İletişim Adresi

   
  ORHAN YILDIZ
  Avrupa Birligi (Genel)
 

AVRUPA BİRLİĞİ

Birinci Bölüm

1.1 Avrupa’nın Bütünleşme Tarihi

Genellikle Avrupa toplulukları tarihinin başlangıç noktası olarak II. Dünya Savaşı’nı izleyen yıllar alınmakla birlikte, bu fikrin temelini oluşturan “Avrupa Birliği” yahut “Avrupa Birleşik Devletleri” düşüncesi daha eskilere gider. Avrupa’nın siyasi birliğine ilişkin teori ve projeler 16. yy’dan sonra ortaya atılmıştır. Bunların amacı; Avrupa’yı yeni baştan kurarak, bir bütün haline getirmek ve kolayca Avrupa Milletleri arasında iş bölümünü ve barışı gerçekleştirmekti. Bu fikirlere önceleri kilise öncülük etmiş, ancak Papa ile Krallık arasındaki mücadele sonrasında Avrupa’nın ikiye ayrılması üzerine, filozoflar ve devlet adamları da bu akıma katılmışlardı. Bu fikirler daha çok Almanya ve Fransa’da doğmuş ve gelişmiştir.

17. yy’da Fransis Emeric Cruse’nin “Barış ve Dünya Federasyonu Projesi” Alman Leibniz’in Avrupa Birliği’ne ilişkin görüşleri bu düşüncenin ilk felsefi temsilcileridir.

II. Dünya Savaşı sırasında Avrupa’nın yaşadığı emsali görülmemiş yıkım, savaş sonrasında Avrupa Birliği düşüncesinin bu sefer çok daha kuvvetli bir şekilde yeniden gündeme gelmesine sebep olmuştur. Nitekim, daha savaş biter bitmez, 19 eylül 1946’da İngiltere Başbakanı Sir Winston Churchill Zürih’te yaptığı bir konuşmada, gerek Sovyet Rusya’nın tehdidinden korunmak, gerekse savaşın getirdiği yaranın sarılabilmesi için bir Avrupa Birleşik Devletleri kurulmasını gereğinden bahsetmiştir.

Bunun üzerine çok geçmeden 1947’de Fransa ile İtalya aralarında bir “Gümrük Birliği” kurmak için çalışmalara başladılar. Bu amaçla 1949’da Paris’te bir anlaşma imzalamışlarsa da, pazarlarının geniş olmaması ve ekonomik sektörler arasında büyük bir rekabetin olması sebebiyle bu projeden vazgeçmişlerdir. Daha sonra aynı projeyi BENELUX ülkeleriyle birlikte gerçekleştirmek istemişler ancak o sırada gözler Avrupa Ekonomik İşbirliği Teşkilatı çalışmalarına kaydığı için bu teşebbüs de öylece kalmıştır.

II. Dünya Savaşı sonrasında Batı Avrupa’yı birleştirmeye iten sebeplerden birisi de, ABD’nin Marshall Planı’dır. Öyle ki, ABD Dışişleri Bakanı George C. Marshall 5 haziran 1847 tarihli nutkunda, Savaştan yıkımla çıkan Avrupa’nın yeniden inşası için ABD’nin Avrupa’ya geniş bir yardımda bulunacağını; ancak bu yardımın daha etkili olabilmesi için Avrupalıların dayanışma içinde olmaları gerektiğini söylemiştir. Ancak, Avrupa’nın bütün ülkeleri henüz böyle bir işbirliğine, hele de buradan yola çıkarak bir bütünleşme sürecine aynı ölçüde hazır değildiler. Polonya, Macaristan, Bulgaristan ve Çekoslovakya’da savaş sonrası meydana gelen rejim değişiklikleri Avrupa’yı ikiye bölmüştü. Ancak Doğu Bloğu ülkeleri dışındaki Batı Avrupa Ülkeleri bir “bütünleşme” süreci olmasa bile en azından Marshall Planı’nın yürütülebilmesi için gerekli teşkilatlanmaya gitmeye istekliydiler. Nitekim bu amaçla başlayan çalışmalar 16 Haziran 1948’de Avrupa Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’nın (Organisation for European Economic Cooperation-OEEC) kurulmasıyla sonuçlanmıştır.

OEEC’nin kurulması Avrupa’nın bütünleşme çabalarında çok önemli bir adımdır. Zira OEEC’nin amacına ulaşması, bütünleşme yanlısı Avrupalıları daha da cesaretlendirmiştir. Her ne kadar Avrupa’nın ortak savunması için girişilen “Batı Avrupa Birliği” (BAB) tecrübesinden istenilen başarıya kısa sürede ulaşılmamış ise de, bu durum bütünleştirmecileri yıldırmadı. Çünkü, Avrupa’nın savunması ABD’nin de katıldığı Kuzey Atlantik Paktı Teşkilatı (NATO) tarafından güvenceye alınmış; 5 Mayıs 1949’da kurulan Avrupa Konseyi ile de Avrupalılar arası siyasi dayanışmada önemli bir aşama kaydedilmişti. Bu sebeple, Avrupa’nın bütünleşmesi için önlerinde hala bir şans vardı. Üstelik bu şansı kullanmak zorundaydılar. Zira, Marshall Planı’nın birkaç yıllık tecrübesi göstermişti ki, bu yolla Batı Avrupa Ekonomisi giderek ABD’ye bağımlı bir hale gelmektedir. İşte bu durum Batı Avrupalı devlet adamlarını oldukça rahatsız ediyor, farklı çözüm yolları düşünmeye itiyordu. Aşağıda incelenecek olan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu bunlardan birisidir.

1.2 AVRUPA KÖMÜR VE ÇELİK TOPLULUĞU

Fransız Dışişleri Bakanı Robert Schuman, 9 Mayıs 1950’de, özellikle yakın tarihlerinde birbirleriyle savaşmış olan Fransa ve Almanya’nın bir daha savaşmalarını engellemek amacıyla, savaş sanayisinin ana maddeleri olan kömür ve çeliğin üretim ve kullanımının “uluslar üstü” (Supranational) bir organ tarafından yönetilmesi teklifiyle, Avrupa’nın bütün “demokratik” ülkelerine çağrıda bulundu. Schuman Bildirisi diye anılan bu çağrıya Fransa’nın yanı sıra Federal Almanya, Belçika, İtalya, Hollanda ve Lüksembourg olumlu cevap verdiler.

Şu bir gerçektir ki, Schuman Bildirisi’nin kısa vadeli amacı Fransız-Alman çekişmesini yok etmekti; ancak bu bildiri uzun vadede, Batı Avrupa Ülkeleri arasında geniş bir işbirliğini öngörmekte ve aynı zamanda müstakbel bir “Avrupa Birleşik Devletleri”nin temelini atmaktaydı. Üstelik bu yolla, Batı Avrupa gelecekte ABD’ye bağımlı olmamak yolunda da önemli bir adım atmış oluyordu.

Schuman Bildirisi’nden hemen sonra başlayan müzakereler oldukça çetin geçti ve 18 Nisan 1951’de Avrupa Kömür ve çelik Topluluğu’nu (AKÇT) kuran anlaşma Paris’te imzalandı. Paris Anlaşması’nın 25 temmuz 1952’de yürürlüğe girmesi ile de ilk Avrupa Topluluğu hukuken doğmuş oldu.

Bu ilk Topluluk, kısa bir süre sonra gerçekleşecek olan “Avrupa Toplulukları”nın nasıl bir temel üzerine kurulacağının da habercisi idi. Zira AKÇT’ deki kurumsal ve teorik yapı, diğer iki toplulukta da bir değişikliğe uğramamış, değişen sadece toplulukların düzenledikleri alan olmuştur.

AKÇT’yi kuran Paris Anlaşması 100 maddeden oluşmakta ve kömür ve çelik gibi ekonominin iki temel maddesini ele alarak, bunların altı üye devlet arasında serbestçe mübadele edilmesi ve ekonominin bütününe hitap etmesi amaçlanmıştır. AKÇT bu amaçlarına ulaşmak için de aşağıdaki şekilde teşkilatlanmıştır:

- Yüksek Otorite (High Authority)

- Ortak Meclis (Common Assambly)

- Özel Bakanlar Konseyi (Special Council of Ministers)

- Adalet Divanı (Court of Justice)

AKÇT’nin supranational niteliğini Yüksek otorite örneğinde açıkça görmekteyiz. Zira, bu organ, o zamana kadar kurulmuş olan OEEC, GATT gibi uluslar arası kuruluşların organlarından farklı olarak, aldığı kararları üye ülkelerde doğrudan uygulayabiliyordu.

1.3 AVRUPA SAVUNMA TOPLULUĞU DENEMESİ

AKÇT’nin başarılı olması ve Almanya ile Fransa arasındaki anlaşmazlığı çözmesi üzerine, altı üye ülke bu sefer nihai amaç olan Avrupa’nın siyasi birliğini kurma yolunda faaliyetlere giriştiler ve ilk olarak, askeri güçlerini birleştirip dışa karşı kendilerini korumak amacıyla bir “Avrupa Savunma Topluluğu” kurmaya çalıştılar.

Bu konudaki resmi teklif Fransız devlet adamı Rene Pleven’den gelmişti. Ancak böyle bir topluluğun kurulması, savaş sonrası silahsızlandırılmış olan F. Almanya’nın yeniden silahlanmasını gerektiriyordu ki, bu durum bir çok Fransız’ı rahatsız ediyordu. Bu sebeple Fransız Millet Meclisi bir toplantısında AST projesini onaylamadı. Böylece AST projesi doğduğu ülkede ölmüş oldu.

Ancak AST projesi Avrupalılara şunu öğretti ki, siyasi entegrasyonu sağlamak için öncelikle ülkeler arasında güveni yerleştirmek gerekiyordu; bunun yolu ise ekonomik entegrasyonu geliştirmekti.

1.4 AVRUPA EKONOMİK TOPLULUĞU VE AVRUPA ATOM ENERJİSİ TOPLULUĞU

AKÇT’nin başarısı ve AST denemesinin ortaya koyduğu gerçek karşısında, altı ülke, kömür ve çelikte giriştikleri deneyi ekonominin diğer alanlarına da yaymak üzere harekete geçtiler. Bu amaçla, altı ülkenin devlet ya da hükümet başkanları 1-2 Haziran 1955’te Messina’da bir araya geldiler ve söz konusu amacı gerçekleştirmek üzere bir “Hazırlık Komisyonu” kurdular, başına da Belçikalı P. Henri Spaak’ı getirdiler. Spaak komisyonu bir yıllık bir çalışma sonucunda hazırladığı raporu, 21 Nisan 1956’da incelenmek üzere üye devlet yetkililerine verdi. Raporda Avrupa’nın birleşmesindeki genel prensipler, muhtemel problemler ve çözüm yolları, yeni bir nükleer enerji birliğinin kurulması teklifi yer alıyordu. Bu rapor altı ülkede uzman komitelerce incelenip olgunlaştırıldı ve nihayet 25 Mart 1957’de Roma’da bir araya gelen altı ülke yetkilileri “AET” ve “Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu”nu kuran antlaşmaları imzaladılar. Anlaşmaların üye ülke parlamentolarında onaylanmasından sonra 1 Ocak 1958’de yürürlüğe girmesiyle, Avrupa Topluluklarını oluşturan diğer iki toplulukta hayat bulmuş oldu.

1.4.1 AVRUPA EKONOMİK TOPLULUĞU

Avrupa topluluklarını kuran anlaşmalar içerisinde en geniş kapsamlısı olan “AET”yi kuran anlaşma 248 maddelik bir “esas metin” ile, buna ilişik; dört “ek”, on “protokol”, bir “uygulama sözleşmesi”, son senet, iki “ortak bildiri”, dört “niyet bildirisi”, iki “hükümet bildirisi”, ve bir “AT adalet divanı statüsü hakkında protokol”den meydana gelmektedir.

Roma anlaşması ile altı üye ülke zamanla aralarındaki gümrükleri kaldırmayı, üçüncü ülkelere karşı ortak bir gümrük tarifesi uygulamayı, topluluk içinde malların, insanların, hizmetlerin ve sermayenin serbestçe dolaşabilmesini hedeflemişlerdir. Üye ülkeler bunları gerçekleştirebilmek içinde, ekonominin bütün sektörlerini kapsayan geniş bir Pazar kurmayı, ekonomik, mali, sosyal ve siyasi bütün kurumları arasında bir yakınlaştırmayı hatta bütünleştirmeyi ön görmüşlerdir. AET bu haliyle de, ekonomik bir entegrasyonun ötesine geçmektedir.

1.4.2 AVRUPA ATOM ENERJİSİ TOPLULUĞU

EUREATOM kurucu antlaşması genişlik bakımından AET kurucu antlaşmasından sonra ikinci sırada yer alır. EUREATOM’un amacı üye ülkelerde yaşayanların hayat standartlarının yükseltilmesine katkıda bulunmak ve nükleer endüstrilerinin süratle kalkınması için gerekli tedbirleri almak, diğer ülkelerle ticari amacı artırmaktır EUREATOM’un temelleri Spaak komisyonu tarafından atılmıştır. Atom enerjisi Spaak komisyonu tarafından sektör entegrasyonu seçilen tek alandı. Bu alan uluslar üstü bir entegrasyona çok uygundu. Ayrıca Avrupa eğer atom enerjisi alanında ileride ABD’ye bağımlı olmak istemiyorsa, böyle bir entegrasyona gitmek zorundaydı. Üstelik uzmanlar yakın bir gelecekte Avrupa’nın geleneksel enerji kaynaklarının tükeneceğini; bu sebeple yeni enerji kaynaklarının gecikmeden geliştirilmesi gerektiğini söylüyorlardı. Nihayet, Fransa Almanya’nın atom enerjisini askeri amaçla kullanabileceğini düşünerek, böyle bir entegrasyonu Almanya üzerinde bir kontrol mekanizması olarak görüyor ve atom enerjisi alanında AET’nin dışında ayrı bir topluluk kurulmasını istiyordu. Bütün bu sebepler AET ile EUREATOM’u kuran anlaşmaların aynı zamanda imzalanmasını sağlamıştır.

EUREATOM bugün Belçika, İtalya, Hollanda ve Almanya’da bulunan dört “ortak araştırma merkezi”ne sahiptir. Bu merkezlerde yürütülen araştırma faaliyetlerinin alanı çok geniştir ve nükleer fizik, hayvan ve bitki radyobiyolojisinden, tarımda radyoaktif-maddelerin kullanımına kadar uzanmaktadır. EUREATOM bu tür temel nükleer araştırmaların yanı sıra nükleer güç tesislerinin kurulmasına da katkıda bulunmaktadır.

1.5 AVRUPA TOPLULUKLARININ GENİŞLEMESİ

AT’nin ilk yılları gerek ekonomik gelişmeler açısından gerekse kurucu antlaşmaların uygulanması bakımından oldukça başarılı geçmiştir. Bu durum Avrupa’daki diğer ülkelerinde AT’ye yönelmesine sebep olmuştur. Bunlardan İrlanda 31 Temmuz 1961, Danimarka 9 Ağustos 1961, İngiltere 10 Ağustos 1961 ve Norveç 30 Nisan 1962 tarihinde AT’ye tam üyelik için baş vurmuştur.

Bu başvurular AT için çok önemliydi zira böylece AT artık “rüştünü ispatlamış” oluyor ve kendisine güveni geliyordu. Üstelik, AET’ye karşı 1960’da “Avrupa Serbest Ticaret Bölgesi”ni (EFTA) kurmuş olan İngiltere’nin de başvuruda bulunuyor olması ayrı bir önem taşıyordu. Kısacası AT, EFTA’ya karşı ağırlığını koymuş ve önemli bir zafer kazanmıştır. Tam üyelik başvuruları topluluk yetkili organlarında görüşülmeye başladığında İngiltere’nin kuruluş yıllarında AT’ye karşı aldığı cephe nedeniyle Fransa Cumhurbaşkanı De Gaulle “henüz topluluğa üye olacak düzeyde değil” bahanesiyle İngiltere’nin başvurusunu veto etmiştir.

1969 La Haye Zirve Konferansı toplandığında Fransa’nın başında De Gaulle yoktu. Bu sebeple İngiltere, Danimarka, İrlanda ve Norveç’in ikinci tam üyelik başvuruları bir itirazla karşılaşmadan, tam üyelik müzakerelerinin başlatılması kararı alındı. Haziran 1970’de başlayan müzakereler anlaşmayla sonuçlandı ve AT’yi altı’dan on’a çıkaran katılma anlaşmaları 22 Ocak 1972’de Brüksel’de imzalandı. Ancak, Norveç aynı yıl Avrupa Topluluğu’na katılmayı referanduma sundu ve Norveç halkı S ile katı8lmayı reddetti. Böylece 1 Ocak 1973’de yürürlüğe giren anlaşmalarla AT’nin sayısı dokuz’a çıkmış oldu. Bu genişlemeye AT’nin Kuzeye Genişlemesi denir.

AT’nin ikinci genişlemesi ise Yunanistan’ın katılması ile gerçekleşmiştir. Zaten AET ile Yunanistan arasında 1962’den beri tam üyeliği öngören bir ortaklık ilişkisi vardı. 1974’de ülkede Albaylar cuntası devrilince, Yunanistan 12 Haziran 1975’de AT’ye tam üyelik için başvurusunu yaptı. 27 Temmuz 1976’da başlayan müzakereler 10 Mart 1979’da tamamlandı ve 25 Mayıs 1979’da tam üyelik antlaşmasını imzaladı.

Toplulukların “Güneye Genişlemesi” denilen İspanya ve Portekiz’in katılımları ise katılma antlaşmalarının 1 Ocak 1986’dan yürürlüğe girmesiyle gerçekleşmiştir.

Son olarak 1995 yılında Avusturya, İsveç ve Finlandiya’nın katılmıştır.

Böylece AT, günümüzde 15 üyeli bir büyük entegrasyon olarak karşımızda durmaktadır.

1.6 AVRUPA TOPLULUĞUNUN HEDEFLERİ

AT’nin hedefleri siyasi, ekonomik ve sosyal hedefler olmak üzere üç başlık altında toplanabilir.

1. Siyasi Hedefler.

- Avrupa’da siyasi birliğin kurulması

- Üye ülke halkları arasında iki defa dünya savaşına neden olan ayrımcı muameleleri ve uyrukluk dolayısıyla meydana gelen engelleri kaldırmak.

- Üye ülkelerin tek başına halledemeyecekleri uluslar arası problemleri AT çatısı altında oluşturacakları güç yoluyla çözmeye çalışmak

- Uluslar arası ilişkiler sisteminde ikili kutuplaşma yerine, Çin ve Japonya ile birlikte sistemde yer alarak çoklu kutuplaşmayı gerçekleştirmek ve böylece hukuka saygılı istikrarlı ve dengeli bir uluslar arası ilişkiler sisteminin kurulmasına katkıda bulunmak

- AT içinde ortak bir savunma sistemi geliştirerek, dünya barışı açısından güçlü bir unsur olmak

2. Ekonomik Hedefler

- Avrupa topluluğu ülkeleri arasında ekonomik bütünleşmeyi gerçekleştirmek.

- Topluluk üreticilerinin gelirlerini artırıcı politikalar izlemek ve onları dış rekabette korumak.

- Ekonomik ve teknolojik alanda kaynakların ve kapasitelerin etkin bir şekilde kullanımını sağlamak.

- Bu yolla da ABD ve Japonya gibi dünyanın diğer ekonomik güçleri karşısında rekabet gücünü yükseltmek.

3. Sosyal Hedefler

- Üye ülke halklarının yaşam standartlarını yükseltmek.

1.7 AVRUPA TOPLULUKLARININ KURUMSAL YAPISI

AT yukarıda saydığımız hedeflerine ulaşmak ve faaliyetlerini gerçekleştirmek üzere aşağıdaki organları oluşturmuştur.

Asıl Organlar

- Konsey (The Council)

- Komisyon (The Commission)

- Avrupa Parlamentosu (The European Parliament)

- AT Adalet Divanı (The Court of Justice)

Yardımcı Organlar

- Ekonomik ve sosyal komite (The Economic and Social Committee)

- Avrupa Yatırım Bankası (The European Investment Bank)

- Sayıştay (The Court of Auditors)

a-) Konsey :

Avrupa Topluluğunun üst düzeyde karar alma ve yürütme organıdır. Konsey, üye devletlerin Dışişleri Bakanlarının katılmasıyla oluşur. Buna esas Konsey denir. Konsey ayrıca üye ülkelerin tarım, ticaret, sanayi, ulaştırma vb. bakanlarının iştirakleriyle de toplanabilmektedir. Buna İhtisas Konseyleri denir.

Merkezi Brüksel’de olan Konseyin başkanlığı altı ayda bir dönerli usule göre değişir. Konseyin görevi kurucu antlaşmaların belirlediği amaç ve hedeflerin gerçekleştirilmesi ile üye ülkelerin politikalarının koordinasyonunu sağlamak ve bu yönde karar alma yetkisini kullanmaktır.

b-) Komisyon :

Avrupa Topluluğunun Konseyden sonra ikinci karar alma yürütme organıdır. Komisyon üyeleri tabiiyetinde oldukları devletlerinden bağımsız olarak görevlerini yürütürler ve onlardan talimat almazlar. Yeniden seçilmedikleri taktirde görev süreleri dört yıldır. Komisyonun başkan ve altı adet başkan yardımcısı ise üye devletlerce iki yılda bir seçilir. İki yıllık süreden sonra yeniden seçilebilirler.

Komisyonun temel görevi kurucu antlaşmaların uygulanmasını gözetmektir. Bunun dışında antlaşmalarda öngörülmemiş olsa bile antlaşmaların amaçlarına ulaşması için girişimde bulunma, Topluluk bütçesini hazırlama, Konseye teklifler götürme, üçüncü ülkelere karşı AT’yi temsil etme görevleri vardır.

c-) Avrupa Parlamentosu :

Avrupa Topluluğu’nun “Demokratik denetim organı” olan Avrupa Parlamentosu (AP) Konsey ile Komisyon arasında paylaşılmış olan yasama ve yürütme yetkilerinin kullanılmasını demokratik yoldan denetler.

AP’de Parlamento üyeleri siyasi görüşlerine göre grup kurarlar. Burada mensubu oldukları ülkeler önemli değildir. Grup oluşturulması önemli olan siyasi görüşlerdir. AP’deki gruplar şunlardır:

Sosyalist Grup(S), Hıristiyan Demokrat(PPE), Muhafazakar Avrupa Demokrat (ED), Komünist Grup (COM), Liberal Grup (LDR), Avrupa Demokratlar İttifakı (RDE), Yeşil ve Gökkuşağı Grubu (ARC), Avrupalı Sağcılar (DR), Bağımsızlar (NI).

AP’nin Konsey üzerindeki denetimi oldukça sınırlıdır. AP yazılı ve sözlü soru yoluyla faaliyetlerin demokratik denetimini yapar.

AP’nin Komisyon üzerindeki denetimi biraz daha geniştir. Yazılı ve sözlü soruların yanında Komisyon hakkında gensoru ve güvensizlik oyu vererek onu düşürebilir.

d-) Avrupa Toplulukları Adalet Divanı (ATAD):

AT’nin bağımsız yargı organı olan ATAD kurucu antlaşmalarının hukuka uygunluğunu sağlamaya amaçlayan kararları temyiz edilemeyen bir üst yargı organıdır. ATAD’ın yetkileri şunlardır:

- Topluluk hukukunu asıl ve nihai olarak yorumlama yetkisi.

- Topluluk organlarının yasama ve yürütme tasarruflarının topluluk hukukuna uygun olmadığını; üye devletlerin topluluk hukukunu ihlal edip etmediklerini karara bağlama yetkisi.

- Topluluk hukuku süreleri (gerçek ve tüzel kişiler ile üye devletler) arasında yine bu hukuk alanında çıkabilecek anlaşmazlıkları çözme yetkisi

ATAD kararları üye devletlerdeki bütün mahkemeleri bağlar.

e-) Ekonomik ve Sosyal Komite (ESK):

Roma Antlaşması ile Konsey ve Komisyona yardım etmek ve istişari nitelikte görev yapmak üzere kurulmuştur. Üyeleri belli başlı üç grupta toplanır. Bunlar işçiler, işverenler ve serbest meslek sahipleri.

ESK Konsey ve Komisyona görüş bildirir. Görüşleri bağlayıcı değildir.

f-) Avrupa Yatırım Bankası:

1958 yılında kurulmuştur. Merkezi Lüksembourg’dadır. AYB verdiği uzun vadeli kredilerle, toplulukta bölgeler arası dengesizliği giderecek ve ortak menfaatlere uygun gelişme sağlayacak projelere destek vermeyi amaçlamaktadır. Üyeleri topluluktaki 15 devlettir.

g-) Sayıştay :

AT’nin ve bağlı kuruluşların gelir ve harcamalarını incelemek bunların topluluk mevzuatına uygun bir şekilde yürütülmesini sağlamakla görevlidir.

1.8 1 KASIM 1993: AVRUPA BİRLİĞİ

7 şubat 1992’de Maastricht’te imza edilen Avrupa Birliği antlaşması 1 Kasım 1993’te yürürlüğe girdiğinde, Avrupa bütünleşmesine tamamen yeni bir boyut verdi. Amaç ve içerik bakımından esas olarak ekonomik olan Avrupa Topluluğu, şimdi üç sütun üzerinde durmakta olan bir Avrupa Birliği’ne dönüştürüldü.

Topluluk sütunu veya ayağı, geleneksel kuramsal prosedürlere göre yönetilmekte ve Komisyonun, Parlamentonun, Konseyin ve Adalet Divanı’nın faaliyetlerini düzenlemektedir. Bu sütun, esas olarak, iç pazarın ve ortak politikaların yönetilmesiyle ilgilidir. Diğer iki sütun ise, üye devletleri, bugüne kadar sadece ulusal hükümetlerin yetkili oldukları düşünülen konuların içine sokmaktadır: bir yanda, dış politika ve güvenlik politikası; diğer yanda, göç ve irtica politikası, polis ve adalet gibi konuları kapsayan içişleri. Bu, ileriye doğru önemli bir adımdır. Zira Üye Devletler, bu alanlarda daha sıkı işbirliği yapmayı kendi çıkarlarına uygun görmekte ve böylece Avrupa’nın dünyadaki kimliğini teyit etmekte ve yurttaşlarının, örgütlü suça ve uyuşturucu ticaretine karşı daha iyi korunmalarını temin etmektedirler.

Ancak, insanların Maastricht Antlaşması hakkında en iyi hatırlayacakları şey, muhtemelen, onların günlük hayatları üzerinde en büyük pratik etkiyi yaratacak olan karar, yani ekonomik ve parasal birliğe geçme kararı olacaktır. 1 Ocak 1999 tarihinde, EPB, sağlam mali yönetimi garanti etmek ve tek para biriminin (“Euro”) gelecek yıllarda istikrarlı olmasını sağlamak için tasarlanmış bazı kriterleri karşılayan tüm ülkeleri içine alacaktır.

İç Pazarın tamamlanmasındaki nihai, mantıki aşama olan tek para biriminin uygulamaya konulması, bunun her yurttaş için kişisel yansımaları, ekonomik ve sosyal sonuçları düşünülecek olursa son derece siyasi bir adımdır. Hatta denilebilir ki Euro, Avrupa Birliği’nin en son simgesi olacaktır. Büyük uluslar arası rezerv paralarla rekabet etme kabiliyetine sahip ve güçlü bir para birimi, birleşen ve kendini ispat eden bir kıtaya ait olduğumuzun açık kanıtı olacaktır.

1.9 KOPENHAG KRİTERLERİ

Haziran 1993’te gerçekleştirilen Kopenhag Zirvesi’nde, aşağıda sıralanan üç kriterin karşılanması durumunda, aday ülkelerin Avrupa Birliği’ne üye olabilecekleri kararı alınmıştır.

I. Siyasi Kriterler :

Demokrasinin güvence altına alındığı istikrarlı bir kurumsal yapı, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve azınlık haklarına saygı;

II. Ekonomik Kriterler :

İyi işleyen pazar ekonomisi ve AB içindeki piyasa güçlerine ve rekabet baskısına karşı koyabilme kapasitesi;

III. Topluluk müktesebatının kabulü :

AB’nin çeşitli siyasi, ekonomik ve parasal hedeflerine bağlılık.

Bu kriterler, Aralık 1995 tarihinde düzenlenen Madrid Avrupa Zirvesi’nde aday ülkelerin idari yapılarının, aşamalı ve uyumlu bir bütünleşmenin koşullarını sağlayacak biçimde uyumun önemi de vurgulanmıştır.

Ancak AB, yeni üyelerin kabul edilmesi açısından uygun zamanlamayı saptama hakkına sahiptir.

İKİNCİ BÖLÜM

AVRUPA BİRLİĞİ – TÜRKİYE İLİŞKİLERİ

2.1. TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİ / GÜMRÜK BİRLİĞİ VE TAM ÜYELİK

2.1.1 Türkiye’nin Avrupa Birliğine Üyelik Başvurusunun Nedenleri

Söz konusu nedenler aşağıdaki gibi sıralanabilir :

· 1958 yılında Yunanistan Hükümeti Ortak Pazara ve ilerde tam üyeliği amaçlayan bir ortaklık antlaşması yapmak istediğini bildirmişti.” Türkiye mutlaka Yunanistan’ı izlemeli ve AET’ye aynı şekilde başvurmalıdır. “,” Yunanistan girmek istediğine göre bir iş vardır. Bizimde Atina’nın gerisinde kalmamız söz konusu olamaz” ve ”Yunanistan ile aynı tarım ürünlerini ihraç ediyoruz, biz AET’ye girmezsek piyasayı onlar ele geçirecekler, Yunanistan üye olarak bizden fazla kredi alabilecek” şeklinde görüş belirten, zamanın hükümet yetkilileri, AET’ye başvurmak gerektiğini belirtmişlerdir.

· Atatürk’ün çağdaş uygarlık seviyesinin üzerine çıkma politikası, topluluğa tam üye olmakla pekişecek ve sağlamlaşacaktır.

· Nüfus ve ekonomik potansiyeli büyük ve yaşam standardı yüksek bir topluluğun tam üyesi olmakla, bu güne kadar sürdürdüğü ticari ve ekonomik ilişkilerin boyutları genişleyecek, istikrarlı ve zengin geniş bir pazarın ortağı durumuna girecektir.

· Toplulukla o günkü ortaklık ilişkileri aşamasında karşılaşılan birtakım kısıtlama ve engeller ortadan kalkacak ve Türkiye’nin topluluğa tam üyeliği, topluluğun, uyguladığı korumacı politikaları aşmasını sağlayacağı gibi, topluluk üyesi olan Yunanistan,İspanya,Portekiz gibi Akdeniz ülkelerinin yaratacağı sıkıntıları da hafifletecektir.

· Topluluğa tam üye olunmasıyla Türk Ekonomisi itici bir güç kazanacak ve işbirliği koşulları içinde topluluk kurallarına daha kısa zamanda uyum sağlayarak gelişmesini hızlandırabilecektir.

· Türkiye, bir arada bulunduğu ortaklarıyla daha yakın bir diyalog ve işbirliği çerçevesinde Avrupa’nın teknoloji ve sermayesinden daha etkin bir biçimde yararlanma imkanı olacaktır.

· Topluluğun ekonomik açıdan az gelişmiş bölge ve yerlerine, çeşitli fonlardan yapılan yardımlardan yararlanma olanağı bulabilecektir.

· Amacı ilk aşamada ekonomik ve daha sonra siyasal birlik içinde bütünleşme olan topluluğa katılmakla, Türkiye, bu güne kadar askeri ve siyası iş birliği içinde bulunduğu Batı ile ekonomik iş birliğini de gerçekleştirerek Batılılaşma istek ve arzusuna kavuşmuş olacaktır.

2.1.2 ANKARA ANLAŞMASI VE KATMA PROTOKOL

Avrupa Birliği ile ilişkilerimizin neredeyse 40 yıllık bir geçmişi vardır. Türkiye, AET’nin 1958 yılında kurulmasından kısa bir süre sonra Temmuz 1959’da topluluğa tam üye olmak için başvurmuştur. Cumhuriyetimizin kurulmasından bu yana, hatta daha öncesinden beri, batılılaşma ile modernleşmenin eş tutulması özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa kıtasında veya onu merkez alarak kurulan siyasi ve güvenlik oluşumlarının tümüne katılmaya ülkemizi yöneltmiştir. Bu suretle Türkiye Avrupa Konseyi OECD ve NATO’ya girmiştir. Aynı neden, Türkiye’yi Avrupa’nın bu en iddialı entegrasyon hareketine karşı kayıtsız kalmamaya sevk etmiştir. Dolayısıyla, Avrupa ile entegrasyonun başlangıçtan itibaren ülkemiz için ekonomikten ziyade politik amaçları olduğu söylenebilir.

Tam üyelik başvurumuza o zamanki adıyla AET tarafından verilen cevapta, Türkiye’nin kalkınma düzeyinin tam üyeliği gereklerini yerine getirmeye yeterli olmadığı bildirilmiş ve tam üyelik koşulları gerçekleşinceye kadar geçerli olacak bir ortaklık antlaşması imzalanması önerilmişti. Söz konusu antlaşma 12 eylül 1963 Tarihinde Ankara’da imzalanmıştır.

Ankara Antlaşması’nın ön sözünde Türk halkının yaşam standardının yükseltilmesi amacı ile AET’nin sağlayacağı desteğin ilerdeki bir tarihte Türkiye’nin topluluğa katılmasına yardımcı olacağı belirtilmektedir. 28 Madde ise “ Antlaşmanın işleyişi, topluluğu kuran antlaşmadan doğan yükümlülüklerin tümünün Türkiye tarafından üstlenebileceğini gösterdiğinde, akit taraflar,Türkiye’nin topluluğa katılmasını incelerler” denmektedir. Bundan da görüleceği üzere Ankara Antlaşması uyarınca kurulan Türkiye- AB ortaklık ilişkisinin nihai hedefi Türkiye’nin topluluğa tam üyeliğidir.

Antlaşma, hazırlık dönemi, geçiş dönemi ve nihai dönem olarak 3 dönem öngörülmüştür. Geçiş döneminin sonunda ise gümrük birliğinin tamamlanması planlanmıştır. Antlaşmada öngörülen hazırlık döneminin sona ermesiyle birlikte, 13 kasım 1970 Tarihinde imzalanan ve 1973 yılında yürürlüğe giren Katma Protokolde geçiş döneminin hükümleri ve tarafların üstleneceği hükümler belirlenmiştir. Ancak gerek Ankara Antlaşması gerek Katma Protokol öngörüldüğü şekilde uygulanamamıştır. Bunun sorumluluğunu Türkiye ile topluluk arasında paylaştırmak gerekir. Ülkemiz 1970’li yıllarda içinde bulunduğu ekonomik krizler ve bazı siyası tercihlerle Katma Protokollerden kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmekten kaçınmıştır. O tarihlerde yaygın olan kanaat, AET ile ilişkinin bir çeşit sömürü düzeni kurmakta olduğu pazarımızı, topluluk ürünlerine açmanın sanayileşmemizi ve kalkınmamızı baltalayacağı, dolayısıyla koruma duvarlarının muhafaza edilmesi gerektiği yolundaydı. Başka bir deyimle, AB ile ortaklık ilişkimizin ve gümrük birliğinin temsil ettiği kalkınma modeli dışarıya açık, bütünleşmeyi öngören bir model iken 1970’li yılların tamamı boyunca bu modelin tam tersine sembolize eden iç dönük, ithalat ikamesine dayalı politikalar uygulanmıştır.

Türkiye kendi hükümlülüklerini yerine getirmemeye toplulukla ilişkilere soğuk bakmaya başlayınca, topluluk da kendi yükümlülüklerini aksatmaya ve ortaklık ilişkisinin geliştirilmesi istikametinde çaba harcamaktan kaçınmaya başlamıştır.

Başlangıçta sadece ekonomik olan sorunlar, 12 eylül döneminde ve Yunanistan’ın 1980’de topluluğa tam üye olmasıyla siyasi boyutlarda kazanmaya başlamıştır.topluluk-Türkiye ilişkileri dondurulmuş ve mali iş birliğine son verilmiştir. Katma Protokol’ün ise sadece ticari hükümleri işlemeye devam etmiş diğer bütün hükümleri atıl kalmıştır.

2.1.3. GÜMRÜK BİRLİĞİ

1983 yılında Türkiye’de sivil idarenin yeniden kurulması ve 1984 yılından itibaren ülkemizin ithal ikamesi politikalarının hızla terk ederek dışa açılma sürecini başlatması ilişkilerimizi yeniden canlandırmıştır. Türkiye bir taraftan 14 Nisan 1987’de AB’ne tam üyelik müracaatında bulunmuş, diğer taraftan ertelenmiş bulunan gümrük vergileri uyum ve indirim takvimini 1988 yılından itibaren hızlı bir biçimde yeniden yürürlüğe koymuştur.

AB Komisyonu tam üyelik müracaatımıza 1989 yılında verdiği yanıtta, Türkiye’nin AB’ne üyelik konusundaki ehliyetini kabul etmekle, topluluğun kendi içindeki derinleşme sürecini tamamlanmasına ve gelecek genişlemesine kadar beklenmesini ve bu arada Türkiye ile gümrük birliği sürecinin tamamlanmasını önermiştir. Bu öneri tarafımızdan da olumlu değerlendirilmiş ve gümrük birliğinin Katma Protokol’de öngörüldüğü şekilde 1995 yılında tamamlanması için gerekli hazırlıklara başlanmıştır. 2 yıl süren müzakereler sonunda 5 Mart 1995 tarihinden yapılan ortaklık konseyi toplantısında alınan karar uyarınca Türkiye ile AB arasında gümrük birliği 1 Ocak 1996 yılında yürürlüğe girmiştir.

Gümrük Birliğinin tamamlanmasıyla ülkemiz AB ülkeleriyle entegrasyon istikametinde çok önemli bir merhale kat etmiştir. En azından, Türk Ekonomisi ve sanayi Gümrük Birliği’ni tamamlayarak altından kalkılamayacak bir yük üstlenmediğini ispatlamış, dolayısıyla tam üyeliğin gerektireceği yükümlülükleri de zaman içinde üstlenebileceğini göstermiştir. Bir yerde Gümrük Birliği ülkemiz için bir test olarak görülebilir. Türkiye, AB ile Gümrük Birliği’ne girebilmiş tek üçüncü ülkedir. Ticaret açığının önemli ölçüde büyümesine rağmen, Gümrük Birliği’nden kaynaklanan yükü rahatlıkla kaldırabileceğini göstermiştir. Ancak, Gümrük Birliği’nin sorunsuz yürüdüğü de söylenemez. Bir kere, AB Gümrük Birliği ile birlikte ülkemize karşı üstlendiği bazı yükümlülükleri yerine getirmemiştir. AB, gümrük Birliği kararının kabul edildiği ortaklık konseyi toplantısında üstlendiği ve ülkemize dört-beş yıllık bir dönem içinde 2,5 milyar Euro’ya varan mali yardım yapma yükümlülüğünü yerine getirmemiş, aynı şekilde kurumsal alanda entegrasyonu öngörülen bazı tedbirleri alamamıştır. Bu yükümlülüklerin yerine getirilememiş olmasının başlıca iki nedeni vardır. Birisi Yunanistan’ın, diğeri Avrupa Parlamentosunun muhalefetidir. Türkiye tabiatıyla bu taahhütlerin yerine getirilmesi üzerinde ısrar etmeye devam etmektedir. Zira bunlar Gümrük Birliği Antlaşması paketinin bir parçasını teşkil etmekte olup, yerine getirilmemeleri ilişkimizin dengesini bozma sonucunu doğurmaktadır.

2.1.4. AVRUPA BİRLİĞİ’NİN GENİŞLEME SÜRECİ VE TÜRKİYE

Avrupa Birliği 1993 Kopenhag Zirve Toplantısı’nda aldığı kararlar uyarınca eski Varşova Paktı ülkeleri olan merkezi ve Doğu Avrupa ülkelerini kapsayan bir genişleme süreci başlatmıştır. AB Komisyonu’nun genişlemeye ilişkin stratejisine esas teşkil etmek üzere hazırladığı öneriler 16 Temmuz 1997 tarihinde “Gündem 2000” başlıklı bir raporda açıklanmıştır. Raporda MDAÜ ve GKRY’nin iki dalga şeklinde iki binli yıllarda AB’ne tam üye olmaları öngörülmüştür. İlk dalga Kopenhag Kriterleri dediğimiz-demokrasi, insan hakları, ekonomik gelişme, topluluk müktesebatını benimseme-en fazla uyum gösterebilme yeteneğine sahip olduğu değerlendirilen, Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Slovenya ve Estonya, söz konusu kriterlere göre daha geri bir durum da bulunan ikinci dalgada ise Slovak Cumhuriyeti, Lituanya, Letonya, Bulgaristan ve Romanya yer almıştır. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi de daha önce alınan bir kararla söz konusu genişlemenin içine dahil edilmiştir. Türkiye ise genişlemenin kapsamına alınmamıştır. Gündem 2000 raporunda ülkemiz ile ilgili olarak, Gümrük Birliği’nin tatminkar bir biçimde işlediği ve AB ile ülkemiz arasında ilişkilerin geliştirilmesi için sağlam bir dayanak teşkil ettiği, ancak siyasi durumun, mali işbirliği ile siyasi diyalogun 6 Mart 1995 tarihinde kararlaştırıldığı şekilde sürdürülmesine imkan vermediği, Gümrük Birliği’nin uygulamasının ülkemizin bir çok alanda AB müktesebatını başarıyla üstlenebileceğini gösterdiğini, buna karşılık ekonomimizin makro ekonomik istikrarsızlık kıskacını kıramadığı ifade edilmiştir. Siyasi konularda ise insan hakları ve Güneydoğu sorunu ile ilgili bilinen görüşler tekrar edilmiş ve bu soruna askeri değil, siyasi bir çözüm bulunması gerektiği ifade edilmiştir.

Gündem 2000 raporunu açıklanmasını izleyen dönemde Türkiye AB üyesi ülkelerle AB Komisyonu düzeyinde yoğun ikili temaslar gerçekleştirmiştir. Bütün bu görüşmelerde Türkiye, komisyonun kendisini AB’nin hali hazır genişleme sürecinden dışlayan Gündem 2000’deki önerileri hakkında olumsuz görüşlerini ortaya koyarak, AB’nin bu yönde bir tutum almasının Türkiye-AB ilişkilerinin müktesebatıyla ciddi biçimde çelişeceğini vurgulamış ve Lüksembourg zirve toplantısından beklentilerini aşağıdaki biçimde ortaya koymuştur.

· Türkiye’nin AB’nin genişleme sürecine dahil olduğunun resmen ilanı.

· Türkiye’nin uygun bir katılma öncesi stratejisi ile desteklenmesi.

· Türkiye’nin Avrupa Daimi Konferansı’na diğer adaylarla eşit statüde katılması.

2.1.5.1 LÜKSEMBOURG ZİRVESİ

12-13 Aralık 1997 tarihlerinde Lüksembourg’da yapılan Avrupa Birliği zirvesinde kabul edilen sonuç bildirisinin en önemli bölümü genişleme konusuna ayrılmıştır. Bu bildiri, genelde komisyonun Gündem 2000 raporunda yaptığı önerileri benimsemekle birlikte, ülkemiz için bunun ötesine giden bir içerik taşımıştır.

Lüksembourg Zirvesi sonrasında varılmış bulunan noktaya bakıldığında Türkiye açısından şu unsurlar göze çarpmaktadır.

· Türkiye’nin tam üyeliğe bir kez daha teyit edilmiştir.

· Avrupa Birliği, Türkiye’yi tam üyeliğe hazırlamak için bir strateji tespitini kararlaştırmıştır. Bu stratejide, Ankara Antlaşması’nda ön görülen imkanların geliştirilmesi, Gümrük Birliği’nin güçlendirilmesi, mali işbirliği ve mevzuat uyumu gibi unsurlara yer verilmesi ve gelişmeleri düzenli olarak AnkaraAntlaşması’nın 28. maddesi Kopenhag Kriterleri ve AB’nin 29 Nisan 1997 tarihli deklarasyonu çerçevesinde gözden geçirilmesi öngörülmüştür.

· Bunlara karşılık Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesinin aynı zamanda ülkemizdeki siyasi ve ekonomik reformların sürmesine, Yunanistan ile iyi ve istikrarlı ilişkilere sahip olunmasına ve Kıbrıs sorununa çözüm bulunması amacıyla BM gözetimindeki müzakerelerin desteklenmesine bağlı olduğu vurgulanmıştır.

Hükümetimiz Lüksembourg Zirvesi’nin ertesi günü 14 Aralık 1997 tarihinde yaptığı açıklamada AB’nin Türkiye’ye yönelik yanlı ve ayırımcı tutumunun kınamış, bununla birlikte ülkemizin tam üyelik hedefini muhafaza ettiğini ve AB ile var olan ortaklık ilişkilerinin sürdürüleceğini ancak bu ilişkilerin geliştirilmesinin AB’nin yükümlülüklerini yerine getirmesine bağlı olacağını, AB’nin mevcut zihniyet ve yaklaşımı değişmedikçe ilişkilerimizin ahdi çerçevesi dışındaki konuları AB ile ele almayacağımızı belirtmiştir. Müteakiben yapılan açıklamalarda, AB ile siyasi diyalogun, ilişkilerimizin gelişmesine engel oldukları iddia edilen Kıbrıs sorunu, Türk-Yunan ilişkileri dahil olmak üzere Türkiye’nin iç meselelerini bundan böyle kapsamayacağını belirtmiştir. Ayrıca, ilk oturumunu 12 Mart 1998 tarihinde Londra’da yapan Avrupa Konferansı’na ülkemizin katılmayacağı, bu arada Gümrük Birliği’nin ortaklık antlaşmalarımızda öngörüldüğü şekilde sürdürüleceği AB tarafının Lüksembourg Zirvesi’nin sonuç bildirisinde yapmayı üstlendiği, Gümrük Birliği’nin değiştirilmesine ve Ankara Antlaşması’nın sağladığı imkanların kullanılmasına yönelik tekliflerin beklendiği ifade edilmiştir. Bu suretle ilişkilerimizin içinde bulunduğu durumdan çıkış yolunun AB’nin göstereceği siyasi iradeye bağlı olduğu karşı tarafa ifade edilmiştir. Avrupa Birliği ile ilişkilerimiz Lüksembourg Zirvesi’nden sonraki dönemde yukarıda belirtilen Hükümet açıklaması çerçevesinde yürütülmüştür. Bu dönemde Komisyon Lüksembourg Zirvesi’nde kendisine verilen yönerge gereğince 4 Mart 1998 tarihinde Türkiye ile ilişkilerin geliştirilmesini konu alan bir strateji belgesini açıklamıştır. Söz konusu raporun bu bölümünde bu stratejinin uygulanmasıyla Türkiye’nin AB’nin genişleme sürecinde yer alacağı bildirilmiştir.

2.1.6. CARDİFF VE VİYANA ZİRVELERİ

15-16 Haziran 1998 tarihinde gerçekleşen AB Cardiff zirvesi sonunda yayınlanan Başbakanlık Sonuç Belgesinin genişleme ile ilgili bölümünde, Türkiye’nin AB'nin genişleme sürecindeki konumunu nispi şekilde iyileştiren bir üsluba yer verildiği görülmüştür. Belgede, bu kez Türkiye’nin “üyelik için ehil” olduğu ifadesinden vazgeçildiği, bunun yerine zımni “üyelik adayı” tanımlamasının getirildiği gözlemlenmektedir. Bu çerçevede adayların tam üyeliği hazırlanma durumunu incelemek üzere kurulmuş bulunan ve AB Komisyonun her aday için 1998 yılı sonunda bir rapor sunmasını amaçlayan periyodik gözden geçirme mekanizmasını Türkiye de dahil edilmiş ve Türkiye için hazırlanacak raporun 1963 Ankara Ortaklık Antlaşmasının tam üyeliğimizi öngören 28. maddesi ve Lüksembourg Başkanlık Kararlarını temel alması öngörülmüştür. Belgede ayrıca, Komisyon tarafından Türkiye’yi tam üyeliğe hazırlamak için sunulan “Avrupa Stratejisi” onaylanmış, bu stratejinin Türkiye’nin önerileriyle de zenginleştirilebileceği de vurgulanarak, hayata geçirilmesi için Komisyondan, gerekli mali desteğin sağlanması amacıyla çözüm yolları bulunması istenmiştir.

Belgede yer alan bu olumlu unsurların genişleme sürecindeki konumumuzda nispi nitelikte bir iyileştirme yaptığı, ancak bunun Lüksembourg’da Türkiye’ye karşı yapılan ayırımcı muameleyi izole edecek bir düzeyde olmadığı ve ülkemizin adaylığının kabul edilmesinin ilave siyasi koşullara bağlanmasını kabul edemeyeceğimiz 17 Haziran 1998 tarihinde yapılan Bakanlık açıklamasında dile getirilmiştir. Açıklamamızda ayrıca, 14 Aralık 1997 tarihli hükümet açıklamasında ortaya koyulan parametrelerin halen geçerli olduğu da vurgulanmıştır. Öte yandan AB Komisyonu, Cardiff Kararları doğrultusunda, diğer aday ülkelerle birlikte Türkiye için de hazırladığı ilerleme raporunu 4 Kasım 1998 tarihinde Türkiye’ye tevdi etmiştir. Rapor bazı ön yargılı ifade ve tespitler içermekle birlikte, Komisyon tarafından Türkiye’nin aday ülke olarak algılandığının bir göstergesi sayılabilir. Ancak bu konuda 11-12 1998 tarihlerinde yapılan Viyana Zirvesi’nde de önemli bir gelişme kaydedilmiştir.

2.1.7 KÖLN ZİRVESİ

Almanya’da Ekim 1998 ‘de iş başına gelen Sosyal Demokrat-Yeşiller Komisyonu’nun Türkiye-AB ilişkileri konusunda bir önceki hükümete kıyasla daha olumlu ve görüşlerimize müzahir bir yaklaşım benimsediği görülmüştür. Bu husus, Köln Zirvesi öncesinde, İngiltere ve Avusturya Dönem Başkanlıkları sırasında uygulanandan farklı olarak, Alman Dönem Başkanlığı ile daha yakın temaslar kurulmasını sağlamıştır. Bu çerçevede Başbakan Bülent Ecevit ile Almanya Başbakanı Gerhard Schröder arasında Köln Zirvesi’nde Türkiye’nin adaylığının tescili konusunda bir mektup teatisinde bulunulmuş ve AB’den beklentilerimiz ayrıntıları ve gerekçeleriyle ortaya konulmuştur.

Bununla birlikte 3-4 Haziran 1999 tarihlerinde Köln’de yapılan AB Hükümet ve Devlet Başkanları Zirvesinde Almanya tarafından hazırlanan ve Türkiye’nin beklentilerini karşılayabilecek nitelikteki taslak metin, İngiltere ve Fransa’nın desteğine rağmen Yunanistan’ın ve diğer bazı üye ülkelerin olumsuz tutumları neticesinde kabul edilememiştir.

Bu gelişme üzerine Dış İşleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı tarafından 4 Haziran 1999 günü yapılan açıklamada, Alman Dönem Başkanlığı’nın gayretlerinin memnuniyetle karşılandığı , ancak AB’nin Türkiye’ye yönelik ayırımcı politikasında herhangi bir değişiklik meydana gelmemesi sebebiyle

Türkiye’nin de AB ile ilişkilerinde,Hükümet tarafından 14 aralık 1997 tarihinde yapılan açıklama ile belirlenen yaklaşımın değişmeyeceği bildirilmiştir.

2.1.8. 17 AĞUSTOS DEPREMİ ERTESİNDEKİ GELİŞME

a.Deprem Yardımları

İzmit depremini ardından AB ülkelerinden münferiden ve Komisyon aracılığıyla gelen yardımlar, ayrıca Yunanistan’ın davranışı,Türkiye­-AB ilişkilerinin de yumuşamasına yol açmıştır.Fin dışişleri bakanı Halone, Komiser Vander Broek ile 27 Ağustos 1999 tarihinde Ankara’ya gelerek yardımlar bakımından somut bir gösteride bulunmuştur.

4-5 Eylül 1999 tarihlerinde Finlandiya’nın Saariselka kasabasında yapılan AB Dışişleri Bakanlığı Gayri Resmi Toplantısında, deprem vesilesiyle tekrar gündeme gelen Türkiye mali işbirliği konusu ayrıca AB’nin genişlemesi bağlamında Türkiye’nin adaylığı ele alınmıştır. Ancak bu konuda Saariseka’dan herhangi bir karar çıkmamıştır.Aynı toplantıda deprem felaketi nedeniyle verilmiş bulunan 4 milyon Euro tutarındaki acil yardıma ilaveten , Türkiye’ye insani yardım ve yeniden yapılanma için 30 milyon Euro ve Avrupa Yatırım Bankasından 500-600 milyon Euro kredi sağlanması kararlaştırılmıştır.

b. AB Komisyonunca Açıklanan İkinci İlerleme Raporu

AB Komisyonunun Cardiff Zirvesi kararları uyarınca, aday ülkeler hakkında hazırladığı raporlardan ikincisi, 13 Ekim 1999 tarihinde Komisyon Başkanı Romano Prodi tarafından açıklanmıştır. Türkiye,bu raporda , bu kez tam üyeliğe aday gösterilmiş ve Lüksembourg Zirvesinde diğer ülkeler için yapılmış olduğu gibi, ülkemizde de somut bir Katılma Ortaklığı Stratejisi önerilmiştir

c.AB Devlet Hükümet Başkanları Tampere Özel Zirvesi

Adalet ve içişleri konularının ele alındığı AB Devlet Başkanlarının ve Hükümet Başkanlarının Özel zirve Toplantısı 15-176 Ekim 1999 tarihlerinde Finlandiya’da Tampere Kentinde yapılmıştır.Zirvede ayrıca genişleme ve bu kapsamda Türkiye’nin AB ‘ne adaylığı konusu resmi olarak ele alınmıştır.

d. Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in AB Üyesi Ülkelerin Dışişleri Bakanlarına Verdiği Yemek

İstanbul’da 18-19 Kasım 1999 tarihlerinde gerçekleştirilen AGİT Zirvesinin ardından dışişleri Bakanı İsmail Cem ,AB üyesi ülkelerin dışişleri bakanlarına İstanbul’da bir öğle yemeği vermiştir.Söz konusu yemekte 10-11 Aralık 1999 Helsinki AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesinde Türkiye’nin AB ne adaylık statüsü konusu ile Türkiye’de Son dönemde kaydedilen başarılar ele alınmıştır.

2.1.9 AB HELSİNKİ DEVLET VE HÜKÜMET BAŞKANLARI ZİRVESİ

Türkiye,10-11 Aralık 1999 tarihlerinde Helsinki’de yapılan AB devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesinde Oybirliği ile AB’ne aday ülke olarak kabul ve ilan edilmiş, diğer aday ülkelerle eşit konumda olacağı açık ve kesin bir dille ifade edilmiştir.

Helsinki Zirvesi karalarına göre Türkiye, diğer aday ülkeler gibi bir katılım öncesi stratejisinden yaralanacaktır.Böylece,Türkiye topluluk programları ve ajansları ile,aday ülkeler ile Birlik arasında.katılım süreci çerçevesinde yapılan toplantılara katılma imkanına sahip olacaktır.Zirve sonuç bildirisi ayrıca önceki AB Konseyi kararları çerçevesinde bir katılım ortaklığı hazırlanmasını öngörmektedir.Bu ortaklığın aynı zamanda, siyasi ve ekonomik kriterleriyle, üye ülke olmanın gerektirdiği yükümlülükler ışığında ve AB müktesebatının yoğunlaşacağı belirtilmiştir.Komisyon ayrıca Türk mevzuatının topluluk sürecini hazırlamakla görevlendirilmiş öte yandan, katılım öncesine yönelik mali kaynaklarının eş güdümü için tek bir çerçeve sunmaya çağrılmıştır.

2.2 TÜRKİYE İÇİN AVRUPA STRATEJİSİ

AB’nin genişlemesi kapsamında 13-14 Aralık 1997 tarihli Lüksembourg Zirvesi öncesinde sürdürülen girişim ve temaslarda Türkiye’nin genişleme sürecinde kazanacağı konum ele alınmış ve Türkiye’nin bu sürecin dışında kalamayacağı vurgulanarak diğer aday ülkeler için öngörüldüğü gibi bir katılma öncesi stratejisinin oluşturularak hayata geçirilmesi hususu öncelikli talebimiz olarak ortaya konmuştu.

Lüksembourg Zirvesinde Türkiye diğer adaylardan farklı bir konuma oturtularak, onlar için öngörülen katılma sürecinin dışında bırakılmıştır.Bununla birlikte AB Komisyonu,Türkiye’nin ihtiyaçları doğrultusunda ülkemizi tam üyeliğe hazırlamak amacıyla Türkiye’yi AB’ne yaklaştırmayı hedefleyen bir strateji hazırlamak ve hayata geçirmekle görevlendirilmiştir.Komisyon bu görevlendirme uyarınca bir çalışma gerçekleştirmiş ve Türkiye’yi AB’ne katılıma hazırlamak şeklinde tanımladığı stratejinin unsurlarını 4 Mart 1997 tarihinde açıklamıştır.Komisyon iç prosedür gereği strateji belgesini konseyin onayına sunmuş ve gerekli incelemeler yapıldıktan ve onay prosedürleri tamamlandıktan sonra söz konusu belge, üzerinde bir değişiklik yapılamaksızın Cardiff Zirvesinde onaylanmıştır. Belge sonradan 30 Haziran 1998 tarihinde yapılan ortaklık komitesi toplantısında tarafımıza resmen sunulmuştur. Strateji belgesinde yer alan mülahazalar ve somut olarak sunulan işbirliği alanlarını aşağıda görüldüğü şekilde sıralamak mümkündür.

Stratejinin uygulanmasıyla Türkiye’nin AB’nin genişleme sürecinde yer alacağına işaret edilmiş,tarafımızdan eleştiri konusu yapılan mali işbirliği alanındaki AB taahhütlerine değinilerek önerilen unsurların gerçekleşmesinin AB’nin Türkiye’ye taahhüt ettiği mali yardımların yürürlüğe konulmasıyla mümkün olacağı belirtilmiş ve bu konuda yetkili bulunan konseyin söz konusu yardımları gecikmesizin kullanılabilir hale getirecek düzenlemeyi yapması istenmiştir. Gümrük Birliğinin derinleştirilmesi ve daha fazla içerik kazandırılması stratejinin önemli bir bölümünü teşkil etmiş ve komisyonla muhtelif alanlarda esasen yürütülmekte olan görüşmelerin sonuca bağlanması için somut adımlar atılması yönünde önerilerde bulunulmuştur.

Strateji belgesinde Gümrük Birliğini yanı sıra sanayi, tarım,hizmetler,makro ekonomik diyalog, telekomünikasyon, bilim ve teknoloji, araştırma, ulaştırma, enerji, çevre,tüketici politikası, bölgesel ve sınır aşan işbirliği, Türkiye’nin topluluk programlarına katılımı ve kurumsal iş birliği başlıkları altında toplam 14 alanda somut işbirliği önerilmiştir. Genelde işbirliğini amacı, ülkemizin bu alanlarda AB ile entegrasyon uyumunu kolaylaştırmaktır.

Komisyon tarafından oluşturulan söz konusu stratejinin açıklanmasını takiben stratejide yer verilen unsurlar incelenmiş ve bu unsurların ülkemizin ihtiyaçları doğrultusunda geliştirilip, yönlendirilmesini teminen karşı önerilerimizi içeren bir belge hazırlanmış ve Bakanlar Kurulunda onaylanmasını takiben 22 Temmuz 1998 tarihinde dönem başkanlığı ve AB Komisyonuna sunulmuştur.Stratejinin hayata geçirilmesi amacıyla komisyon ile teknik düzeyde müzakereler başlatılmış olup, bu çerçevede komisyon heyeti ile 25 Eylül 1998 ,

30 Kasım 1998, 24Mart 1999,ve 2 Temmuz 1999 tarihlerinde olmak üzere Ankara ve Brüksel’de 4 tur görüşme yapılmıştır. Bununla birlikte,esasen AB’nin Türkiye’ye karşı daha önceki antlaşmalarla üstlenmiş olduğu, ancak yerine getirmediği yükümlülüklerden başka yeni bir unsur içermeyen strateji belgesi, mali kaynak yetersizliği başta olmak üzere, AB’ne katılımı hususunda Türkiye’ye uygun bir perspektif verilmesi yönünde siyasi irade eksikliği sebepleriyle Türkiye’nin beklentilerini karşılamakta yetersiz kalmıştır.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

ENDÜSTRİ MÜHENDİSLİĞİNİN ROLÜ

3.1 GİRİŞ

Bildiğimiz gibi endüstri mühendisliği disiplini, çağımız terminolojisinde önemli bir yeri olan kalite, kıt kaynakların planlanması, rekabet gücünün arttırılması, insan kaynakları yönetimi, verimlilik, standardizasyon,tüketici hakları, çalışma ve yaşam koşulları, çevre gibi konuları ilgi alanına alan bir mühendislik dalı olarak göze çarpmaktadır. Bu bağlamda her ne kadar Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğinin siyasi ve makro-ekonomik hedefler açısından ele alınıyor gibi görünmesine karşın söz konusu hedefler doğrultusunda ilerleyebilmek önemli bir yöntem sorununu gündeme getirmektedir. Özellikle endüstri mühendisliği çalışmalarının aynı zamanda bir yöntem disiplini olarak karşımıza çıkması nedeni ile Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğe geçiş sürecinde kilit noktalardan biri olduğu düşünülebilir.

AB rüyasının yavaş yavaş ve emin adımlarla gerçekleşiyor olması ve Türkiye’nin tarihi misyonuna ters düşmemesi için AB gerçeğinden uzak kalmaması gerekmektedir. Bu konudan hareketle Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bazı ortak sorumluluklar yüklenmesi gerektiğini söylemek yanlış olmaz. Dolayısı ile Türkiye’nin makro-ekonomik ve siyasal hedeflerine ulaşması için “en iyiyi ve doğruyu zamanında yapmak” misyonu ile ortaya çıkan endüstri mühendislerine önemli görevler düşmektedir.

Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğinde endüstri mühendisliğinin rolü konusu, kısmen yoruma açık olmakla beraber, AB teknolojisi olarak nitelendirilebilecek bir takım kavramlar dahilinde ele alındığı zaman daha iyi anlaşılabilecektir. Dolayısı ile çalışmanın bu kısımda, söz konusu kavramlar üzerinde yoğunlaşılarak; endüstri mühendisliği ile ilişkileri noktasında kısmen sübjektif bir çerçeveden bakılması ile konunun daha iyi anlaşılabileceği düşünülmektedir.

3.2 STANDARDİZASYON VE CE İŞARETİ

Standartlar, yetkili kılınan ve bu yetkileri ulusal ve uluslar arası bir standardizasyon kurumu tarafından kabul edilen; yaygın olarak bir defadan fazla kullanılan; madde ürün ve hizmetler için kuralların, yöntemlerin veya ürünlerin üretim metotlarının, ilgili süreçlerin niteliklerini saptayan ve ilgili tarafların işbirliği ile hazırlanan teknik belgelerdir. Malları serbest dolaşımının sağlanması, büyük ölçüde kullanılan ulusal standartların uyumlaştırılması ile bağlantılıdır, bu nedenle uluslar arası düzeyde standardizasyon çalışmaları yapılmaktadır. Standardizasyon alanında uluslar arası düzeyde faaliyet gösteren en önemli kurum ISO (International Standards Organization)’dur.

AB de malların serbest dolaşımına katkıda bulunmak amacıyla ulusal standartların yerini Avrupa Standartları’nın oluşturulması için çalışmalar yürütmektedir. AB’de standardizasyon çalışmalarının tarihi gelişimi incelendiğinde, uyumlaştırma sürecinin “Klasik Yaklaşım” ve “Yeni Yaklaşım” olmak üzere iki farklı yaklaşıma dayalı olarak belirlendiği göze çarpmaktadır.

Klasik yaklaşımın temel ilkesi mevzuat düzeyindeki teknik düzenlemelerle eş etkili standartların uyumlaştırılmasıdır. klasik yaklaşım çerçevesinde düzenlenen yönergeler, test ve belgelerin üye devletler arasında karşılıklı tanınmasına yönelik düzenlemelerin ötesinde, her ürünün uyması gereken teknik özellikleri en ince ayrıntısına kadar açıklamıştır. Zaman içerisinde bu durum üreticileri tek tip mal üretmeye zorlamıştır. Ayrıca teknolojik gelişmeye paralel olarak ürünlerin çeşitlenmesi ve gerekli belgelerin sayısının giderek artması sonucu, sistem işlevselliğini yitirmiştir.

Yeni yaklaşım ise, yönergelerin çok fazla teknik ayrıntı içermemesi, ürünlerin mal gruplarına göre uyması gereken genel kuralları belirlemesini öngörmektedir. Teknik ayrıntılar için ise AB düzeyinde belirlenen standartlara atıfta bulunulmaktadır. Yeni yaklaşımda ayrıca, yönergeler ürünlere göre değil, ürünlerin kullanım amaçlarına göre sınıflandırıldığı ürün gruplarına göre hazırlanmakta ve böylece benzer işlev gören ürünler aynı yönerge kapsamında yer almaktadır. Yeni yaklaşıma göre yönergelere uymak zorunlu, standartlara uyum ise ihtiyatidir. Ancak standartlara uygun üretim yapılması halinde, yönergelere de uyulduğunun varsayılması üreticileri standartlara uygun üretimi teşvik etmektedir.

AB’ de standardizasyon alanında faaliyet gösteren üç kurum bulunmaktadır:

- CEN (Avrupa Standartlar Komitesi)

- CENELEC (Avrupa Elektroteknik Standartlar Komitesi)

- ETSI (Avrupa Telekomünikasyon Standartlar Komitesi)

3.2.1 CEN (AVRUPA STANDARTLAR KOMİTESİ)

Kısa adı CEN olan Avrupa Standartları Komitesi, standartların AB düzeyinde uyumlaştırılması amacıyla faaliyette bulunan temel kurumdur.

CEN, tüm sektörlerde uyumlaştırılmış AB standartları oluşturarak, ulusal standartların fsrklılığından doğan ve tek pazarın işleyişini olumsuz yönde etkileyen teknik engellerin kaldırılması yönünde çalışmalar yapmaktadır.

3.2.2 CE İŞARETİ

CE (Comfermité Européene) işareti, bu işarete sahip ürünün ilgili AB yönergeleriyle belirlenen sağlık, güvenlik, tüketicinin ve çevrenin korunması gerekliliğine uyduğunu belirten bir işarettir.

CE işareti, AB genelinde kullanılan değişik uygunluk işaretleri yerine AB yönergelerine uygunluğu belirlenen tek tip bir AB işareti kullanılması anlamına gelmektedir.

Önümüzdeki yıllarda gerçekleşmesi gündemde olan gelişmeler göz önünde bulundurulduğu zaman, AB’nin hedefleri arasında yer alan tek pazarın oluşturulması açısından tek tip bir AB standardı oluşturulması ve özellikle CE işaretinin daha da yaygınlaşacağına ve vazgeçilmez bir hal alacağına kesin gözüyle bakılmaktadır. AB’ ye tam üyelik sürecinde, Türkiye’nin bu yönde bir tavır sergilemesi şüphesiz tek pazara entegrasyonunu daha da kolaylaştıracaktır. Dolayısı ile Türkiye’nin bu yönde politikalar oluşturması ve uygulamaya çalışması gerekmektedir. Özellikle AB gerçeğinin özümsenmesi ve tek Pazar kültürünün oluşturulmasına ilişkin çalışmalar yapmak gerekmektedir. Bu noktadan hareketle standardizasyon kalite güvence sistemleri gibi konulara aşina olan endüstri mühendislerinin yeterli müfredat ve AB kültürüyle donatılmış olarak ortaya çıktıkları zaman, kilit rol oynayabileceklerini söylemek yanlış olmaz.

3.3 KALİTE

AB ve Türkiye arasında gümrük birliğinin tamamlanmasıyla sonuçlanan 6 Mart 1995 tarihli ve 1/95 sayılı ortaklık konseyi kararının 8. maddesinde tarafların kalite, standardizasyon, belgelendirme, akreditasyon vb. alanlarda işbirliği içerisinde bulunmalarının önemine dikkat çekilmektedir.

Türkiye’nin her alanda kalite anlayışı ile ortaya çıkması sadece AB ile değil aynı zamanda dünya ile entegrasyonunu kolaylaştıracak ve liberal globalizasyonun gerçekleşmesine yardımcı olacaktır. Bu konu ile ilgili olarak; özellikle mal ve hizmet üretiminde kalitenin sağlanması ve geliştirilmesinde çoğu zaman aktif rol oynayan endüstri mühendislerinin önemli bir role sahip oldukları söylenebilir.

3.4 MAKRO-EKONOMİK GERÇEKLİK

AB’nin temel hedefleri arasında yer alan istikrarlı ve dengeli büyüme, fiyat istikrarı, yüksek düzeyde istihdam, ödemeler dengesi, yaşam koşullarının iyileştirilmesi, dengeli kamu harcamaları gibi hedeflerin gerçekleşmesi için üye ülkelerin ekonomi politikalarının koordinasyonu gerekmektedir.

1992 yılı sonunda Tek Pazarın kurulması, bunu takiben Maastricht Antlaşmasıyla Ekonomik ve Parasal Birlik (EPB) temel hedeflerden biri halini almıştır. EPB’nin gerektirdiği makro-ekonomik istikrar ve bütünleşmenin sağlanmasını teminen Maastricht Antlaşması beş yaklaşım kriteri belirlenmiştir. EPB’nin üçüncü aşamasına geçebilmek için üye devletlerin bu kriterleri karşılaması zorunludur. Söz konusu kriterler:

· Kamu açığı. GSYİH (Gayri safi yurt içi hasıla)’ın % 3’ünden az olması.

· Toplam kamu borcunun GSYİH’ye oranı % 60’ı aşmamalıdır.

· Enflasyon oranı, 1999 yılından önceki son 12 ay içerisinde en düşük enflasyon oranına sahip üç üye ülkenin enflasyon oranları ortalaması en fazla 1,5 puan üzerinde olabilir.

· Uzun dönem nominal faiz oranları, en düşük ortalamaya sahip üç ülkenin faiz oranları ortalamasından en fazla 2 puan fazla olabilir.

· Avrupa para sisteminin döviz kuru mekanizması çerçevesinde belirlenen normal dalgalanma marjına, en az son iki yıl ciddi sapmalar gözlenmeksizin uyulmalıdır.

Makro-ekonomik yaklaşım kriterlerinin hedefi, EPB çerçevesinde dengeli ekonomik kalkınma sağlanması ve üye ülkeler arasında parasal ve mali açıdan gerilimlerin engellenmesidir.

Dikkat edilirse EPB çerçevesinde yukarıda belirttiğimiz kriterlerin üye ülkeler tarafından sağlanmasının zorunlu olması, Türkiye’nin AB’ye geçiş süreci içinde söz konusu kriterler etrafında mali ve ekonomik politikalar oluşturulması ve istikrarlı bir şekilde uygulaması gerekmektedir.

Bu arada AB’nin en temel hedeflerinden biri olan istikrarlı bir ekonomik büyümenin sağlanması ve birliğe yeni üyelik sürecindeki ülkelerin bu yönde ilerlemeler sağlamalarının gerekliliği, Türkiye’ye ve özellikle Türkiye’deki endüstriyel kapsamı oluşturan firmalara önemli sorumluluklar yüklemektedir. Bu noktadan hareketle, endüstri mühendislerinin sürekli iyileştirme ve karlılığın artmasına yardımcı olarak, firmaların istikrarlı ve sistematik bir şekilde büyümelerine yardımcı olmaları açısından önemli roller yüklendiğini (ve yüklenmesi gerektiğini) söyleyebiliriz.

3.5. GÜMRÜK BİRLİĞİ

6 Mart 1995 tarihinde toplanan AT ve Türkiye 36. Ortaklık Konseyi, 1/95 sayılı kararı ile gümrük birliğinin yürürlüğe girmesi konusunda anlaşmaya varmışlardır. Daha önce de denildiği gibi bu yepyeni bir zemindeki bir anlaşma değildir. Karar Ankara Antlaşması ve bunun işlerliğini sağlayan karma protokolün doğal bir uzantısı ve oyunun bundan sonraki kurallarını belirleyen bir metindir. Bu arada Türkiye ile AB arasında malların serbest dolaşımı 31 Aralık 1995 tarihinde gerçekleşmiştir. Serbest ticaretin en temel unsuru olan malların serbest dolaşımı ülkelerin karşılıklı olarak ithalat/ihracat vergileri (gümrük vergileri) ve eş etkili vergiler ile tüm miktar kısıtlamaları ve eş etkili engelleri kaldırmasıyla gerçekleşir.

Gümrük birliğine girerken özellikle imalat sanayiimiz için kayda değer çevre değişiklikleri olacaktır. Gümrük birliği sonucu kaldırılan gümrük vergi ve/veya fonların başlangıçta büyük bir ithalat patlamasına yol açacaktır. Ancak kısa sürede döviz arz ve talebinde meydana gelecek gelişmeler kurlarda olağanüstü baskı yaratarak ithalatı caydırıcı, ihracatı arttırıcı etkileriyle yeni dengeleri oluşumu söz konusu olacaktır. Kurlardaki yükselme ise sermaye hareketlerinde içten dışa kaçış etkisi yaratacaktır. Bu kaçışı önlemek için finans sektörü çaresiz mevduat faizlerini yükseltmek zorunda kalacaktır. Bunun sonucu olarak artan kredi faizleri ekonomide maliyetlerin yükselmesine, sabit sermaye yatırımlarının yavaşlamasına, bunun sonucu olarak rekabet durgunluğa yol açacaktır. Sermaye piyasası artan faizleri etkisiyle daralacak ve işsizlik artacaktır.

Şüphesiz ki bir firma şayet rakiplerine göre müşterinin açık ve saklı isteklerini daha hassas bir şekilde tespit edebiliyor ve bu isteği daha kaliteli olarak ve daha ucuza, isteğin oluştuğu andan itibaren en hızlı ve tam zamanında tatmin edebiliyorsa, bu firmanın rekabet gücü daha yüksektir. Söz konusu firma için gerçekleştirilebilecek stratejilerin çoğunun endüstri mühendisliği disiplin doğasında varolduğu göz önünde bulundurulduğunda endüstri mühendislerinin Türkiye’nin AB’ye tam üyelik sürecinde ne kadar önemli oldukları kavranabilir.

3.6. REKABET

AB’nin rekabet kuralları, piyasa koşullarına dayalı bir Avrupa Ekonomik Alanının etkin biçimde işleyebilmesini sağlamak amacıyla oluşturulmuştur. AT’nin rekabet politikası (Roma Antlaşması, madde 85-94) beş temel ilkeye dayanmaktadır.

· İşletmeler arasında, üye ülkeler arası ticareti etkileyebilecek ve ortak Pazar kapsamında rekabeti bozacak, engelleyecek ya da kısıtlayacak anlaşmalar, ortaklıklar ve ortak uygulamaların yasaklanması.

· Ortak Pazar içerisinde hakim konumu, üye ülkeler arasında ticareti etkilediği ölçüde kötüye kullanılmasının yasaklanması

· Üye ülkelerin sağladıkları ve bazı işletmelerin ya da bazı malların üretiminin kayrılması yoluyla rekabeti bozma yönünde tehdit oluşturan her tür devlet yardımının denetlenmesi.

· Yapılması öngörülen anlaşmaların kabulü ya da reddi yoluyla, birleşmelerin Avrupa boyutu göz önünde bulundurularak koruyucu denetimi.

· Haberleşme, ulaştırma,enerji gibi çoğu zaman kamu ya da özel sektör firmalarının tekel konumda olduğu bazı sektörlerin liberizasyonu.

AB’nin rekabet politikası, iki çerçeve etrafında çizilmektedir: haksız rekabetin önlenmesi ve rekabet koşullarına uyumun sağlanması için fon desteği sağlanması.

Şüphesiz Türkiye olarak özellikle gümrük birliğinin getireceği yoğun rekabet ortamı ve AB’ye tam üyelik sürecinde önemli göstergelerden biri olarak kabul edilen rekabet edilme kapasitesinin yeterliliği sorunlarının aşılması gerekmektedir. Bu noktada, gerek firma gerekse endüstri boyutunda herkese önemli görevler düşmektedir. Özellikle tüm yönleriyle kalite artışıyla rekabetin sağlanması ve bunu teşvik edici politikaların uygulanması gerekmektedir. Mal ve hizmet maliyetlerinin düşürülmesi, verimlilik artışının sağlanması, uygun Pazar stratejilerinin uygulanarak müşteri isteklerinin en iyi şekilde tatmin edilmesi, teknolojik yeniliklerin baz alınması gibi kalitenin her yönüyle hareket edilmesi gerekmekte olup, söz konusu stratejilerin uygulanmasıyla endüstri mühendislerinin önemli rollere sahip olduğu açıktır.

Bu arada etkin olarak rekabet ortamına karşı koyabilmek için şüphesiz yöneticilere önemli görevler düşmektedir. Bu bağlamda endüstri mühendisleri yönetim disiplinine hakim kişiler olarak ön plana çıkabileceklerdir

Özellikle rekabet koşullarında tutunabilmek için firmalarımızın sürekli içerisinde olmaları gerekmektedir. Bu bakımdan günümüz koşullarında toplam kalite yönetimi ,kaizen vb . araçlar etkin bir şekilde kullanılmalıdır .dikkat edilirse ,endüstri mühendisliği müfredatı ve uygulamalarında yönetim sistemlerinin yer alması endüstri mühendislerinin rolünü , bir kez daha açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

3.7. TÜKETİCİ HAKLARI

Tüketicinin korunması, AB’ yi kuran antlaşmaya Maastricht Antlaşmasıyla eklenen madde 129 A’ da ele alınmaktadır. Söz konusu madde tüketicilerin sağlığı, güvenliği ekonomik ve yasal haklarının yanı sıra bilgiye erişim haklarının da korunması hedeflenmektedir.

AB’nin önemli amaçlarından birisi de tüketici hakları konusunda uluslar arası yasal mevzuatların uyumlaştırılmasıdır. Türkiye’de tüketici hakları konusunda gerek yasal mevzuatların gerek sivil inisiyatiflerin özellikle AB üyesi ülkeler düzeyinde olmasının ileride önemli sorular doğurmaması için gerekli çalışmaların yapılması gerekmektedir.

Kaliteli mal ve hizmet üretimiyle tüketici haklarının önemli oranlarda korunmasının sağlanmasında endüstri mühendislerinin durumu önemli olmakla beraber, Türkiye’nin geleceğini daha sağlam temeller üzerine oturtması açısından gerçekçi bir tüketiciyi bilinçlendirme politikası oluşturması gerekmektedir.

3.8. İSTİHDAM

AB ülkelerinde işsizliğin yüksek boyutlarda seyrettiği göz önünde bulundurulduğunda istihdam AB’nin temel sorunlarından biri olmaktadır. Hali hazırda AB düzeyinde işsizlik oranı % 10 civarında seyretmektedir. Bu nedenle ilk kez komisyonun 1993 yılında hazırladığı büyüme, rekabet gücü ve istihdam konulu ESSEN zirvesinde (9-10 Aralık 1994) istidamın arttırılması için 5beş öncelikli alan belirlenmiştir:

· Mesleki eğitim alanında yatırımın arttırılması yoluyla istihdam olanaklarının iyileştirilmesi:

· İstihdam arttırmaya yönelik büyüme sağlanması:

· Ücrete dayalı olmayan iş gücü maliyetlerinin azaltılması:

· İş gücü piyasalarının ilişkin politikalarını etkinliğinin arttırılması:

· Toplumun istihdam azlığından özellikle zarar gören kesimlerine yardımın arttırılması:

21 Kasım 1997 tarihinde AB düzeyinde ilk kez istihdama ilişkin bir olağanüstü zirve düzenlenmiştir. İstihdam edilebilirlik, girişimcilik, uyum sağlama yeteneği ve fırsat eşitliğinin odak noktasının oluşturduğu zirvede, her yıl istihdamı arttırmaya yönelik yönlendirici ilkeler hazırlanması ve üye ülkelerin bu doğrultuda hazırladıkları eylem planları ile bu planları ne şekilde hayata geçirildiğine ilişkin faaliyet raporlarını sunmalarını kararlaştırılmasıdır.

Amsterdam Antlaşmasının yürürlüğe girmesiyle birlikte istihdam AB’nin hedefleri arasına alınmış, AB’ yi kuran antlaşmaya istihdama ilişkin yeni bir bölüm eklenmiştir.

Dikkat edilirse, ESSEN Zirvesi’nde “Ücrete Dayalı Olmayan İşgücü Maliyetlerinin Azaltılması” şeklinde ele alınan gündem maddesi, oldukça spesifik bir şekilde AB’nin istihdama ilişkin politikasını yansıtmaktadır. Temel amacı iş gücü çıkarmadan maliyetlerin azaltılması olan iş etüdü gibi teknikleri başarı ile kullanan endüstri mühendislerinin, genel istihdam politikalarını destekler nitelikte yöntemle sergiliyor olduklarını söylemek yanlış olmaz.

3.9. ÇEVRE VE KAMU SAĞLIĞI

1972 yılında hazırlanan topluluğun 1. Çevre Eylem Programıyla uygulamaya koyulan çevre politikası, Avrupa Tek Senediyle birlikte ROMA Antlaşması’na eklenerek bir topluluk politikası halini almıştır. AB’nin çevre politikasının hedefi, çevrenin korunması, kalitenin iyileştirilmesi; İnsan sağlığının korunması ve doğal kaynakların tasarruflu ve rasyonel kullanımıdır. Bu hedefleri yanı sıra AB çevre politikası, ilgili hükümlerden etkilenen alanlara bağlı olarak farklı karar alma yöntemleriyle belirlenir. Ancak bu alanda çoğunlukla işbirliği yöntemine göre karar alınır.

Artan çevre bilincine paralel olarak, bir yandan uygulanan çevre eylem programlarının, diğer yandan ilgili mevzuatın kapsamının genişlemesiyle birlikte çevre politikası, zaman içerisinde giderek önem kazanmıştır. Amsterdam Antlaşması “sürdürülebilir kalkınmayı” AB’nin hedefleri arasına almak ve çevrenin korunmasını, başta tek pazara ilişkin konular olmak üzere tüm diğer topluluk politikalarını eklemek suretiyle çevre politikasını merkezi konuma yükseltmektedir.

“Çevrenin korunması, kalitenin iyileştirilmesi; insan sağlığının korunması ve doğal kaynakların tasarruflu ve rasyonel kullanımı” şeklinde belirttiğimiz AB’nin çevre politikası, oldukça önemli görünmekle beraber, merkezi bir konumda bulunması AB’ ye tam üyelik sürecinde Türkiye için özel bir önem arz etmektedir. Kalitenin iyileştirilmesi, iş güvenliği, işçi sağlığı ve çalışma koşullarının iyileştirilerek verimliliğin arttırılması ve yöneylem araştırması gibi tekniklere aşina olan endüstri mühendislerinin, birlik çevre politikasının uyumlaştırılmasına ön ayak olabilecekleri ve Türkiye’nin AB’ ye giriş sürecini hızlandıracakları söylenebilir.

3.10. SOSYAL POLİTİKALAR

AB’nin sosyal politikası, üye ülkelerdeki çalışanların yaşam ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi, işçi-işveren kesimleri arasında bir diyalog ortamı oluşturulması ve üye ülkelerin sosyal politikaları arasında uyum sağlanması amacıyla oluşturulmuştur.

Endüstri mühendisliğinin, sosyal yönüyle diğer mühendislik disiplinlerinden ayrılması ona özel bir önem vermektedir. İş güvenliği, ergonomi, çalışma hayatının düzenlenmesi gibi çoğu çalışmalarında insan faktörünü göz önünde bulundurduğu düşünüldüğünde; endüstri mühendisliğinin ne kadar önemli olduğu ve oldukça önemli bir misyona sahip olduğu anlaşılabilir.





 
 

ormela.tr.gg
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol