İletişim Adresi

   
  ORHAN YILDIZ
  Egt. : Nato
 


NATO

SOĞUK SAVAŞIN KAYNAKLARI VE NATO'NUN KURULUŞUNA YOL AÇAN GELİŞMELER

İkinci Dünya Savaşı'nın sona erişi aşamasında Nazi Almanyası'nın teslim olmasının yedi hafta ardından ve Hiroshima'ya ilk atom bombasının atılışının altı hafta öncesinde, Mihver Devletleri ve yandaşlarına karşı çarpışan veya bunlara savaş ilan etmiş olan elli ülke, 26 Haziran 1945'de San Francisko'da, Birlemiş Milletler yasasını imzalamışlardı. Dünya uluslarının artık barışın değerini ve barışın korunması gereğini iyice anlamış bulundukları umudu yaygındı. Oysa, 1945'den 1949'a kadar uzanan dört yıl içinde, bu umudun geçerli olmadığı ortaya çıkmış ve 10 Avrupa ülkesi kendilerini, BM Yasası'nın sağlayabilmeyi öngördüğü korumanın ötesinde, belirli ve somut koruyucu önlem ve düzenlemeler ihtiyacı karşısında bırakan bir tehditle yüz yüze bulmuşlardır.

NATO KUZEY ATLANTİK PAKTI ANTLAŞMASI

İkinci Dünya savaşı Batılı ülkelerle Sovyetler Birliğinin faşizme karşı demokratik cephe içinde birlikte savaştıkları bir dönemdi. Ortak düşmana karşı verilen bu topyekün ölüm kalım savaşında dahi, Batılılarla Sovyetler Birliği arasında varolan uzlaşmazlıklar savaş sonunda, kurulacak olan yeni dünyanın biçimlenme sürecinde, giderek, tam bir karşıtlık ve çatışmaya dönüştü.Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO), işte Doğu-Batı savaşımının Soğuk Savaş döneminin başlangıç yıllarında, Batı`da oluşturulan askeri bir bağlaşma sonucu kurulmuştur. Nitekim S.S.C.B.' nin 1947 haziranında Paris Konferansı sırasında takındığı tavır, gitgide güçlenen Sovyet Bloku karşısında Batı'nın ortak bir güç halinde birleşmesi gereğini kesin bir zorunluluk halinde ortaya çıkardı. Belçika 1945'te bir Batı Federasyonu kurma fikrini ortaya atmıştı. Benelüks bu konfederasyonun ilk adımı oldu. 1948 martında İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg arasında imzalanan Bürüksel Antlaşması, bir savunma birliğinin yanı sıra, iktisadi ve kültürel işbirliğini öngörüyor, bölgesel bir nitelik taşımaktan da öte bir camia kuruyor, Sovyet İdeolojisi karşısında Atlantik Medeniyeti kavramını ortaya koyuyordu.

Ne var ki Bürüksel Antlaşması'nın birleştirdiği ülkelerin gücü, Sovyet Bloku ile dengeyi sağlamak için yeterli değildi. 1948 yılı aralık ayında Washington'da, Bürüksel Antlaşması ülkeleri ile Kanada ve ABD arasında görüşmeler başladı. Şubat 1949'da Norveç ve Moskova'nın bütün baskısına rağmen diğer İskandinav ülkeleri görüşmelere katıldı. İzlanda,İtalya ve Portekiz de davet edildi. Kuzey Atlantik Paktı [North Atlantik Treaty Organisation (NATO)] adını alan yeni antlaşma 4 Nisan 1949 tarihinde ABD`nin başkenti Washington`da, Belçika, Kanada, Danimarka, Fransa, İzlanda, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, Norveç, Portekiz, İngiltere ve A.B.D. tarafından imzalandı. Savaşta tarafsız kalmış olan İsveç, İrlanda ve İsviçre antlaşmaya katılmadılar. Totaliter rejimi nedeniyle İspanya, işgal altındaki Almanya ve Avusturya davet edilmedi. Daha sonra,1951 yılında Türkiye ve Yunanistan da örgüte katılmaya davet edilecekler ve 18 Şubat 1952'de NATO'ya resmen üye olacaklardır. 9 Mayıs 1955'te Federal Almanya, 1982 yılında İspanya ve son olarak da 12 Mart 1999'da Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya NATO'ya katılacaklar ve üye devlet sayısı 19'a ulaşacaktır.

NATO basit bir savunma antlaşması değildi. A.B.D. Dışişleri Bakanı Acheson, 4 nisan günü yaptığı konuşmada bu ittifakı şöyle tanımlıyordu: "Antlaşmanın gerekçesi burada temsil edilen milletler topluluğunun inanç, fikir ve menfaat birliğidir. Hedefi, ortak bir iktidara ulaşmak değildir. Bütün vasıtalara başvurarak, korumak ve sürdürmek istedikleri bir yaşama biçiminin gerektirdiği manevi ve ahlaki değerlerin savunulmasıdır". Atlantik kıyısının liberal devletleri, bu siyasi girişimle, yüzyıllar boyu ortaklaşa yaratmış oldukları, kişisel hürriyet ve hukuk hakimiyeti ilkelerine dayanan medeniyeti koruma kararında olduklarını ilan ediyorlardı. NATO üye devletler arasında fark gözetmiyordu. Ama ABD' nin bu blokta başrolü oynayacağı belliydi. Anlaşmanın resmi belgeleri Washington'da muhafaza edileceklerdi. Yirmi yıllık süre sonunda ayrılmak isteyen devlet, ABD' ye başvurmak zorundaydı. Böylece, Atlantik Paktı çerçevesi içinde ortaklaşa savunma, karşılıklı yardım ve dayanışma amacı ile birleşen bağımsız batılı ülkeler, ABD' nin zımni himaye ve üstünlüğünü kabul etmiş oluyorlardı.

Şimdi İkinci Dünya Savaşının sonuyla başlayıp Kuzey Atlantik Antlaşmasının akdi ile noktalanan sürece, tarihi perspektif içerisinde, daha yakından bakmaya çalışacağız.

SAVAŞ SONUNDA DÜNYA VE AVRUPA KUVVET DENGESİNİN GENEL GÖRÜNÜMÜ

İkinci Dünya Savaşı fiilen 8 Mayıs 1945'i 9 Mayıs'a bağlayan gece yarısı Alman Yüksek Komutanlığı adına Friedeburg Keitel Stunpff'un Berlin'de Nazi Almanyası'nın teslim belgesini imzalamasıyla sona erdi. Almanya dahil tüm Avrupa, böylece esas olarak iki güç; Sovyetler Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri tarafından faşizmden kurtarılmış oldu. 5 Haziran 1945 tarihinde yayımlan bir bildiri ile de Almanya'nın bağlaşıklarca ortak yönetimi başlatıldı. Orta Avrupa'da Alman toprakları üzerinde Sovyet ve Amerikan askerleri bulunurken Avrupa'nın batısında Amerikan doğusunda da Sovyet askerleri yer almaktaydı. Bu arada Sovyet ve Amerikan askerleri Avrupa'nın her iki yakasında karşıt ekonomik, toplumsal ve siyasal iki ayrı örgütlenme biçiminin ve çıkarlarının silahlı temsilcileri idi. Avrupa ülkelerinde ise bu dönem savaşın getirdiği yıkıntıları onarmak, faşizmin ortadan kaldırdığı demokratik ortamı yeniden yaratmak, ulusal bütünlüğü kurmak, genel çöküntüden kurtulmak dönemiydi. Mayıs'ta Hitler Almanyası'nın, eylülde de Japonya'nın kayıtsız şartsız teslim olmaları sonucu ortaya çıkan ve kısaca değindiğimiz bu yeni dünya ve Avrupa kuvvet dengelerinin belirleyici özellik ve unsurları şöyle tanımlanıp sıralanabilir :

Almanya ve Japonya uğradıkları kesin askeri yenilgiler sonucu, anılan iki büyük gücün Sovyetler Birliği'nin batısında ve doğusunda oluştura geldikleri denge mihrakları çökmüş ve yerlerini büyük birer kuvvet boşluğuna terk etmişlerdi.

Avrupa'daki başlıca galipler, yani İngiltere ve Fransa savaştan son derece yorgun ve zayıf düşmüş bir durumda çıkmışlardı. Her ikisinin de imparatorlukları, birçok halde komünistlerin de aktif bir biçimde katkıda bulundukları, sömürgeciliğin tasfiyesine yönelik, milli kurtuluş hareketlerinin baskısı altındaydı.

İnsan zayiatına ilişkin rakamların incelenmesinde de görülebildiği üzere, Avrupa'daki savaşın kaderi Doğu cephesi ve Balkanlarda belirlenmiş; savaştan en ziyade maddi tahribata ve insan kayıplarına uğrayarak çıkma pahasına, Polonya, Macaristan, kısmen Avusturya, Çekoslovakya, Romanya ve Bulgaristan mihver güçlerinde yada mihvere bağımlı rejimlerden Sovyetler tarafından arındırılmıştı. Eski Almanya'nın doğu kesimi Sovyet işgali altına düşmüştü. Yugoslavya'da, 1948'e değin, Sovyetlerle iyi ilişkiler içinde kalan bir komünist rejim kurulmuştu. Yunanistan akıbeti belirsiz bir iç savaşa yuvarlanmıştı. Dolayısıyla, Orta Avrupa, ve Balkanlarda askeri altyapıya dayalı kesin bir Sovyet üstünlüğü belirlemiş bulunuyordu.

Almanya'nın teslim olmasını izleyen kısa dönemde, Batılı büyük güçler, bir yandan savaş sırasında bu yolda vermiş bulundukları sözleri tutmak gereği, diğer yandan da bu yönde mevcut kamuoyu talep ve baskılarını tatmin zorunluluğu karşısında, silahlı kuvvetlerinden büyük çapta terhis ve indirimler yapmışlar; seferberliklerini sona erdirmişlerdi. ABD ve İngiltere'nin kıta Avrupa'sındaki birliklerinin önemli bir bölümü geri çekilmişti. Berlin düşerken Avrupa'da bulunan 5 milyona yakın Amerikan , İngiliz ve Kanada askerinden 1946'da Avrupa'da bırakılanların yekünü 880 bini aşmamaktaydı.

Barış Antlaşmaları Sorunu

Sovyetler'le Batılı müttefikler bir Polonya geçici hükümetinin toplama tarzı üzerinde antlaşmaya varamamış olduklarından bu ülke 1945 San Francisco Konferansında temsil olunamamıştı.

Londra'daki Dışişleri Bakanları Konferansı'nda (Eylül 1945), Molotov, Romanya ve Bulgaristan'daki durum hakkında tarafsız bir soruşturma yapılmasına dair, İngiliz önerilerinin başvurusunu dahi engellemişti.

Batılılar'ın belirli ödünler vermeye yanaşmalarından sonradır ki, Kasım 1945'te Sovyetler, İtalya, Finlandiya ve balkanlardaki eski Mihver birlikleri ile yapılacak antlaşmalarının birleşme ve arkasında izlenecek yola ilişkin kabul ettiklerini açıklamışlardır.

1947 Martı'nda Moskova'da toplanan Dışişleri Bakanları, Almanya ve Avusturya ile imzalanacak barış antlaşmaları konusunu görüşmüşler; ancak Almanya'nın müstakbel statüsü üzerinde uzlaşabilmeyi başaramamışlardır.

Londra'daki Kasım 1947'de yapılan Dışişleri Bakanları Konferansı'ndaysa, tarafların bir uzlaşmaya varamayacakları kesinlikle anlaşılmıştır. Bu Konferansın kısa bir süre ardından Sovyet temsilcilerinin Berlin'deki Müttefik Kontrol Komisyon çalışmalarına iştirak etmemeye başladıkları görülmüştür. Mayıs 1949'da Paris'te bir toplantı daha yapan Dışişleri Bakanları yine bir netice alamamışlar; 1957'de Palais Rose Konferansında 109 gün süre ile başvuruları sürdüren vekilleri ise yeni bir Dışişleri Bakanları Konferansı için bir gündem taslağı dahi ortaya çıkaramamışlardır.

Aslında, Dışişleri Bakanları'nın Mart 1947 Moskova Konferansı'na Mihver'e karşı Büyük İttifak'ın fiilen sona erdiği tamamen diplomatik forum nazarıyla da bakılabilir.

Veto "Hakkının" Kötüye Kullanılması

Savaş sonrası döneminde güvenliğin korunması açısından uluslar arası kamuoyu, özellikle Batı ülkeleri halk efkarı, BM sistemine umut bağlamıştı. Sistem bünyesinde Güvenlik Konseyi'nin kilit bir rolü vardı. Ancak bu rolün ifası "beş büyükler"in ortak hareketine bağlı ve ortak hareket edebildikleri konu ve ölçülerle sınırlıydı. Ortak hareketi engelleme yetkisi ise veto "hakkının" Sovyetlerce çok sık ve kötüye kullanımı da taraflar arası güven boşluğunu büyütmüştür. Örneğin; Yunanistan'ın komşuları Arnavutluk ve Bulgaristan ile arasında çıkan olaylar dolayası ile, 1947'de, Güvenlik Konseyi tarafında bir araştırma komisyonu kurulmuş; fakat komisyonun, Arnavutluk ve Bulgaristan'ın sorumluluğunu ortaya koyan bulguları içeren raporu ve raporun onaylanmasına ilişkin karar tasarıları Sovyetler Birliği'nce "sistematik" bir biçimde veto edilmiştir.

Sovyetler'in Genişleme Siyaseti

Sovyet yayılma siyaseti, Estonya, Letonya ve Litvanya'nın eklenmesiyle, daha II. Dünya Savaşı başında kendisini belli etmişti. Finlandiya, Romanya, Kuzeydoğu Almanya ve Çekoslovakya'nın doğusu da buna eklendiğinde, Sovyetler Birliği Savaşın sonunda 288.000 kilometrekare toprakla, yaklaşık 23 milyon nüfusu varlığına eklenmiş bulunuyordu. Belçika Başbakanı Paul-Henri Spaak, 1948'de BM Genel Kurulu'nda yaptığı bir konuşmada "savaştan başka milletlerde sağlanmış arazi kazancıyla çıkan tek bir Büyük devlet vardır: O da Sovyetler Birliği'dir." demekteydi.

Sovyetler'in ikinci Dünya Savaşı ertesi topraksal genişleme siyasetlerinin başarı sınırını fiilen ekleme ettikleri arazi ile ölçmek yanlış olacaktır. Zira bahse konu toprak genişlemesi çerçevesinde, Sovyetler'in siyasi kontrol altında tutmaya başladıkları Doğu Avrupa ülkelerini de nazara almak gerekmektedir.

Sovyet yayılma siyaseti Hitler Almanyası'nın yenilgiye uğratılmasından sonra da, devam etmiş; Avrupa'nın merkezi kesimi ile doğusunda muzaffer Sovyet Ordularının süngüleri gölgesinde ve aşamalı olarak tümüyle Moskova çizgisine getirilen "halk cephesi" hükümetleri aracılığıyla gerçekleştirilen bu siyaset neticesi Arnavutluk, Bulgaristan,Romanya, Doğu Almanya, Polonya ve Macaristan, Sovyet dolaylı yönetimi veya nüfus alanı içerisine alınmışlardır."Savaşsız fetih" diye de adlandırılan bu uygulamaya biraz daha yakından bakmamız yararlı olabilir.

Sovyetler'in Siyasi Baskısı

Sovyetler'in savaş ertesi dönemindeki "saldırgan" ve yayılmacı tutum ve siyasetleri yalnız Avrupa'da inhisar etmemekteydi. Dünyanın diğer bölgelerinde de, doğrudan veya dolaylı, Sovyet baskılarına tanık olunmaktaydı. Bunların başlıcaları şöyle sıralanabilir:

Kuzey İran'da: 1941'de İran, İngilizlerle Ruslar arasında nüfus bölgelerine ayrılmış; bilahare Sovyetler, ülkenin kuzeyindeki işgallerine, Tahran Antlaşması hükümlerine ve BM protestolarına rağmen, zamanında son vermeyip, bölgede Tudeh aracılığıyla bir ayrılıkçı devlet kurdurmaya çalışmışlardır.

Asya'da: Mançurya'nın büyük bir bölümünün işgali; Güneydoğu alt kıtadaki komünist ajitasyon yoğunluk kazanması; Çin Hind'inde ve ortalığı yerel güçlerle Viet Minh arasındaki mücadele, Malatya'da İngiliz'lerle, komünistlerin başını çektiği gerilla hareketi arasındaki çatışma; Birmanya'da grevler ve iç karışıklıklar. Savaş ertesi Avrupa ve Dünya koşullarının genel tablosunu yukarıda değindiğimiz başlıklar altında kısaca tasvire çalıştıktan sonra, NATO'nun kuruluşuna varan adımların atılışını 1947/49 tarihleri arasında izlemeye geçebiliriz. NATO'nun kuruluşuna giden süreçte uluslar arası gelişmeleri ise kısaca şöyle özetleyebiliriz. Bunlardan en önemlileri "Truman Doktrini" ve "Marshall Planı"dır.

I. Truman Doktrini

12 Mart 1947 tarihinde ABD başkanı Harry S. Truman, Kongreye sunduğu bir mesajda "komünist baskılara"a direnen Yunanistan ve Türkiye'ye 400 milyon dolar yardım yapılabilmesi için ödenek istemiş, bu arada Sovyetler Birliğini kastederek, ABD'nin "silahlı bir azınlık yada dış baskılarla boyunduruk altına alınmaya karşı koyan özgür hakları destekleme" kararını açıklamıştır. "Sosyalist ayaklanmalara ve Sovyet tehdidine karşı hür devleti koruma" temeline dayanan doktrini ortaya koyan Truman, Soğuk Savaşın başlamasına ve NATO'nun kurulmasına yol açmıştır. Sovyetlerin yayılmacı siyaseti ve bunun sonuçları ile somut bir biçimde beliren "tehdit" karşılığında hayat tarzlarını ve toprak bütünlüklerini koruma güdüleri ön plana geçen Avrupa "burjuva demokrasileri", özgürlük ve güvenliklerinin tabii garantörü olarak ABD'yi görmüşlerdir. Sovyetler Birliğinin "eski dünya" kıtalarındaki üstünlük ve tehdidini dengeleyip karşılama bakımlarından yeterli güce sahip tek ülke olan ABD'nin oynanması hazırlanan ve arzulanan rol için vaki çağrılara tepkisi, gecikmesiz ve kararlı bir tutum ittihazı biçiminde tecelli etmiştir. II. Marshall Planı

Truman Doktrini, Yunanistan ve Türkiye'ye yönelik müşahhas Sovyet tehdidini hedef almakta, ancak savaş ertesi dönemin darlık, kıtlık ve ekonomik sıkıntılarının, adeta bir çöküntünün eşiğine getirmiş olduğu Avrupa'ya bir şey vaat etmemekteydi. Bu boşluğun doldurulması gerektiği şüphesizdi.

ABD Dışişleri Bakanı emekli General George C. Marshall 5 haziran 1947'de Harvard Üniversitesi'nde verdiği bir söylevde bir Avrupa Nekahat (ekonomik yardım) Programı düşüncesini ortaya attı. George C. Marshall, Avrupa ülkelerine, ekonomik yardım gereksinmelerinin rakamsal dökümünü içeren ortak bir program yapmalarını öneriyor; böyle bir programa ABD'nin gerekli desteği sağlamaya kararlı olduğunu belirtiyor ve ortaya attığı düşünce ile önerinin "hiçbir ülke yada doktrini hedef almadığını" sadece "açlığa, yoksulluğa, umutsuzluğa ve kargaşalığa" karşı olduğunu söylüyordu. Marshall Planı Batı Avrupa'da coşkunlukla karşılanırken Sovyetler Birliği tarafından "Amerikan emperyalizminin yeni bir aracı" olarak kabul edildi. Marshall Planı nazari olarak, SSCB ve nüfusu altındaki Doğu Avrupa ülkelerine de açıktı. Ancak Stalin, Plan'ı sadece ülkesi hesabına reddetmekle kalmayıp, buna başlangıçta ilgi gösteren Çekoslovakya ve Polonya dahil, tüm Avrupa ülkelerinin de aynı düşünceyi davranmalarını sağlayınca; Plan uygulamada Batılı ülkelerin ekonomilerini kurtarma, canlandırma ve giderek kalkındırmaya yönelik bir operasyon olarak kalmıştır.

Truman Doktrini ve Marshall Planı'nın açıklanmasından sonra da, 1947 yılının Eylül ayında "Kominform" kuruldu.

Kominform'un Kuruluşu

Stalin, Eylül 1947'de "Amerikan emperyalizminin bir aleti" olarak tanımladığı Marshall Planı'na karşıt bir girişim olarak; SSCB, Polonya, Bulgaristan, Çekoslovakya, Romanya, Macaristan, Yugoslavya, Fransa, İtalya komünist partileri liderlerini bir araya getiren Kominform'u kurmuştur. Kominform, görünüşte Marshall Planı'na mukabele amacına yönelik bir adım olarak takdim edilmişse de, gerçekte amacı, dünya ve özellikle Avrupa Komünist hareketinin koordinasyonu ve Nazi-Sovyet Saldırmazlık Paktı ertesinde lağvedilen 111. Enterrasyonel'in fonksiyonlarını üstlenmekteydi.

22 Ocak 1948'de, İngiliz Dışişleri Bakanı Ernest Bevin, Dunkirk Antlaşması modelinde bir dizi ikili savunma antlaşmalarından oluşacak bir Batı Birliği formülünü ortaya attı.

Demin sözünü ettiğimiz Prag Darbesi, Bevin'in ortaya attığı formülünün dört hafta sonrasına rastlamış ve fikrin benimsenmesinde bir "hızlandırıcı faktör" rolü oynamıştır.

NATO'NUN YAPISI

Sivil ve Askeri Yapı

I. KONSEY

Merkezi Brüksel'de bulunan NATO'nun en yüksek karar alma organı, Kuzey Atlantik Konseyi'dir. Konsey müttefikler arasında geniş bir görüşme ve koordinasyon forumu oluşturur. Kuzey Atlantik Antlaşmasının 9. Maddesi uyarınca kurulmuş olan Konsey'de kararlar oydaşma [consensus] ile alınır ve toplantılar üç düzeyde yapılırdı.Genel olarak Konsey, dışişleri bakanları düzeyinde yılda iki kez toplanır. Bazen de (örneğin 1957, 1974, 1975, 1977 ve 1978'de olduğu gibi) hükümet yada devlet başkanları da ülkelerini Konsey toplantılarında temsil edebilir. Bunun dışında Konsey, her üye devletin büyük elçi düzeyindeki daimi temsilcilerinin katılımıyla toplantılarını sürdürür ve bu, Konseye süreklilik kazandırır. Konsey, bu düzeyde, esas olarak her çarşamba toplanır. Konsey toplantılarına Genel Sekreter başkanlık [chairman] eder. Ayrıca, her yıl, bir üye ülkenin dışişleri bakanı, İngilizce alfabetik sıraya göre, Konsey Başkanlığı [President] görevini üstlenir.

II. SAVUNMA PLANLAMA KOMİTESİ

Askeri politika, NATO'nun ortak savunma yapısında yer alan üye ülkelerden oluşan Savunma Planlama Komitesi'nde (SPK) tartışılır. Komite, Konsey gibi belli aralıklarla büyük elçiler düzeyinde, ayrıca yılda iki kez de savunma bakanları düzeyinde toplanır.Komite askeri konularda en yetkili organdır.

III. GENEL SEKRETER

Kuzey Atlantik konseyi, Savunma planlama komitesi, Nükleer Savunma işleri Komitesi, Nükleer Planlama grubu gibi ana organ ve komitelere başkanlık eder ve aynı zamanda Örgüt`te Uluslar arası Sekreterliğin başkanı, en yüksek memurudur.

NATO'da Genel Sekreterlik görevlerini üstlenen kişiler:

1952-1957 arasında İngiliz Lord Lionel Ismay,

1957-1961 arasında Belçikalı Paul H. Spaak,

1961-1964 arasında Hollandalı Dirk Uipko Stikker,

1964-1971 arasında İtalyan Manlio Brosio

1971-1984 arasında Hollandalı Joseph Luns

1984-1988 arasında İngiliz Lord Carrington

1988-1994 arasında Manfred Wömer

1994-1995 arasında Willy Class

1995-1999 Javier Solona

1999- ? Lord George Islay MacNeill Robertson

Konsey ve SPK, görev alanlarında NATO çalışmalarının tümünü kapsayacak, Uluslararası Sekreterlik üyelerinden birinin başkanlığında düzenli olarak toplanan bir dizi çalışma komiteleri kurmuştur.

IV. ASKERİ KOMİTE VE KOMUTANLIKLAR

NATO'nun askeri örgütlenmesi içinde en yetkili organ üye ülkelerin genelkurmay başkanlarından oluşan Askeri Komite'dir. Konsey ve SPK'ya askeri konularda tavsiyelerde bulunur, NATO Yüksek Komutanlıklarına yol gösterir. Normal olarak yılda iki kez üye ülkelerin genel kurmay başkanları düzeyinde toplanan komite, daimi askeri temsilcilerle sürekliliğe sahiptir. Askeri Komite politikaları ve kararlarının yürütülmesini,yürütme organı olarak çalışan Uluslar arası Askeri Sekreterlik sağlar. Üç komutanlık ve bir Bölgesel Planlama Grubu, NATO'nun kapsadığı bölgenin temel askeri birimlerini oluşturur :

Kanada-ABD Bölgesel Planlama Grubu

Yüksek Komutanlıklar

Atlantik Yüksek Komutanlığı [ACLAND]

Avrupa Yüksek Komutanlığı [SHAPE]

Manş Yüksek Komutanlığı [ACCHAN]

Askeri Komitenin genel yönlendirmesi altında NATO yüksek komutanları, bölgelerinin savunma planlarını hazırlamakta ve NATO'nun kara, deniz ve hava tatbikatlarını yönetmekle sorumludur.

NATO'nun Askeri Gücü

NATO kurulduğu günden bu yana, Sovyetler Birliği ve 1955`te kurulduktan sonra da Varşova Paktı karşısında zayıf durumda olduğunu savunagelmiş, bu yakınma artık ittifakın siyasal platformunun ayrılmaz bir parçası olmuştur. Buna karşılık, nesnel bir değerlendirme yapıldığında, NATO ile Varşova Paktı arasında bir askeri güç dengesinin mevcut olduğu rahatlıkla söylenebilir. Nükleer alanda, NATO içinde ABD, İngiltere ve Fransa'nın nükleer güçleri vardır. Varşova Paktı içinde nükleer silahlara sahip tek ülke ise Sovyetler Birliğidir. Konvansiyel alanda ise, kara kuvvetlerini oluşturan asker sayısında coğrafi bölgeye göre üstünlük değişse de tüm rezervler göz önüne alındığında, Varşova Paktı toplam sayıda üstünlüğe sahiptir. Araç ve gereç bağlamında Varşova Paktı tank, NATO ise helikopter üstünlüğüne sahiptir. Uçak sayısında kaba bir eşitlik mevcuttur ve hava savunmasında Varşova paktı daha güçlüdür. Ayrıca savaş gücünü doğrudan etkileyen öteki alanlarda, örneğin silah teknolojisi ve alt yapısında NATO, coğrafi açıdan ise, derinlik boyutunda Varşova daha avantajlıdır. NATO`nun en güçlü ülkesi ABD Avrupa'ya uzakken Sovyetler Birliği daha yakın olmakla birlikte önemli ölçüde gücünü Asya'da tutmak durumundadır. Tüm bu faktörler birlikte düşünüldüğünde askeri açıdan iki Blok arasında bir denklik olduğunu kolaylıkla söyleyebiliriz.

KUZEY ATLANTİK ANTLAŞMASININ MADDELERİ VE İLKELERİ

Antlaşmanın giriş bölümünde, NATO'nun yalnızca askeri değil aynı zamanda ekonomik, sosyal ve siyasal işbirliğini de öngördüğü ifade edilmektedir.1. maddede üyelerin uluslararası ilişkilerinde ve uyuşmazlıklarında izleyecekleri genel ilkeler, Birleşmiş Milletler Anlaşmasının 2. maddesinin 3. ve 4. fıkralarına benzer biçimde sıralanmıştır. 2. madde ise tarafların uluslararası ekonomik ilişkilerindeki ayrılıkları gidermeye çalışacakları ilkesini ve ekonomik işbirliğini içermektedir. 4. madde, tarafların herhangi birinin kendisini tehdit altında görmesi durumunda karşılıklı istişarelerde bulunulacağımı hükme bağlamaktadır. 5. madde ise Antlaşmanın en önemli hükmünü getirmektedir. Buna göre, taraflardan birine yapılacak bir saldırıyı ötekiler kendilerine de yapılmış sayacaklardır. Buna karşılık madde üyeleri gerekli görecekleri önlemleri almaya çağırmaktadır. 6. madde ise örgütün sorumluluk alanını tanımlamaktadır.

NATO İÇİ SORUNLAR ve UYUŞMAZLIKLAR

Her şeyden önce, NATO'nun Avrupalı üyeleri daha çok sınırlı çıkarlara sahip devletlerse de, Örgüt'ün lideri olan ABD tam anlamıyla bir dünya devletidir ve NATO bu ülkenin taraf olduğu en önemli antlaşmanın bir kurumudur. Ayrıca NATO'nun açıklanmış en büyük hasmı olan Sovyetler Birliği genel evrensel bir güçtür. Dolayısıyla NATO, özel olarak ABD ile Sovyetler Birliği genel olarak da Doğu-Batı çatışma ve dengesinde çok önemli bir yere sahip, evrensel alandaki çıkar ve çatışmaların odak noktasında bulunan bir örgüttür.

NATO ayrıca çeşitli egemen ve farklı çıkarlara sahip devletlerce kurulmuş karmaşık siyasal-ideolojik yapıda bir örgüttür. NATO ister Doğu bloku'na ve esas olarak Sovyetler Birliğine kurulmuş bir savunma örgütü, ister sosyalist sisteme karşı kapitalizmin örgütlenmelerinden biri, ister Amerikan emperyalizmine karşı devrimci bir saldırı aracı, veya bünyesinde tam bu görüşlere de haklılık kazandıracak unsurlar bulunduran bir bağlaşma olarak görülsün, NATO'nun temel niteliği, Batılı karakteri ve türdeş olamayan siyasi yapısıdır. Dolayısıyla, NATO yalnızca dış düşmanla çatışan askeri bir örgüt değil, aynı zamanda siyasal yapısıyla kendi içinde de çatışma ve çelişki öğeleri barındıran ideolojik bir kurumdur.

Bu çıkar ayrılıklarının başında da Örgüttün egemen, farklı yapı, kültür ve güçteki devletlerden oluşması gelmektedir. Evrensel çıkarlara sahip ABD ile bölgesel ve daha dar kapsamlı sorunları bulunan Avrupalı üyeler arasında belirli çıkar çatışmaları hep olmuştur. Örgüt içinde ABD'nin büyük askeri siyasal ve ekonomik gücü de çeşitli anlaşmazlıklara sebep olmuştur. NATO'nun kurulduğu yıllarda ABD'nin Batı dünyası üzerindeki mutlak üstünlüğü, Örgütü türdeş bir yapıya sahip durağan ve ABD'nin siyasal amaçlarının basit bir aracı haline getirmiştir. Batının savaş yıkıntılarından kurtulması, siyasal ve ekonomik bir güç olarak ortaya çıkması bu düzeni bozmaya başlamıştır. Ayrıca ABD'nin evrensel planda gücünü yitirmesi önemli dış politika başarısızlıklarına uğraması da NATO içi politikayı ve dengeleri etkilemiştir.

NATO içi ilişkileri temel olarak üç ana başlıca incelemek olasıdır. Her üç konuda da NATO'ya Avrupa kanadı ile Atlantik'in öteki yakası yani ABD arasında olan bir bağdaşma olarak bakmak, ilişkinin taraflarını böylece ayırmak gerekmektedir. Tabii NATO içinde daha alt düzeyde taraflar ve ilişki kalıpları vardır.

Siyasal Açıdan: Avrupa ile ABD arasındaki en önemli görüş ayrılığı, siyasal açıdan kendini üçüncü ülkelere karşı takınılacak ortak tutumun saptanmasında göstermektedir. Doğaldır ki üçüncü ülkeler içinde en önemlisi de Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupalı olmaktadır. Özellikle son 10-15 yılda, Avrupalı üyeler gerek Sovyetler Birliği gerek Doğu Avrupa ülkelerine karşı daha işbirliğine yönelik olmuşlardır. Batı Avrupa ülkeleri yumuşamanın sürdürülmesini özellikle ekonomik nedenlerle ısrarla savunmuşlardır. ABD bu konuda daha sertlik yanlısı bir tutum izlemiştir. Ve Avrupalı bağdaşlarına karşı duyarsız kalmıştır. Ayrıca Vietnam Savaşı'ndan başlayarak, üçüncü dünya ülkeleri ile ilişkilerde de ABD'nin evrensel çıkarlarına alet olmak istemeyen ve yeni gerginliklerden kaçınmak arzusunda olan Batı Avrupalılar, ABD ile sıksık çatışmışlardır.

Ekonomik Alanda: Ulusal paralar arasındaki kur ilişkilerinden karşılıklı ticarete kadar bir çok alanda NATO'nun Avrupa kanadı ile ABD arasında ciddi çatışmalar ve çıkar farklılıklar ortaya çıkmıştır. O kadar ki bir çok Avrupalı ABD'nin örneğin yüksek faiz uygulamasının kendilerine getirdiği sorunları Sovyet tehdidinden daha önemli ve yıkıcı olduğunu açıkça söyler hale gelmişlerdir.

Askeri Strateji: NATO'nun genel düzenini bozan ve iç dayanışmasını sarsan iç çelişkilerini arttıran bu tür çatışma çerçevesi içinde örgüt içi savunma konularında yani bağlaşmanın temel işlevinde de taraflar arası ciddi çatışmalar süre gelmiştir. İlk zamandan günümüze kadar ABD ile diğer ülkeler arasında bir güven bunalımı yaşanmıştır. Bu bunalım ABD'nin mutlak üstün olduğu zaman çıkmamıştır.

NATO'nun askeri stratejisinin özünü Avrupa üzerindeki Amerikan nükleer şemsiyesi oluşturmuştur. Nükleer tekelini ve üstünlüğünü elinde bulundurduğu dönemlerde önemli bir sorun gibi gözükmemektedir. Fakat SSCB'nin nükleer silahlanması Avrupalıların Amerikan etkinliğini tartışmaya başlamalarına neden olmuştur. Amerika'nın artık kendilerini koruyacağı inancını yitirmeye başlamışlardır.

Esnek Karşılık: İşte ortaya çıkan güven bunalımı sonucu Avrupa'dan gelen siyasal baskılar ABD'yi NATO için yeni bir strateji aramaya yöneltti. Esnek karşılık adı verilen bu strateji ABD'de 1961 yılında kabul edildi. 1967 yılında da NATO'nun resmi stratejisi oldu. Esnek karşılık olası bir Doğu-Batı çatışmasına karşı üç aşamalı bir senaryo önermektedir. Buna göre Avrupa'daki konvansiyonel bir çatışmada önce klasik silahlar kullanılacak çatışma şiddetlenirse nükleer silah kullanımına geçilecekti. Bu arada soruna diplomatik çözüm bulunabilmesine olanak sağlamak için de öngörülen her aşama arasında, yani her tırmanma öncesinde bir duraklama olacaktır. Ancak bu strateji Avrupalı devletler için yeterince güven verici kabul edilmemiştir. Buna rağmen aradaki güven bunalımı devam etmiştir. Bunun en çarpıcı örneği Fransa'nın 1967 yılında ABD'yi ve yeni stratejisini protesto ederek örgütün askeri kanadından çekilmesi ve savunmasını ulusal nükleer gücüne dayandırmayı yeğlemesi olarak gösterebiliriz.

Ortadoğu'yu Kapsama Sorunu: NATO'yu son yıllarda sarsan başka bir stratejik sorun ise bağlaşmanın sorumluluk alanlarının genişlemesi ilgili olarak ortaya çıkmıştır. Petrol bunalımından sonra ABD'de oluşan yeni görüşler, Körfez bölgesinin ABD'nin ve bu arada Batı dünyasının çıkarlarıyla yakından bağlantılı olduğu yönündeki gelişmedir. Bu görüşler, Körfez bölgesi ile Amerikan çıkarları ve güvenliği arasında organik bağlar kuran Carter Doktrini ile de resmi bir nitelik kazanmıştır. Körfez bölgesinin yalnız Sovyetler Birliğine karşı değil aynı zamanda 1950'lerin Eisenhower Doktrini'ni anımsatır biçimde Körfez bölgesi ülkelerindeki iç düşmana yani buralardaki ulusal muhalefete karşı da Batı'nın askeri gücüyle savunulmasını ve Amerikancı yönetimleri korumaya yönelik Amerikan müdahalesini öngören resmi Amerikan görüşleri, bu konuda NATO onay ve yardımını da istemeye başlamıştır. Bunun içinde NATO'nun sorumluluk alanının Körfez bölgesini de içerecek biçimde genişletilmesi, NATO'nun gayrı resmi gündemine Amerikalılarca getirilmeye başlanmıştır. NATO'nun Avrupalı üyeleri ise bu tek yanlı ve oldukça maceracı Amerikan görüşüne karşı bir tavır takınmışlardır. Bununla bitlikte resmen olmasa da Amerikan müdahalesinin yaratacağı oldu-bittilerle ittifak üyelerinin Körfezde çıkacak bir çatışmaya sürüklenme tehlikesi mevcuttu. Ve bu olasılık Avrupalı devletleri tedirgin ediyordu.

Stratejik konularda silahsızlanma da ABD ile Batı Avrupa arasında bir gerginlik unsuru olarak ortaya çıkmaktadır. Özellikle Avrupa'daki orta menzilli nükleer füzelerin sınırlandırılması görüşmelerinde (ki Cenevre'de başlayan bu görüşmeler yeni Amerikan füzelerinin yerleştirilmeye başlanmasıyla kesilmiştir) Avrupalılar ABD'nin ödün vermez tutumundan sıkça yakınmışlardır. Birçok Avrupalıya göre ABD'nin amacı silahsızlanma görüşmelerini başarıya ulaştırmaktan ziyade füzelerin Avrupa'ya yerleştirmeyi gerçekleştirmek olmuştur.

TÜRKİYE - NATO İLİŞKİLERİ

Dünya politika tarihinde soğuk savaş olarak bilinen dönemin en belirgin özelliklerinden birisi, askeri ittifaklar sisteminin tarihte görülmemiş bir ciddiyetle ve yaygınlıkla özellikle kuzey yarım küreyi kaplamış olmasıdır. Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü, kısaca NATO, her şeyden evvel bu savaş koşullarının bir ürünüdür. Dolayısıyla doğrudan doğruya İkinci Dünya Savaşı ve sonrasının durum ve koşullarına ve özellikle İkili Güç Dengesine dayanmaktadır.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında devletler arası politikalarda meydana gelen değişmeler ve biçimlenen koşullar Türkiye açısından yepyeni bir dış dünya yaratıyor. Bu durumda Türk dış politikasına yön verecek yeni hedeflerin belirlenmesi gerekiyordu. Tüm iç ve dış koşulların ışığında Türk yöneticiler ülke çıkarlarını Batı ile yakınlaşmaktan ve hatta askeri ittifak ilişkisine girmekten geçtiğine karar verdiler. Bu anlayışla Türk diplomasisi 1945'ten başlayarak özellikle ABD ile dost ve müttefik olmanın yollarını aradı. Batı Avrupa'da kurulmuş olan tüm siyasal ve ekonomik örgütlere katılarak da destekledi.

Türkiye Amerika'nın ittifakını aramakla birlikte genel olarak ittifaklar ve özellikle ikili ittifaklar Birleşik Amerika'nın bir dış politika prensibi değildi. 1947 Truman Doktrini, Sovyet tehlikesi karşısında Amerika'nın Türkiye'yi yalnız bırakamayacağını göstermişti. Ancak bu yeterli değildi. Fiili garanti, Türkiye'nin güvenliği bakımından sahip olunması gereken asgarî zorunlu bir unsurdu.

Türkiye genelde Batı, özelde ise Amerika ile ittifak ilişkisi aramaya yönlendiren dinamikler iç ve dış olmak üzere iki kategoride değerlendirilir.

Dış nedenlerin başında Sovyetler Birliğine karşı duyulan ciddî güvenlik endişesi gelir, çünkü 1939 yılından beri Türkiye'ye karşı hiç de güven uyandırmayan davranışlarda bulunmuş olan Sovyetler Birliği 1945-46 yıllarında açık bir biçimde taleplerini ve tehditlerini arttırmıştı. Öz Türk olan Kuzeydoğu illerimizle, Karadeniz Kıyı Bölgemizde Trabzon'u da içine alan Giresun'a kadar uzanan topraklarımızın Sovyet Gürcü Cumhuriyetine ilhakı isteniyor, bunun yanı sıra Boğazların ortak denetime açılmasını istiyorlardı. Ankara, Avrupa'nın dev gücüne karşı bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü koruyabilmek için dış desteğe gereksinimi olduğuna inanıyordu. Amerikan yöneticileri de Moskova'nın Türkiye üzerindeki niyetleri konusunda ilk başta kararsız olmasına rağmen sonra Ankara'nın yanında yer almıştır. Mart 1947'de ilan ettiği Truman Doktrini ile Sovyetler Birliğini çevresindeki ülkeler açısından bir tehdit olarak gördüğünü açıklamış oldu.

Türkiye'nin NATO'ya girmesini yalnız Sovyet tehdidine karşı güvenlik sağlamak açısından değerlendirmek eksiktir. Üzerinde en çok durulan Sovyet tehdidi, Türkiye'de zaten var olan isteği güçlendirip hızlandırmıştır. Bunun yanı sıra ideolojik ve ekonomik nedenlerde etkilidir. Türkiye'nin siyasal rejimi henüz çok partili liberal bir rejim olmamakla birlikte hükümet savaş sonrasında bu yönde bir değişime hazırlanıyordu. 1930'ların devletçiliğine karşın temelde özel mülkiyete dayanan sosyo-ekonomik yapıda Batının liberal ekonomik sistemini kendisine daha yakın görüyordu. Devlet yatırımları ve desteği ile güçlenmeye başlayan sermaye sınıfı için Batı ile yakın ilişkiler çok cazip görünüyordu. Bunun yanında Türkiye'nin 1949 yılında Avrupa Konseyine girmesi ve böylece "Avrupalı" bir devlet olarak kabul edilmesi de Türk yöneticileri NATO'ya girme konusunda hem cesaretlendirmiş hem de müracaatlarına haklı bir neden olmuştur.

Kuzey Atlantik İttifakına doğru ilerleme, Türkiye için çok önemli bir konu haline geldi. Türkiye bu ittifaka katılmak için zorlamalarını 1952 yılında bunu başarıncaya dek sürdürecektir. Diyalog, 1948'in Mayıs ayı başlarında ABD'nin NATO üyesi Batı Avrupa ülkelerine saldırı olması konusunda garanti verirken Türkiye'yi dışarıda bırakabileceği yolunda Türkiye'nin kaygılarını ifade etmesiyle başlamıştır.

Türkiye'nin NATO üyeliğine kabulü hiç de kolay olmamıştır. Amerika ilk planda Türkiye ve Yunanistan'a ortak üye statüsü verilmesini düşünmüştür. İngiltere ve diğer NATO devletleri de Türkiye'yi NATO da istememişlerdir. Bu üyeler NATO'ya kendi oturdukları, Kuzey Atlantik Bölgesinin korunmasını garanti altına almak için girmiş olduklarından, tehlikeli Ortadoğu'da çıkabilecek bir savaşa bulaşmak istememişlerdir. Türkiye'nin NATO' ya katılması halinde Sovyetlerin buna sert bir tepki göstererek hemen bir savaş yoluna gitmesinden korkmuşlardır. Muhalefetinden en son vazgeçen ülke Danimarka olmuştur.

CHP iktidarı sürecinde ABD ile Türkiye arasında yakın ilişkiler kuruldu. Demokrat Parti iktidara geldiğinde (1950) CHP'nin politikalarını büyük ölçüde sürdürdü ve ABD ile yakın ilişkilerini devam ettirerek, NATO' ya katıldı. Kore Savaşı'nın kazanılması yolunda Türkiye'nin hemen katkıda bulunması, Menderes hükümetine NATO'ya girme mücadelesinde yeni ve daha güçlü bir temel kazandırmıştır.

Türkiye ve Yunanistan'ın üyeliği sonucunda NATO, Sovyetler Birliğini ve onun denetimindeki sosyalist Doğu Avrupa'yı, kuzeyde Norveç'ten, güneyde Girit'e ve güneydoğuda Türkiye sınırındaki Kars'a kadar çevrelenmiş oluyordu.

Stratejik açıdan Türkiye NATO'nun vazgeçirici gücünü o dönemde Sovyetler Birliğinin yumuşak karnına en duyarlı bölgelerinin yakınına kadar getirmiş, Sovyetleri iki ayrı cephede savaşmak zorunda bırakmış, nihayet Sovyet gücünü Akdeniz ve Ortadoğu'ya kitle halinde inmesini engellemişlerdir. Eğer Batı Demokrasileri Türkiye ve Yunanistan'ı Atlantik Paktına kabul etmemekte ısrar etselerdi, güney kanatlarını bu nazik ve can alıcı düşmana açık bırakacak ve muhtemelen en büyük darbeyi buradan yiyerek Karadeniz`i ve Adriyatik Denizi'ni kaybedecek, Akdeniz'i de tehlikeye sokacaklardı.

Zaman içinde NATO stratejisi ve savunma planları değiştikçe ve doğal olarak Türkiye'nin ittifak içindeki görevleri de değişikliğe uğrayacaktır. Soğuk savaş sonrası yılları NATO üyesi Türkiye için birtakım fırsatlar buna karşılık kimi riskler ve tehlikeler yaratmıştır. Kafkaslar, Ortadoğu, Orta Asya ve Balkanlar ile Avrupa'ya yönelik politikalarını hız ve öncelik vermek durumunda bulunan Türk dış politikasını çok önemli bir işlevi, bu fırsat ve riskler arasında uygun öncelik ve dengeler kurmak ve bunları NATO görevleri ile de koordine etmektir.

Türkiye NATO ittifakı içerisinde çok hassas bir noktada durmaktadır. NATO Eski Genel Sekreteri Peter Carrington'un sözleri bu gerçeği en açık şekilde ifade etmektedir:

"Türkiye'nin NATO'ya girme konusunda verdiği karar, Batı Avrupa'nın ve özgür dünyanın savunmasına ilişkin verilmiş en önemli kararlardan biridir. Aradan kırk yıl geçtiğinde bizler durumu, o gün kararı verenlerden daha net bir biçimde görebiliyoruz."

"Bugün bizler Türkiye'nin NATO'ya üyeliğini çok normal bir gerçek olarak kabul ediyoruz. Oysa 1940'ların sonlarında, İkinci Dünya Savaşı'nı izleyen ekonomik ve politik kabarmalar sırasında durum hiç de böyle değildi. Bu nedenle o tarihlerde hem Türkiye'de hem ABD'de ileriyi gören devlet adamlarının olması gerçekten bir şanstır. NATO'nun güneydoğu kanadının özellikle Türkiye'yi içine alan bölümünün önemi günümüzde de yine o günkü kadar belirgindir."

"Türkiye'nin Batı komşuları ile olduğu gibi diğer Ortadoğu ülkeleri ile de özel ilişkileri vardır. Düşman bir Türkiye yada tarafsız bir Türkiye, savunma durumumuzu da dış politikamızı da büyük zorluklara iter, stratejimizin inanılırlığını zayıflatırdı."

Bir yazarımızın da dediği gibi, "Yeni Dünya Umut ve beklentileri" yanında; "Yeni dünya düzensizliği" akımının etkileri, NATO'nun, ve Türkiye'nin aktif ortaklığının yaşatılmasını zorunlu kılmaktadır.

GÜNÜMÜZDE NATO

Yarım yüzyıla yakın bir süre kıtada barışı korumuş Dünya barışına yardımcı olmuş olan ve Soğuk Savaşın galibi olan NATO, 1980'lerin sonunda, Avrupa'nın doğusunda, Orta Asya ve Kafkaslarda patlayan ve Rusya'da, Avrupa'da komünizmi öldüren;keza Sovyetler Birliğini parçalayan olaylarla karşılaşmış, ve bunlar, NATO'yu da büyük ölçüde etkilemiştir. Ne var ki, şimdilerde, yani Soğuk Savaş sonrasında, durum çok farklıdır. Zira Balkanlar'da, Kafkaslar'da Orta Asya'da ve Ortadoğu'da, keza Doğu Akdeniz'de, kısaca Türkiye'nin yakın çevresinde, soğuk savaş döneminin kararlı ve düzenli dengelerinin yerini, tehlikeli belirsizlik, kararsızlık, düzensizlik, kısaca, politik karmaşa koşulları almıştır. Bu koşullar altında, "Avrupa'nın Yeni Güvenlik Mimarisi" düşünülürken NATO'nun varlığı da sorgulanmış, kimi yazarlar, "Her şeyi Sovyet ve Varşova Paktı tehdidine endeksli olan NATO artık öldü" derken; ittifakın varlığına ve yaşatılmasına büyük gereksinme duyulacağı anlaşılmış; 1990 Londra, 1991 Roma ve 1994 Brüksel Doruk Toplantıları kararıyla, ve Ortadoğu ve Balkanlarda çıkan olaylarında etkisiyle, NATO, eskisinden daha dinç olarak yaşamaya karar verdikten başka, Soğuk Savaş koşullarına göre kendini ve kurallarını uyarlama yoluna gitmiştir.

NATO,özellikle Londra kararları uyarınca, Avrupa'nın yeni jeopolitiğinde, Batı Avrupa' nın kararlılığını Orta ve Doğu Avrupa'ya yayma amacı güden ve üç bölümden oluşan bir strateji uygulamaktadır. Bunlar;

Genişleme

Barış için Ortaklık (BİO)

Rusya ile İyi İlişkiler Kurulması ve Sürdürülmesi

BİO düzeninin üyeleri, yada ortakları arasında, Rusya Federasyonu ile birlikte, Malta'dan Kırgızistan'a kadar otuza yakın devlet bulunmaktadır.

YENİ DÜNYA DÜZENİ , NATO'NUN YENİ STRATEJİSİNİN LOJİSTİĞİ ETKİLEYEN YÖNÜ

Soğuk savaş döneminin sona ermesine paralel olarak NATO'nun güvenlik ve tehdit anlayışında da değişiklikler meydana gelmiş, yeni NATO stratejisinde eskiden var olan tek yönlü büyük çaptaki kütlesel tehdit yerine, değişik bölgelerde ortaya çıkabilecek politik, ekonomik, sosyal ve çevresel boyutları olan riskler ve bunlara karşı alınması gereken önlemler ön plana çıkmıştır.

NATO, kendi sınırları çevresinde de bir güvenlik kuşağı oluşturmak için eskiden muhasım olduğu devletlere kapısını açarak onlardan üç tanesini bünyesine almış, Barış İçin Ortaklık (BİO) (partnership for peace) olarak adlandırılan birçoğu ile de yakın işbirliğine girmiştir. NATO'nun bu ülkelerle ilişkilerinin amacı, bu ülkeleri batı dünyası ile kaynaştırmak, askeri açıdan da dünya üzerinde güvenliği tehdit edeni bir kriz meydana geldiğinde bu ülkelerin de siyasi ve askeri katkısını alarak, krizlere birlikte müdahale etmektir.Yeni dünya düzeninde değişimler sadece eski Varşova Paktı üyesi ülkelerinin NATO'ya, dolayısıyla batı dünyasına yaklaşmaları ile sınırlı kalmamış, başta ABD olmak üzere Avrupalı ülkelerinin güvenlik ve savunma anlayışlarında da önemli değişiklikler meydana gelmiştir. NATO'nun askeri gücünün ağırlıklı olarak ABD'nin askeri imkan ve kabiliyetlerine dayanması ABD'yi ekonomik nedenlerle rahatsız ederken, Avrupalı devletleri de güvenlik açısından ABD'nin imkan ve kabiliyetlerine bağımlı kalmak rahatsız etmiştir. Bu durum ABD'nin de desteklediği Avrupalı NATO üyesi ülkelerin savunma ve güvenlik kimliklerini geliştirmesi çabalarını ön plana çıkarmıştır.

Bu kapsamda her ülkenin tek başına çok pahalı olan askeri sistemlere sahip olması ve çok sayıda askeri gücü muhafaza etmesi anlayışı yerine, askeri silah ve sistemlerin ortak yatırımlarla üretilmesi ve çokuluslu birliklerden oluşan askeri birliklerin, Avrupa'nın ve bölgenin savunması için muhafazası anlayışı benimsenmiştir.

NATO'NUN KRİZLERE MÜDAHALEDE BEKLENTİLERİ VE ÇOK ULUSLULUK

Yaşadığımız son on yıl göstermiştir ki, bölgesel krizler ve bu krizlerde yaşanan insanlık dramları medya aracılığı ile günlük olarak tüm dünya kamuoyu tarafından izlenmekte ve infial yaratmakta, kamuoyu baskısı güvenlik ittifaklarını ister istemez bu krizlere müdahaleye mecbur bırakmaktadır.Ancak diğer taraftan ne kadar insanlık dışı olursa olsun BM ve NATO gibi örgütlerin bu tür krizlere siyasi ve askeri müdahalede bulunması uzun zaman almaktadır. Bunun en önemli nedenlerinden birisi soğuk savaş dönemi sona ermiş olsa dahi halen süregelen siyasi dengelerdir.

Bu nedenle bu gibi krizlere müdahalede bundan sonra aranacak husus, olabildiğince fazla ülkenin Barışı Destek Harekatlarına fiilen katılması, böylelikle geniş kapsamlı bir siyasi ve askeri desteği arkasına alması olacaktır.

Bu oluşumun ülke ve NATO lojistikçilerini etkileyen en önemli yanı da, genellikle konvansiyonel bir harbe nazaran daha uzun süreli ve çok daha farklı karakterlere sahip çokuluslu Barışı Destekleme Harekatlarının lojistik desteğinin nasıl ve ne şekilde sağlanacağı meselesini gündeme getirmesi olmuştur.

NATO AÇISINDAN TERÖR

İki kutuplu dönem sonrasında, özellikle etnik temel üzerine kurulup işletilen, devlet destekli uluslararası silahlı terör faaliyetleri, en önemli güvenlik riski olarak kabul edilmiştir. AGİT, BAB ve NATO belgelerinde bu hususların öne çıktığı görülmektedir. NATO'nun terörle mücadeleyi içeren yeni Stratejik Konsepti'nden sonra, NATO kapsamında yapılan Kuzey Atlantik Konseyi Bakanlar Toplantıları sonrasında yayınlanan ortak bildirilerin hemen hemen hepsinde terör konusunda hükümlere yer verilmiştir. .

Bu bildirilerde;

Kaynakları, nedenleri ve amaçları ne olursa olsun, uluslar arası terörizmin eylem, yöntem ve uygulamaları kınanmış; ;

Ülkelerin toprak bütünlüklerini tehdit edebilecek olan bu suçların barış, güvenlik ve istikrara yönelik ciddi bir tehdit oluşturduğu ;

Uluslararası terörist suçların hiç bir koşulda haklı gösterilemeyeceği ;

Bu hareketlerin, hem insan onurunu ve haklarını pervasızca ihlal ettiği, hem de uluslararası ilişkilerin normal seyrini tehdit ettiği ;

Bu musibetin önlenmesi ve bastırılması için mümkün olan en etkili işbirliğinin yapılmasının gerekli olduğu ;

İttifak içinde bazı düzenlemeler de dahil olmak üzere, İttifakın terörle mücadele konusundaki tüm çabaları destekleyeceği ;

Sıkı bir uluslararası işbirliğinin bu illeti ortadan kaldırmanın temel yolu olduğu, hususları belirtilmiştir.

NATO Genel Sekreteri Lord Robertson'dan Milliyet'e açıklamalar

'Terör hiçbir zaman başarıya ulaşamayacak'

Brüksel

NATO Genel Sekreteri Lord Robertson, Brüksel'deki NATO Karargahı'nda Milliyet'e yaptığı açıklamalarda, iyi terör - kötü terör gibi ayrımlara gitmenin son derece sakıncalı olduğunu belirtti ve NATO'nun terörizme karşı savaşta Türkiye'nin de yanında yer alacağını söyledi. .

"Siyasal amaçlarla şiddete başvurmak hiçbir zaman başarıya ulaşamayacak" diyen NATO Genel Sekreteri şöyle devam etti :

"Şimdi önemli olan, bir daha buna kalkışanların çok büyük bir bedel ödeyeceklerini onlara göstermektir ."

İttifakın 52 yıllık tarihinde ilk kez 5. maddesini işlettiğini, yani Amerika'ya yönelik 11 Eylül saldırısını bütün üyelere yapılmış sayarak harekete geçtiğini belirten Lord Robertson, şöyle dedi. i:

"Bu tavır, Türkiye'yi ve şu an terörizmden acı çeken her ülkeyi koruyacak bir yaklaşımdır."

11 Eylül'le başlayan terörizme karşı savaşın uygarlıklar çatışması olmadığını, kesinlikle İslam'a karşı savaş da olmadığını vurgulayan Lord Robertson, NATO'ya üye tek Müslüman ülke olarak Türkiye'nin İslam dünyasındaki benzersiz rolünün bugün çok daha büyük önem kazandığını söyledi .

Terör örgütlerine karşı mücadelede askeri kampanyanın sadece bir boyut olduğuna işaret eden NATO Genel Sekreteri şöyle devam etti:

"Her şeyden önce para kaynaklarını kurutmalıyız. Bazen saygı değer yardım kuruluşları maskesini takıyorlar. Bunların gerçek yüzlerini ortaya çıkarmalı ve bu örgütleri kapattırmalıyız." "

Lord Robertson, terörü destekleyen ülkelerle ilgili bir sorumu yanıtlarken de, bundan sonra bu ülkelerin çok daha dikkatli olmaları gerektiğini belirten bir uyarıya sözlerinde yer verdi. :

"Eğer teröre destek veren ülkeler varsa, ya bu politikalarını değiştirecekler, ya da bizim onların yerine bu politikaları değiştirmemizi göze alacaklar."

'Avrupa Ordusu'na, resmi deyişle Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP) içinde Türkiye'nin 'eşit söz' hakkıyla yer alması konusunda ise NATO Genel Sekreteri mesafeli konuştu. Bir çözüm için esnek davranma durumunda olanın Avrupa Birliği değil Türkiye olduğunu belirtti .

NATO Genel Sekreteri Lord Robertson'la önceki gün ittifakın Brüksel'deki karargahında yaptığım konuşmanın özeti aşağıda yer alıyor .

Soru: Türkiye kamuoyunun bazı kesimlerinde çifte standart algılaması var. NATO'nun 11 Eylül sonrası Amerika'ya karşı gösterdiği haklı dayanışmayı Türkiye'nin terörle mücadelesinde sergilemediği belirtiliyor. Ne dersiniz?

Yanıt: NATO kesinlikle çifte standart uygulamıyor. 11 Eylül'de New York ve Washington'da gerçekleştirilen saldırılar, daha önce benzerine hiç rastlamadığımız bir durumdur. NATO 52 yıllık tarihinde, başka ülkeler terörist saldırılara maruz kalmış olsalar da, hiçbir zaman 5. maddeyi yürürlüğe sokmamıştı. 11 Eylül son derece farklı, çok özel bir durumdu .

Soru: 5. maddenin uygulanması ve NATO'nun 4 Ekim kararı Türkiye açısından da emsal oluşturabilir mı? ?

Yanıt: Önemli olan ortak bir kararla 5. maddeyi hayata geçirerek uluslararası terörizme en ağır ve etkili biçimde saldırmak kararına varmamızdır. Bu tavır, Türkiye'yi ve şu an uluslararası terörizmden acı çeken her ülkeyi koruyacak bir yaklaşımdır. Bugün kanıtlar El Kaide'yi ve Usame bin Ladin'i gösteriyor. Ancak bu tek ağ olmayabilir .

Soru: 11 Eylül'de dünya bir 'medeniyetler çatışması'na mı girdi?

Yanıt: Kesinlikle hayır. Bu bir medeniyetler çatışması değil. Bu tüm uygarlığın şeytanvari kriminallerle çatışması... Hangi orjinden, hangi dinden gelirlerse gelsinler, lanetlenmelidirler. İslam'ın adını bu şekilde kullanan bu insanlar tecrit edilmeli, cezalandırılmalı ve bunu bir daha yapamayacaklarını anlamaları sağlanmalıdır.

Soru: Türkiye, NATO'nun tek Müslüman ülkesi, aynı zamanda İslam Konferansı Örgütü üyesi olan tek NATO ülkesi. Türkiye'nin bu bakımdan 11 Eylül sonrası 'köprü rolü' arttı mı? ?

Yanıt: Türkiye'nin bu rolü 11 Eylül sonrası çok daha önemli hale geldi. Teröre karşı bu savaşın İslam'a yönelik bir girişim olmadığını, bunun bir uygarlıklar çatışması olmadığını, terörizm saldırısının demokrasiye ve uygarlığın tümüne yönelik olduğu mesajını vermeliyiz. İşte bu bağlamda Türkiye'nin rolü çok daha önem kazandı. Cumhurbaşkanı Sezer'le Başbakan Ecevit'in bu mesajımıza destek olacaklarını açıklamalarından büyük memnuniyet duyuyorum .

Soru: 11 Eylül sonrası Türkiye'nin stratejik öneminin şimdi yeniden tarif edilebileceğini düşünüyor musunuz ? ?

Yanıt: Türkiye'nin stratejik rolü 11 Eylül'den önce de ortadaydı. İslam dünyasıyla bir NATO üyesinin bakış açısıyla konuşabilme olanağına sahip olması Türkiye'nin benzersiz rolüne işaret ediyor. Türkiye bugün teröre karşı savaşın, Müslüman ülkelere ya da İslam'a karşı değil, kriminel katillere karşı yürütülen bir kampanya olduğunu anlatabilir .

Soru: Türkiye'nin 11 Eylül sonrası gelişen olaylarla 'Avrupa Ordusu'na yani resmi deyişle 'Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası'na (AGSP) eşit söz hakkıyla katılması ihtimali nasıl etkilendi ? ?

Yanıt: AGSP' nin başarıya ulaşması, Türkiye'nin de yararınadır. Çünkü, daha istikrarlı bir Avrupa yaratmayı amaçlıyor. Şu aşamada yaşanmakta olan güçlükleri aşabileceğimizi umuyorum. Türkiye esnek olacak ve biz bu projeyi hayata geçireceğiz. Türkiye de AB' ye üye olduğunda bunun tüm avantajlarından yüzde yüz yararlanacak.

Soru: 11 Eylül sonrası NATO kendi savunma stratejisini gözden geçirme ihtiyacını hissetti mi? ?

Yanıt: NATO bunu zaten yapıyordu. Kendisini yeni dünyaya uydurmaya yönelik adımlar atıyordu. Ancak 11 Eylül olayları bu süreci hızlandırdı.

Soru: Terörizmle savaş aynı zamanda terörün köklerini sulayan rejim ve haydut ülkelere karşı da yapılmalı mı? ?

Yanıt: Eğer teröre destek veren ülkeler varsa ya politikaları değiştirmeyi ya da bizim onların yerine bu politikaları değiştirmemizi göze almalıdırlar. Askeri kampanya mücadelenin sadece bir parçası. Her şeyden önce bu örgütlerin para kaynaklarını kurutmalıyız. Para olmadan bu tür eylemlere girişemezler. Bazen saygı değer yardım kuruluşları maskesini takıyorlar. Bunların gerçek yüzlerini ortaya çıkarmalı ve bu örgütleri kapattırmalıyız. Ayrıca ülkeler artık senin terörizm markan iyi, diğerlerininki kötü demek durumunda olmadıklarının farkına vardılar. Siyasi amaçlarla şiddete başvurmak hiçbir zaman başarıya ulaşamayacak. Şimdi önemli olan bu saldırıları gerçekleştiren insanların bir daha böyle bir adım atma şanslarının olmayacağını gösterecek ya da buna kalkışanların çok büyük bir bedel ödeyeceklerini garanti edecek mümkün olan en geniş koalisyonu oluşturmaktır.

Soru: Dünyayı ikinci bir 'soğuk savaş' mı bekliyor?

Yanıt: Bu belli bir ısıya sahip bir kampanya olacak. Mali kaynakları, sahte, paravan kuruluşları ve bunlara destek olan rejimleri yakmaya yönelik bir kampanya olacak. Bu savaş belli bir zaman alacak. Komünizm bir ideolojiydi ve yıkılması yaklaşık 40 yıl aldı. Faşizme yönelik İkinci Dünya Savaş ise 6 yıl sürdü. Bunun için hazır olmalıyız. Benim Türk kamuoyuna mesajım, Amerika'ya kararlı biçimde destek olmaları ve uluslararası terörizme karşı mücadelede kararlı olmalarıdır.

Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in Welt am Sonntag Gazetesi'nin Düzenlediği Forumda Yaptığı Konuşma

WELT AM SONNTAG

DAHA ÇOK AVRUPA, DAHA ÇOK İSTİKRAR

BERLİN, 08/10(BYE)--- Tirajı haftada 412 bin olan Welt am Sonntag gazetesi tarafından düzenlenen ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in de konuşmacı olarak katıldığı foruma, gazetenin 07 Ekim 2001 tarihli sayısında geniş yer verilmiştir. İsmail Cem'in yaptığı konuşmanın yer aldığı bölümün çevirisi aşağıdadır:

İsmail CEM:

"Soğuk Savaş döneminde Türkiye bir cephe ülkesiydi, biz NATO'nun güney kanadını savunduk ve böylece Avrupa'nın güvenliğini ve Atlantik İttifakı'nı koruduk. Soğuk Savaş sona erdiğinde, bu, cephe ülke olma rolünün sona erdiğini düşündük. Ancak arkasından Körfez Savaşı geldi, biz yine en öndeki cephe olduk ve çok zor siyasi, ekonomik ve toplumsal sorunlarla uğraşmamız gerekti. Ve şimdi, terörizme karşı hazırlanılan savaşta da öyle görünüyor ki biz bir kez daha cephe ülkesiyiz

Terörizmin dini, coğrafyası ve haklılığı da yoktur. Avrupa'nın güvenlik ve savunma anlamındaki tanımı değişmektedir ve bu değişim 11 Eylül'den sonra başlayan bir şey değildir. Avrupa, bugüne kadar olduğu gibi, coğrafi olarak mı tanımlanacak, yoksa daha çok kavramsal bir tanımlama mı yapılacak. Ben, daha çok değerler üzerine yapılandırılacak bir tanımlamaya yaklaştığımıza inanıyorum.

Balkanlar'daki haklarla beş yüzyıl, Ortadoğu'dakilerle dört yüzyıl boyunca birlikte yaşadık, Orta Asya ile de kültürel bağlarımız var. Bütün bunlar Türkiye'ye yeni bir rol veriyor. NATO 17 potansiyel tehlike alanını tanımlıyor ve bu 17 alanın 11'i Türkiye'nin yakınında bulunuyor. Bu alanlar, bizim ortak tarihimiz bulunan halklarla ilişkili.

Bugünlerde terörizm üzerinde güçlü bir şekilde yoğunlaşılıyor. Bu yoğunlaşma bizi Avrupalı olarak, NATO müttefiki olarak, AB üyesi ya da üyelik adayı olarak yeni bir dayanışmaya yönlendiriyor. .

Artık NATO, terörizmle mücadele için özellikle daha fazla çaba sarf edecektir. NATO üyesi olan, ancak AB üyesi olmayan Türkiye, oluşturulmakta olan Avrupa güvenlik organizasyonu AGSK içinde yer almaya büyük ilgi duymaktadır. Aralık ayına kadar bütün tarafların esnekliği ile mevcut sıkıntıları hep birlikte gidereceğimizi ve artık bir NATO ülkesi olarak AGSK'ya katılım şeklimizin netleştirilmesini sağlayacağımızı umut ediyorum.

Konu, Türkiye ile EVU (Avrupa Savunma Birliği) arasında bir sorun olarak tanımlandığı için bazı yanlış anlaşılmalar söz konusu. Böyle bir yorum tabii ki doğru değil. NATO müttefikleri arasında tartışmalar yapılıyor. AB' nin -NATO kaynaklarından- yararlanmasını güvence altına almak için hangi modellere ihtiyacımız var? Bu, NATO üyelerinin vermek zorunda oldukları bir karardır. Bu kararın temeli ise, NATO'nun Mayıs 1999'daki Washington Deklarasyonu'dur. NATO üyeleri ve Avrupalılar olarak daha yakın çalışmamızın zamanının geldiğine inanıyorum. "

NATO ALT YAPI PROĞRAMI

A. TANIMI :

NATO Alt Yapı Programı; Askeri Kuvvetleri desteklemek için ihtiyaç duyulan ve NATO Alt Yapı Envanterinin bir bölümü olan binalar, kolaylık tesisleri, teçhizat ve sistemler ile istisnai durumlarda sabit tesisler yerine hizmet eden seyyar tesisleri temin etmek için tesis edilen bir programdır.

B. TARİHÇESİ :

NATO kuruluş antlaşmasının beşinci maddesi " NATO üyesi ülkelerden birine yapılan saldırının NATO'nun tüm üyelerine yapıldığı kabul edilecektir" şeklinde ifade edilmiştir. Bu konu yeni NATO stratejisinde de yer almaktadır. Bu madde ile NATO savunmasının bir bütün olduğu vurgulanmaktadır. Bunun tabii bir sonucu olarak, savunmaya yönelik alt yapı tesislerinin barıştan itibaren inşaası için, üye ülkelerin katkı payları ile bir fon oluşturulması fikri ortaya çıkmıştır. Bu çerçevede üye ülkeler ekonomik güçleri oranında katkı yapmaktadırlar..

KAYNAKLAR

ARMAOĞLU, Fahir, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, I. ve II. Ciltler, İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1983 ve 1991.

Başlangıçtan Bugüne Dünya Tarihi, Kaynak Kitaplar Yayınları, (Yay. Yönet. Nezihe Araz), Cilt-3.

BAZOĞLU SEZER, Duygu,"Soğuk Savaş Dönemi ve Türkiye'nin İttifaklar Politikası", Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, (Yay. haz. İsmail Soysal), TTK Yayınları, Ankara,1999.

ÇELİK, Edip, 100 Soruda Türkiye'nin Dış Politika Tarihi, Gerçek Yayınevi, I. Baskı, Haziran, 1969.

GERGER, Haluk, "Dış Politika,Türk Dış Politikası", Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, cilt-2, İletişim Yayınları, İstanbul,1983.

GERGER, Haluk, "NATO", Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, cilt-6.

GÖNLÜBOL, Mehmet, Olaylarla Türk Dış Politikası, Cilt I, SBF Yayınları, Ankara, 1982.

GÜRÜN, Kamran, Dış İlişkiler ve Türk Politikası, SBF Yayınları, Ankara, 1983.

GÜRKAN, ihsan, ''NATO ve Türkiye: Soğuk Savaş Sonrasında Türkiye'nin İttifaktaki Yeri ve Geleceğe Yönelik Düşüncelere İlişkin Bir İlişkin Değerlendirme'', Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç.

Hareket Halinde Bir Dünya (1945 -1961).

McGHEE, George, ABD - NATO - Türkiye - Ortadoğu.

NATO Sempozyumu, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi,1984.

SANDER, Oral, Siyasi Tarih

SANDER, Oral, Türk - Amerikan İlişkileri (1947-1964), A.Ü. SBF Yayınları, Ankara, 1979.

Jacques, Prienne, Büyük Dünya Tarihi,(Çev. Nihal Önal ), Cilt-4,Meydan Yayınları.

ULAŞ Bahri, Milletlerarası Kurumlar, Ulaş Yayınları, Ankara, 1966.

William H. McNeil, Dünya Tarihi, (Çev. Alaiddin Şenel), İmge Kitabevi Yayınları, 3. baskı, Ankara, 1994.

Dışişleri Bakanlığı resmi web sitesi

www.milliyet.com.tr

www.teror.gen.tr

www.belgenet.com.tr

www.nato.int

www.tsk.mil.tr







 
 

ormela.tr.gg
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol