Hazar-Türk topluluğunu sezinlemek mümkün görülmüştür. Hazar hakanlığı Macar (Magyar) devletinin de gerçek kurucusu durumundadır. Aslında Urallı (Fin-Ugor) bir kavim olarak, Vogul ve Ostiyaklarla yakın akraba bulunan Macarlar Ural dağlarının ormanlık yamaçlarındaki eski yurtlarından bozkırlar çizgisine inerek, buradaki Ogur Türkleri ile uzun bir devre birlikte yaşamışlardır. M. 463'lerde Sabarların batıya göç hareketleri baskısı dolayısiyle Macarların (bir kısmı bugünkü Başkırtar sahasındaki yurtlarında /Magna Hungaria=Asıl veya Büyük Macaristan/ kalırken), kalabalık kısmı Ogurlarla birlikte Kuzey Kafkaslar'a, Kuban nehri dolaylarına gelmişlerdir. Orada On-Ogur'ların idaresinde kaldıklan için On-Ogur (=Ongur, Ungri, Ongri, Ungor, Ungaros, Hungarus, Hongrois, Venger vb.) adı ile de tanınmış olan Macarların eski tarihine ait, Belar (Bul-gar)'ın gelinleri ile Alan prensinin iki kızının Hunor (Hun-eri) ve Moger (Magy-eri) taraflarından kaçırılıp zevceliğe alındıklan hikayesi ile, Hurorve Moger kardeşlerin bir geyik rehberliğinde Azak denizinin batısına geçtiklerine dair Batı kaynaklarında nakledilen gelenek Macarların, Karadeniz kuzeyinde Bulgarlarla -ve herhalde Bulgarların aracılığı ile- Hunlarla yakın ilişkilerinin ve Alanlarla komşuluklarının hatıralarıdır. Sabariarın Kafkasya'yı işgalleri sırasında "Sabar(d)" diye, daha sonra (Gök-Türk hakimiyeti Kırım'a kadar uzanınca ve sonra Hazar hakimiyeti dolayısiyle) "Türk" diye anılan Macarlar, 400 yıl kadar Türklerle bir arada yaşamanın neticesi olarak, Bozkır kültürünün derin tesiri altında Türk kültür unsurlarını benimsemişler, ona göre teşkilatlanmışlar, hayvan beslemeyi, çiftçiliği, bağcıhğı, kanun kavramını ve yazıyı öğrenmişlerdir. Halen Macar dilinde yaşamağa de-vam eden Türkçe sözler (batı, yani -r'li- Bulgar Türkçesi'nden) bunu açıkça gösterir: ÖA:ör=öküz, n>ıö=dana, bika =buğa, borjıı=bızagı, tyuk=tavuk, /co5==koç, kecske=keçı, tarlo=taıa, teknö=tekne, ^aro=kazık, eke=saban, arok=aııi, bıaa=bugüay, arpa=arpa, borso^buıçak, a//na=elma, szölö= (sidleg'den)üzüm, sereg=çeri(g) (ordu), beke=han^, ero=erk (kuvvet), tör-veny=töre (kanun), tamı=tamk (şahid), belyeg=(pu) belge, erdem=eTdem (fazilet), egy=kutsal, frü/ı^günah, öö/c^=bilge, kek=gök (mavi), sarga=san, zsam=s3iyı, betü=biü(g) (harf),/+/ı;= yazmak vb.... Macariar Don nehri dolaylarında (Dentü-Mogyeria) iken, Hazar hakanlığınca tayin edilmiş ve hatta bir Hazar prensesi ile evlendirilmiş ve ihtimal "kündü" unvanını taşıyan başbuğları Lebedi'nin idaresinde bulundukları sırada, doğudan gelen Peçenek baskısı sebebi ile yerlerinden ayrılarak Dnyeper-Dnyester-Prut böl-gesi (=Etel-küzü~Etelköz=nehirler arası)'ne geçmişlerdir. Burada Kün-dü ile "Üge" taraflarından idare edildikleri zaman, herbirinin başında Hazar hakanlığının tayin ettiği birer "ür" bulunan 7 kabileden kurulu birlik teşkil ettikleri anlaşılan Macarların Türklerle büsbütün karıştıklarını kabile adları göstermektedir: Tarjan (tarkan), Yenö (Türkçe ünvan "ınak"dan), Kürt Gyarmat (yorulmaz), Ker (büyük, iri), Keszi (kesik, parça). Diğer iki kabile Fin-Ugor: Nyek ve Maeyar 7. Bunlardan Orta Asya'da Türk asıldan bir boy olarak görünen Kürt kabilesi inden hiç olmazsa bir bölümün Gök-Türkler çağında gelerek Macarlara katıldığı sanılıyor.(bu görüş çürütülmüştür bk. 1. dipnot) 880'lerde batıya doğru yönelen Peçeneklere kendi ülkesinden yol vermek zorunda kaldığı anlaşılan Hazar hakanı tarafından, herhalde Peçenek tehlikesine karşı Macar birliğini sağlam tutmak maksadıyla, Üge soyundan Almış-oğlu Arpad (Türkçe, Arpacık)'a tam selahiyet verildi ve o, "Türk (Hazar) usulünde töre uyarınca kalkan üzerinde kaldırılmak" suretiyle ve herhalde Gyula (=Yula, Cula, Türkçe unvan) olarak Macar kabileler birliğinin başbuğu ilan edildi. Hazar topluluğundan ayrılan üç urugdan kurulu Caöa'ların da katılması ile Macar kabile sayısı 8'e yükseldi, dolayısiyle Macarlar arasında Türk unsur daha da arttı ve bu sebepten Fin-Ugorca yanında Türkçe de yaygın dil haline geldi ki, bu iki dilli durum bir asır kadar sürmüş gibidir. 889'a doğru Macarlara yönelen 2. büyük Peçenek taarruzu yüzünden Etelküzü'yü terk etmek zorunda kalan Macarlar, vaktiyle Avarlarla birlikte bir kısım soydaşlarının gittiği ve kendi hayat şartlarına uygun bulup beğendikleri Tu-na-Tisa bölgesini, Arpad (ölm. 907)'ın sevk ve idaresinde, işgal ederek bugünkü vatanlarını (Macaristan, Hungaria) kurdular (896). Türk soyundan gelen 713 ve 1301 yılına kadar devam eden Arpad sülalesi mensupları, 1000 senesinde Hıristiyanlığı (Roma Katolik) kabul edinceye kadar çoğunlukla Türkçe adlar taşımışlardır: Tarkaç, Yutaş, Taş, Tarma ve Geza; iki prenses: Saroltu, Karoldu (Ak-gelincik, Kara-gelincik) ve Hıristiyanlığı devlet dini yapan ve Stephanos (îstvan) adını alan kral: Vayk (=Bay+k)715. 0 tarih-lerde Bizans kaynakiannda Macarlara daima "Türk" denildiği gibi, Macaristan'a da "Türkiye (Tourkfıia) adı verilmiştir. Ayrıca Macarlardan bir zümre olup bugün Erdel (Transilvanya)'de oturan Türk asıllı Szekely (Sekel)'ler717 16. yüzyıl ortalarına kadar, eski Orhun alfabesinin az değişiklikle devamı olan ve Macar "Oyma yazısı" (Rovasîras) denilen yazıyı kullanmışlardır ki, bu yazıdan bir hatıra da İstanbul'da bulunmuştur (Elçi Hanı kitabesi. 16 yüzyıl).

Hazar hakanlığı 10. yüzyılın ortalarından itibaren gücünü kaybetmeğe başladı. Bu, tabiat'ıyle daha önceki tarihlerde beliren sosyal huzursuzlukların sonucu idi. Başlangıçta 1 liklerden kurulu olan ordu -Hazar unsurunun daha çok ticarî içlere kayması dolayısiyle-ücretli asker sayısının gittikçe artması yüzünden, yavaş yavaş millîliğini kaybederek yabancılaşıyordu. Daha 8. asır ortalarında ücretlilerin mühim bir kısmını Harezm ve civarından gelen müslümanlar (Khalis~ Kh ~alis=Kaliz'ler) teşkil ediyordu. Mesela yukarıda 762-764 hadiseleri dolayısiyle zikrettiğimiz Aslarhaıı daha zıyade kendi yurttaşlarına kumanda eden Harezmli bir askerdi. Memlekette dil ve din birliğinin bulunmaması, Hazar topluluğunun dağılmasını kolaylaştıran amillerden olmuş; ordunun kuvvetten düşmesi neticesinde ticarî emniyetin sarsılması ekonomik dengeyi bozmuş; Peçeneklerin ülkeye yayılmalan, belki büyük karışıklık yılları olarak bilinen 854'lerde Kabarların, daha sonra Macarların ve ihtimal Kalizlerle Bulgar îskil 721'lerin yurttan aynlmaları hakanlığı büsbütün zaafa uğratmıçtı. îslavlar durumdan faydalandılar. Ticaret örtüsü altında etrafta saldırgan hareketlere giriştiler. Hazar sahillerindeki kasabaları yağmalıyor, tahrip ediyor, ahaliyi öldürüyorlardı (bilhassa 910, 913, 943 yıllannda). Vaktiyle hakanlık gemilerinin huzur içinde dolaştığı deniz ve nehir yollarında emniyet kalmadı. Hazar hükümet makamlarının kanunsuzluklara engel olmağa çalışmaları îslavları büsbütün azdırdı. Nihayet Kiyef Rus prensi Svyatoslav, Türk tarzında kurup donattığı kalabalık kara ve nehir kuvvetleri ile her cihetçe borçlu bulunduğu efendilerini mağlüp, başkenti zapt ve diğer şehirleri tahrip etti (965). Yakınında 12. asırda "Saksın" şehrinin kurulduğu eski başkent îtil şehri, el-Bîrünî zamanında (1048) bile harabe halinde idi.. Hazarlar dağıldılar. Tmutorokan'a, Kırım'a doğru çekilenler topluluk hayatını devam ettirmeğe çalıştılar. Diğer taraftan Hazarlar yabancı ülkelerde de bazı hatıralar bırakmışlardır: İshak b. Kündücük, Ab-basî halîfesi el-Mu'temid zamanının (870-891) tanınmış kumandanlarındandı. Tegin b. 'Abdullah'il-Hazarî üç kere Mısır valiliği yapmıştı (10. asrın ilk çeyreği). Hatta Ye'cüc-Me'cüc seddini aramak üzere halîfe el-Vasık (842-847) tarafından Kafkaslar'a gönderilen ve Türkçe de bildiği söylenen Sellam-ut-Teı-cüınan aslen bir Hazar Musevîsi olduğu rivayel edilmiştir. Kafkaslarda yaşayan Karaçayların Hazarlarla akrabalığı ileri sürülmektedir. Bugün Hazarlann hatıralarından biri Hazar Denizi'nin adıdır.

(1) "Son zamanlarda ülkemizde bâzı millîyetçi! çevrelerce Kürt'lerin bir Turan boyu, dolayısıyla Türk oldukları iddiâları öne sürülmüştür. Buna mehâz olarak da Türk Yazısı ile yazılmış Elegeş yazıtının 8inci satırındaki KÜRTLKN harflerinden oluşan üç sözcük gösterilmiştir. "KÜRT eL KaN" yânî "Kürt Eli Hanı" şeklinde algılanan bu sözcüklere dayanılarak ileri sürülen bu görüş yanlıştır. Aslında iki kelimeyi oluşturan bu harflerin "KÖRTüL KaN" yânî "Kuvvetli (kudretli, şiddetli) Han" anlamında olduğu âşikârdır." www.tonyukuk.com 'dan ayrıca bknz :Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Şubat 98 112. sayı, sf 231





 
 

ormela.tr.gg
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol