TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN DIŞ SİYASETİ
1. MİLLİ SİYASETİMİZİN DAYANDIĞI İLKELER
2. MUSUL SORUNU
3. FRANSA İLE İLİŞKİLER
4. YUNANİSTAN İLE İLİŞKİLER
5. İTALYA İLE İLİŞKİLER
6. RUSYA İLE İLİŞKİLER
7. DOĞULU DEVLETLER İLE İLİŞKİLER
8. MİLLETLER CEMİYETİNE GİRİŞ
9. BALKAN ANTANTI
10. MONTRÖ BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ
11. SADABAT PAKTI
12. ANKARA PAKTI
13. ÖZET
MİLLİ SİYASETİMİZİN DAYANDIĞI İLKELER
Siyaset genel olarak, devletin iç ve devletlerarası güvenliğini sağlamak için tutulan yol olarak tarif edilebilir. Bu devlete halkın huzur ve refahı ile devletlerarası durumun sağlamlığı siyasetine bağlıdır. Devletlerin büyük komutanlara olduğu kadar, büyük diplomatlara da ihtiyaçları vardır. Askeri zaferleri, diplomatik zaferler desteklemezse kazanılan zafer tam sayılmaz. Bazen bir devlet askeri gücüne başvurmadan diplomasi yoluyla gayelerine erişebilir. Yalnız bu gayenin hak prensibine dayanması ve milli olması şarttır.
Osmanlı İmparatorluğunun dış siyaseti iki esasa dayanıyordu. Savaş ve idare maslahat. Halbuki yeni Türk Devletinin dış siyaseti, Osmanlı İmparatorluğunun dış siyasetinden tamamen farklıdır. Bu siyaset Barış ve dostluk esasına dayanır. Büyük Millet Meclisi açıldıktan sonra kurulan Milli Hükümetin takip edeceği siyasetin esaslarını Atatürk Şöyle özetlemiştir:
"Topraklarımız hakkında istilacı emeller besleyenlere karşı savaş istiklalimizi tanımaya mütemayil olanlarla anlaşma."
Milli siyasetimiz, emperyalist bir gaye gütmez, gayesi tamamıyla millidir ve şu esaslarda toplanır:
"Milli siyaset dediğim zaman kastettiğim mana ve medlul şudur: Hududu milliyemiz dahilinde her şeyden evvel kendi kuvvetimize müsteniden muhafazai mevcudiyet ederek milli ve memleketin hakiki saadet ve umranına çalışmak."
Milli siyasetimizin dış bölümünün esaslarını Atatürk şöyle açıklamıştır.
"Biz hududu milliyemiz dahilinde hür ve müstakil yaşamakta başka bir şey istemiyoruz. Biz Avrupa'nın diğer milletlerinden esirgenmeyen hukukumuza tecavüz edilmemesini istiyoruz."
İstiklal Savaşından kazandığımız zaferlerden ürken ve direnmemizin, milli oluşundan haberi olmayan devletler, yeni Türk Devletinin dış siyasetinin hedefi hakkında endişeye düştüler. Atatürk, istilacı ve kinci bir siyaset gütmediğimizi şu fikirleriyle açıkladı:
"Ancak benim milletimi esir etmek isteyen bir milletin, bu arzusundan sarfınazar edinceye kadar, biaman düşmanıyım."
Türkiye Cumhuriyeti hep Atatürk'ün çizdiği "Milli Siyaset" prensibine bağlı kaldı. Milli Siyaset, Misakı Milli esaslarına göre çizilen sınırlar içinde bağımsız, mutlu ve refahlı bir Türkiye Devleti yaratmak; dünyada insanlık prensibinin egemenliğini temin etmek gayesine dayanmaktadır. Bu sebeple "Yurtta sulh, cihanda sulh" vecizesi Cumhuriyetin değişmez prensiplerinden biri olarak kabul edildi.
MUSUL SORUNU
Lozan Barış Antlaşması'ndan sonra, Türkiye'yi en çok meşgul eden ve bir ara barış için de tehlikeli olan sorun İngiltere ile Musul Antlaşmazlığı olmuştur. Lozan Konferansı'nda Türk-Irak sınırının çizilmesi hususu müzakere konusu olduğundan, Türkiye halen Irak sınırları içinde kalan Musul ve Süleymaniye bölgeleri halkının büyük çoğunluğunun Türk olması dolayısıyla, bu bölgelerin Türkiye'nin sınırları içinde bulunması gerektiğini savunmuştur. İngiltere ise buna itiraz ederek, bu bölgelerin Irak sınırları içinde olduğunu iddia etmiştir. Böylece Irak sınırımız Lozan'da kesin bir sonuca bağlanamamış, Antlaşmazlığın giderilmesi için iki taraf karşılıklı görüşmelerle soruna bir çözüm bulacaklarını, şayet anlaşamazlarsa, Milletler Cemiyeti Konseyi'ne gidileceği hususunda mutabakat sağlamışlardı.
Uyuşmazlığı gidermek için 1924'te İstanbul'da toplanan konferansta, İngilizler Musul Vilayetinden başka Hakkari vilayetinin de Irak sınırlarına katılması talebini ileri sürmüştür. Başarılı olmayan ikili görüşmeler sonunda, Lozan Barış Antlaşması hükümleri uyarınca mesele Milletler Cemiyeti Konseyi'ne getirildi. Konseyin teşkil ettiği bir Komisyonun verdiği rapora uyularak, Milletler Cemiyeti de Musul'u Irak'a bırakmanın uygun olacağını belirtti. Türkiye, Milletler Cemiyeti Konseyi'nin bu tavsiye kararı üzerine, Antlaşma yolunu tercih ederek İngiltere ile 5 Haziran 1926 tarihinde bir antlaşma imzalamıştır. Bu antlaşma ile Türk -İngiliz siyasi uyuşmazlığı bir çözüm şekline bağlanmış, Musul bunalımı sona ermiş ve Türk - Irak sınırı da çizilmiştir.
Musul bunalımı, Türkiye ile Sovyet Rusya'yı birbirine yaklaştırmış, 17 Aralık 1925'de Paris'te "Türk-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Paktı"nın imzalanmasına neden olmuştur.
FRANSA İLE İLİŞKİLER
Lozan'dan intikal eden Osmanlı borçları, Türkiye-Suriye sınırının tespiti, misyoner okulları ve Adana-Mersin demiryollarının satın alınması sorunları, Türkiye ile Fransa arasında önemli uyuşmazlık konuları idi.
20 Ekim 1921 tarihli Ankara Antlaşmasına göre, Türkiye-Suriye sınırını kesin olarak çizecek komisyon çalışmalarından sonuç alınamaması Türkiye ile Fransa'nın diplomatik temaslarla sorunu halleden Dostluk ve İyi Komşuluk Sözleşmesi'nin 18 Şubat 1926'da parafe edilmesine rağmen söz konusu sözleşme, Musul Antlaşmazlığının halli sonunda ancak 30 Mayıs 1926'da imzalanmıştır.
Asıl önemli konu borçlar sorunuydu. Bu sorun 13 Haziran 1928'de Paris'te Türk Hükümeti adına Paris Büyükelçisi ile Osmanlı Düyunu Umumiyesi adına ilgililer arasında bir Antlaşmaya varılarak sonuçlandırılmıştır. Ancak, 1929 yılında başlayan dünya ekonomik bunalımı borçların ödenmesini güçleştirmiş, Türkiye de Hoover Moratoryumu'ndan -borçların ertelenmesi- faydalanmak istemiştir. Paris'te yapılan görüşmeler sonunda ilk antlaşmadan çok daha uygun şartlarla yeni bir antlaşma 22 Nisan 1933'te imzalanarak borçlar sorunu da çözüme kavuşturulmuştur.
Yabancı okullarda tarih ve coğrafya derslerinin Türkçe ve Türk öğretmenler tarafından okutulması için hazırlanan yönetmelik, Fransa ile derin Antlaşmazlıklara neden olmuştur. Kapitülasyon sisteminin kalıntılarını temizlemek amacıyla, bir Fransız şirketi tarafından işletilen Adana-Mersin demiryolunun bir kanunla satın alınmak istenişi, Fransa ile aramızda yeni bir uyuşmazlık ortaya çıkarmıştır. Ancak, bu uyuşmazlık da 1929 yılında yapılan bir Antlaşma ile noktalanmıştır.
YUNANİSTAN İLE İLİŞKİLER
Lozan Barış Antlaşması'ndan önce, 30 Ocak 1923'te imzalanan Lozan Barış Antlaşmasına ek bir sözleşme ve protokolle Türkiyeli Rumlarla, Yunanistan'daki Müslüman Türklerin değiştirilmesi öngörülmüştü. Ancak, bundan Batı Trakya Türkleri ile İstanbul'da oturan (sakin-etabli) Rumlar istisna edilmişlerdi. Yunanlıların İstanbul'da daha çok Rum alıkoymak istemeleri, Antlaşmada mevcut sakin (etabli) deyiminin yorumunda uyuşmazlığa sebebiyet vermiştir. Ağır bunalımlara neden olan bu uyuşmazlık, 6-7 yıl devam ettikten sonra, 1930 yılında çözülmüştür. Böylece, iki taraf arasında uzun süre devam eden huzursuzluk ortadan kaldırıldığı gibi, Türk-Yunan ilişkilerinin düzelmesine ve ilerde Balkan Paktı'nın kurulmasına ön ayak olmuştur.
İTALYA İLE İLİŞKİLER
İngiltere ile Musul sorununun ağır bunalımlar geçirdiği bir devrede ve Yunanlılarla "etablis" Antlaşmazlığının verdiği huzursuzluğun devam ettiği sırada, Türkiye toprakları üzerinde, 1. Dünya Savaşı'ndan intikal elden emelleri olan İtalya, Türkiye üzerinde siyasi ve psikolojik baskı yaparak resmi taleplerde bulunuyordu. Türkiye'nin Musul sorununu halletmesi, Fransa ile uyuşmazlığını bir çözüm tarzına bağlaması, Türkiye'nin sınırlarını kesin olarak ortaya koymuştu. Lozan'dan itibaren, her geçen gün güç kazanan Türkiye, sömürgeci politikaya şiddetle karşı koyacağını göstermek için gereken tedbirleri de almıştı.
İtalya'nın Arnavutluk'u nüfuzu altına alması, Yugoslavya'da korku uyandırdı ve Fransa'yı Yugoslavya'ya yanaştırdı. İtalya artık Anadolu üzerinde hayale dayanan sömürgecilik politikasından vazgeçti. Türkiye'ye yakınlaşmaya başladı ve böylece Türkiye İtalya arasında, 30 Mayıs 1928'de Tarafsızlık ve Uzlaşma Antlaşması'nın imzalanması mümkün oldu.
İtalya'nın Habeşistan'a saldırması ve Milletler Cemiyeti'nin bu saldırıya karşı, 16. maddesinde öngörülen ekonomik zorlama tedbirlerini uygulaması ve Türkiye'nin de bu zorlayıcı tedbirlere katılması, bir taraftan uluslararası işbirliğinin tezahürü olmakla beraber, diğer taraftan da Türkiye'nin İngilizlerle yakın ilişkiler kurmasına neden olmuştur. Zorlayıcı tedbirlerin uygulanmasında, İngiltere'nin Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya'ya teminat vermesi bu devletlerde rahatlık ve güvenlik uyandırdığı gibi, karşılıklı yardım taahhüdü de Akdeniz Paktı adı ile anılan paktın doğumuna neden olmuştur.
Türk-İtalyan ilişkileri, İtalyan-Habeş Savaşından sonra geçici olarak düzelmişse de Akdeniz'de yapılmakta olan denizaltı korsanlığını önlemek amacıyla toplanan Eylül 1937 Nyon Konferansı sonunda aktedilen Nyon Antlaşması ile yeniden bozulmuştur. Türkiye bu konferansta İngiltere'yi desteklemiş ve milliyeti belirsiz denizaltılara karşı ortak uygulamayı kabul etmiştir.
RUSYA İLE İLİŞKİLER
Musul Antlaşmazlığı, Türkiye ile İngiltere'yi karşı karşıya getirmiş olmasına karşılık, Türkiye ile Sovyet Rusya'yı da birbirine yakınlaştırmıştır. Sovyet Rusya'nın Türkiye'ye yakınlaşmasına, Locarno Antlaşmaları ile Almanya'nın Batılılar safında yer almasından duyulan endişe neden olmuştur. Bu yakınlaşma, Paris'te 17 Aralık 1925 tarihli Türk-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması'nın imzalanması sonucunu doğurmuştur.
Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması'ndan sonra, Türk Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras'ın Odesa'yı ziyareti, Türk-Sovyet ilişkilerinin gelişmesine vesile olmuştur. Bu yakınlık, Sovyetleri, toplanmakta olan silahsızlanma konferansına Türkiye'nin katılmasını teklif etmeye kadar götürmüş ve böylece Türkiye, Lozan'dan beri ilk defa uluslararası işbirliğine çağrılmıştır.
Yeni Türkiye'nin Batılı devletlerle Antlaşmazlıklarını bir çözüme vardırması, Antlaşmazlıkları halletmesi ve Batılı devletlerle iyi ilişkiler kurması, Rusya'da iyi karşılanmamıştır. Türkiye'deki komünist hareketine karşı daha dikkatli ve hassas davranmıştır. Sovyetler, Türk Hükümeti'nin komünizm aleyhine aldığı sert tedbirleri şiddetli bir tepki ile karşılamıştır.
1930'dan 1938'e kadar, Türk-Sovyet ilişkileri dostane bir şekilde yürüdü. Türkiye'nin Milletler Cemiyeti'ne girişi önceleri Sovyetler tarafından istenmedi. Daha sonra, Sovyetlerin Milletler Cemiyeti'ne girmesi hususunda, Türkiye'nin girişimi ve tecavüzün tarifi hakkındaki antlaşmalara her iki devletin de katılmaları dış politikada işbirliğini sağlamıştır. Montreux Konferansı ve bu konferans sonunda imzalanan Montreux Boğazlar Sözleşmesi, Türk-Sovyet ilişkilerinde ayrılığın ilk adımını teşkil etmiştir. Montreux'de kabul edilen yeni sistem, Sovyetler bakımından yetersiz görülmüştür. Montreux Konferansı, Türkiye'nin, Rusya ve İngiltere ile olan ilişkilerinde yeni gelişmelerin başlangıcı olmuştur. Boğazlar Sözleşmesi ile Türkiye İngiltere'ye yaklaşmıştır. Bunda Türkiye'nin kendi güvenliğinin rolü olduğu gibi, Sovyetlerin kendi rejimlerini Milli Mücadele'nin başından itibaren Türkiye'de uygulamak hususunda izledikleri politikanın da önemli rolü olmuştur. 1930-1938 devresi arasında Türkiye'nin dış politikasında Milletler Cemiyeti'ne girişi, Balkanlarda barış ve güvenliği temine yarayan Balkan Antantı'nı tesis etmesi ve keza Orta Doğu'da barış ve güvenlik amili olarak Sadabad Paktı'nı imzalaması ve bilhassa Türkiye'yi hayati bakımdan ilgilendiren Boğazlar ve Hatay meselelerini barışçı yollarla halletmesi başarılı adımlar olarak tarihe geçmiştir.
DOĞULU DEVLETLER İLE İLİŞKİLER
Türkiye-Afganistan
Yeni Türkiye, kuruluşundan itibaren, doğuda Afganistan'la iyi ilişkiler kurmuş, 1 Mart 1921 tarihli Moskova'da imzalanan dostluk antlaşması ile yalnız hükümetler arası değil, halklar arası da dostluk ve yakınlık tesisine çalışmıştır. Afgan Kralı Amanullah Türkiye'yi ziyaretinde, 25 Mayıs 1928'de Ankara'da Türk-Afgan Dostluk ve İşbirliği Antlaşması imzalanmıştır. Gerek Afganistan'da gerekse Türkiye'de iktidar değişikliği bu dostlukları zedelememiştir.
Türkiye-İran
Türkiye ile İran arasında, sınır bölgesinde aşiretlerin yarattıkları sınır uyuşmazlıkları gidermek için 22 Nisan 1926'da Güvenlik ve Dostluk Antlaşması ve bu antlaşmayı daha etkili bir hale getiren ve ona ek 15 Haziran 1928 tarihli protokol imzalanmıştır.
1930-1938 Devresi
1930 yılına girerken Türkiye, büyük devletlerin hepsi ile normal ilişkiler kurmuştur. Sovyet Rusya ile geleneksel dostluk bağları devam etmekle beraber, Rusya dayanılan tek büyük devlet olmaktan çıkmış bulunuyordu. 1930 yılından itibaren Türkiye, aktif bir politika takip ederek, kendi bölgesinde barışın ve güvenliğin korunması yolunda gerekli teşebbüslere girişmiştir. Türkiye için bu devrenin en önemli olaylarını; Türkiye'nin Milletler Cemiyeti'ne girişi, Balkanlarda işbirliği sonucu doğan Balkan Antantı, Türk-İngiliz yakınlaşması, emperyalist İtalya karşısında Türkiye'nin durumu, Türk-Sovyet ilişkileri, Montreux Boğazlar Sözleşmesi, Türk-Fransız ilişkileri ve Sancak Antlaşmazlığı ile Sadabad Paktı oluşturur.
MİLLETLER CEMİYETİNE GİRİŞ
Hakka ve milli çıkarlara dayanan milli siyaseti ve içte düşmanlarına karşı kuvvetli bir orduya sahip oluşu sayesinde Türkiye Cumhuriyeti, bütün devletlerin saygı ve takdirini kazandı. Türkiye'nin dünya barışının korunmasında gösterdiği gayreti gören Milletler Cemiyeti, 1932'de Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini cemiyete girmeğe resmen davet etti. Öneri hükümetimiz tarafından kabul edildi. Çünkü milli siyasetimiz yüksek bir insanlık duygusuna dayanmaktaydı. Türk Milleti, kendi topluluğu dışında olanlara yabancı ve düşman gözü ile bakmadığı gibi, dünya barışı ve milletlerin saadeti için çalışmayı bir görev olarak kabul etmektedir. Atatürk, bir nutkunda bütün dünya milletlerinin barışa olan ihtiyaçlarını şöyle açıklar:
"Dünya ve dünya milletleri arasında sükun ve iyi geçim olmazsa, bir millet kendisi için ne yaparsa yapsın huzurdan mahrumdur."
Türkiye temkinli siyaseti yüzünden dünya devletleri arasında önemli bir yer edindi. Dostluğu aranılır ve güvenilir bir devlet olan Türkiye'yi birçok devlet başkanları ziyaret ettiler. Türkiye birçok devletlerle dostluk anlaşmaları, komşu devletlerle de saldırmazlık paktları yaptı.
BALKAN ANTANTI(9 Şubat 1934)
Birinci Dünya Savaşı sonunda sınırların en fazla değişikliğe uğradığı yer Doğu ve Güney-doğu Avrupa idi. Buradaki devletlerden bir kısmı savaş sonunda düştükleri durumdan memnun değillerdi. Bulgaristan, Nöyyi Antlaşmasıyla Yugoslavya, Romanya ve Yunanistan'a terkettiği toprakları geri almak istiyordu. Ayrıca 1932 yılından beri de Avrupa için için kaynamağa başlamıştı. Bu durum Türkiye dahil, Balkan Devletlerini kendi güvenliklerini koruyacak tedbirler almağa zorladı. Türkiye, Yugoslavya, Yunanistan ve Romanya arasında cereyan eden görüşmelerden sonra Balkan Antantı imzalandı (9 Şubat 1934). Anlaşmanın görüşülmesi sırasında Bulgar Hükümeti de davet edilmiş, fakat bu antanta Bulgaristan girmemiştir.
Balkan Antantının hedefi, Balkanlardaki toprak statüsünün bir Balkan devleti tarafından bozulmasına engel olmaktı. Üç maddeden ibaret olan bu anlaşma şu esasları kapsar:
1-Türkiye, Yugoslavya, Yunanistan ve Romanya kendi Balkan sınırlarının güvenliğini karşılıklı olarak kefil olurlar.
2-Dört Balkan devleti birbirlerine haber vermeden başka bir Balkan daveti ile anlaşma yapmamayı, çıkarlarını bozabilecek olasılıklar karşısında birlikte tedbir almayı üstlerine alırlar.
3-Her Balkan devleti bu antlaşmaya katılabilecektir.
MONTRÖ BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ
Lozan Antlaşması yeni Türkiye için siyasi bir zafer olmasına rağmen açık bıraktığı bir nokta vardı. Antlaşmanın Boğazlara ait kısmındaki şartlara göre Boğazlar, Türkiye Cumhuriyetinin hükümranlığından ayrılarak askersiz bir bölge olarak kabul ediliyordu. Barış ve savaş zamanlarında ticaret ve savaş gemilerinin Boğazlardan geçmesi serbest bırakılmıştı. Boğazların güveni İngiltere, Japonya, Fransa ve İtalya'ya verilmişti.
1936 yılına kadar Boğazların uluslararası yönetimi Türkiye için bir tehlike teşkil etmiyordu. Fakat İkinci Dünya Savaşı arifesinde Avrupa'da birçok siyasi değişiklikler oldu. Boğazların herhangi bir saldırıya karşı korunmasını üzerine alan devletlerden İtalya, Habeşistan'a saldırdı. Japonya ise kendiliğinden Milletler Cemiyetinden çekildi. Bundan başka dünya barışının korunması için toplanan konferanslar da bir sonuca varmadan dağılmış, bütün devletler yeniden silahlanmağa başlamıştı.
Siyasi havanın bozulduğunu gören Atatürk, Boğazlar sorununu kesin olarak çözmeğe karar verdi. Türk Hükümeti, Milletler Cemiyetine başvurarak Lozan Antlaşmasındaki Boğazlara ait hükümlerin değiştirilmesini istedi. Bunun üzerine İsviçre'nin Montrö şehrinde bir konferans toplandı. Ve 20 Temmuz 1936'da Montrö Antlaşması imza edildi.
Montrö Antlaşmasının esas maddeleri şunlardır:
1-Boğazlar kayıtsız şartsız Türk hükümranlığına bırakılacak, tahkimat yapmak hakkı tanınacaktır.
2-Barış zamanında her devletin ticaret gemileri serbestçe geçebilecek, buna mukabil savaşta ve barışta asker ve sivil hava kuvvetlerinin geçmesine müsaade edilmeyecektir.
3-Savaş zamanında eğer Türkiye tarafsız kalmışsa ticaret gemileri geçebilecektir.
4-Barış zamanında denizaltı gemileri müstesna olmak şartıyla savaş gemileri on beş gün evvel Türkiye Hükümetine haber verecek, gidecekleri yer, isim, tip ve adetleri bildirilecek ve uçak kullanmamak şartıyla Boğazlardan geçebileceklerdir.
5-Eğer Türkiye savaşa girmişse yalnız tarafsız devletlere mensup ticaret gemileri, düşmana hiç bir surette yardımda bulunmamak şartıyla gündüzün serbestçe geçebileceklerdir.
Not :
Montrö Antlaşması yirmi yıl süreyle yürürlükte kalacak, beş yılda bir gözden geçirilecektir.
Montrö Konferansında Türk tezinin iyi savunulmuş olması ve Türk isteklerinin meşruluğu, Boğazlar üzerinde kayıtsız şartsız Türk egemenliğinin kurulmasını sağlamıştır.
Sadabad Paktı(9 Temmuz 1937)
Türkiye Balkanlarda barışın sağlanmasıyla meşgul olurken Orta Doğu'daki komşularıyla da samimi ilişkiler kurmağa çalıştı. Doğu'da Türkiye ile ilgilenen üç devlet vardı: İran, Irak, Afganistan. Bu devletler için Türkiye bir örnek ve kuvvetli bir dayanaktı. Türkiye'nin bu komşularının gaye ve hedefi hür ve bağımsız yaşamak, yabancıların sömürmesinden kurtularak kalkınmaktı. Bu gaye ve hedeflerin gerçekleşmesi bir barış cephesinin kurulması ile mümkündü. Atatürk'ün bu yoldaki çalışmaları sonucunda Tahran'da Sadabat Sarayında, Türkiye, Irak, İran ve Afganistan'ı birbirine bağlayan Sadabat Paktı imzalandı (9 Temmuz 1937).
Ankara Paktı (19 Ekim 1939)
Almanya'da iktidarı ele geçiren Nazi yöneticileri saldırı ve istila siyaseti güdüyorlardı. Hitler, bütün dünyayı tehdit ediyordu. İngiltere, Alman saldırısına karşı bir savunma sistemi kurmağa çalışıyordu. Bu arada Doğu Akdeniz ve Balkanlarda saldırıyı durdurabilmek gayesiyle Türkiye ve Sovyetler Birliği ile bir bağlaşma imzalamak için girişimde bulundu. Görüşmeler sürerken Rusya ansızın Almanya ile anlaştığını bildirerek müzakerelerden çekildi. O sırada Moskova'da bulunan Türkiye Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu geri dönmek zorunda kaldı.
Sovyet Rusya'nın çekilmesinden sonra daha evvel hazırlanmış olan Türk-İngiliz ve Fransız İttifakı, Ankara'7a imzalandı (19 Ekim 1939). Bu bir saldırmazlık paktı idi. Bu pakt Doğu Akdeniz'i ve Balkanları bir saldırıya karşı korumak maksadıyla yapılmıştır.
Ankara Paktının Maddeleri:
1-Türkiye, herhangi bir Avrupa devletinin tecavüzüne uğrarsa, İngiltere ve Fransa ona yardım edecektir.
2-Akdeniz'de Türkiye'nin girdiği bir savaş olursa İngiltere ve Fransa ona yardım edeceklerdir.
3-Romanya ve Yunanistan'a vermiş oldukları garanti icabı, İngiltere ve Fransa bir savaşa girişirlerse, Türkiye kendilerine elinden gelen her yardımı yapacaktır.
4-Akdeniz'de, İngiltere ve Fransa'nın giriştiği bir savaş olursa Türkiye onlara yardım yapacaktır.
5-Avrupa'da başlayan herhangi bir savaşın Akdeniz'e sirayeti halinde her iki tarafın birbirlerine yardım taahhüdü mevcuttur.
Alman saldırısı ile başlayan İkinci Dünya Savaşında Fransa'nın yenilmesi ve İngiltere'nin savunmaya çekilmesi durumunda bile bağlaşma bozulmadı. Bugün İngiltere ve Türkiye arasındaki bağlaşma aynı koşullar altında sürmektedir. Barış yolunda bütün çalışmalar Türkiye'yi Yakın Doğu'nun bir barış kuvveti haline getirdi.
ATATÜRK DÖNEMİNDE İZLENEN DIŞ POLİTİKA
Atatürk’ün Dış Politikasının Temel İlkeleri :
Dış politikanın temelleri Erzurum Kongresi’nde atıldı. Belirlenen politikanın ilkeleri şunlardır:
Rejim farkı gözetmeksizin her devletle iyi geçinilmeli.
Devletlere karşı aşırı düşmanlıktan ve aşırı iyimser olup bağlılıktan kaçınılmalı.
Geçmişten ders alarak geleceği ona göre tayin etmeli.
Devletlerarası ilişkilerde duygusallıktan uzak, gerçekçi ve akılcı olmalı.
Aksiyoner davranmalı, fakat maceraya atılmamalı.
Sorunların çözümünde sıra takip edilmeli.
Türkiye Cumhuriyeti tam bağımsız olmalı.
Azınlıklara verilen ayrıcalıklar sona ermeli.
“Yurtta sulh, cihanda sulh.”
Türkiye’yi çağdaş uygarlık seviyesinin üzerine çıkarmak.
Türk Milleti’nin refah seviyesini yükseltmek.
Modern Avrupa ile Türkiye’yi bütünleştirmek.
Modern uygarlıkların değer yargılarını Türkiye’ye yerleştirmek.
Türkiye’de milli egemenliği yerleştirmek.
Türkiye’de demokrasinin yerleşmesini sağlamak.
İhtiyaçlara cevap veremeyen eski rejimin kurumlarını değiştirerek yerine çağdaş kurumları kurmak.
Atatürk İlkeleri’nin yerleşmesini sağlamak.
A) 1923-1930 DÖNEMİ DIŞ POLİTİKA
a) Irak Sınırı ve Musul Meselesi
Kurtuluş Savaşı’nda Musul alınamamış ve İngiltere burada Manda rejimini ilan etmiştir.
Lozan Barış Antlaşması’nda da Musul Meselesi halledilememiştir.
Musul Meselesi’nin çözümü için Türkiye ile İngiltere 19 Mayıs 1924’te bir araya gelip bir konferans düzenlenmiş, ancak burada da bir sonuç alınamamış ve sorun Milletler Cemiyeti’ne götürülmüştür.
Milletler Cemiyeti’nde de bir sonuç alınamayınca Adalet Yüksek Divanı’na gidilmiş, fakat yine sonuç alınamamıştır.
Bu sırada Şeyh Said İsyanı çıkmış ve Türkiye Musul Meselesi üzerine gerektiği şekilde gidememiştir.
Sonunda Türkiye, Milletler Cemiyeti’nin şartlarını kabul ederek, İngiltere ile Ankara Antlaşması’nı imzalamıştır (5 Haziran 1926). Buna göre:
Musul ve Kerkük Irak’a bırakılacak.
Irak, Musul’a karşılık petrol üzerinden alınan verginin ’unu 25 yıl süreyle Türkiye’ye verecek.
Hakkari sınırı Türkiye’nin lehine düzenlenecek.
Not : Ankara Antlaşması ile Misak-ı Milli sınırları içinde önemli bir bölge kaybedilmiştir.
b) Yabancı Okullar Sorunu
Yabancı okulların 1925-2926 yönetmeliklerine uyması kabul edilmiştir.
Yabancı okulların tarih ve coğrafya derslerine Türk öğretmenlerin girmesine karar verilmiştir.
Ders kitaplarında Türkiye aleyhine yazıların kesinlikle konmaması şartı getirilmiştir.
Din derslerine yalnızca bağlı bulunulan dinin öğrencilerinin girmesine izin verilmiştir.
Bu şartlar Fransa ile Türkiye arasındaki iyi ilişkilerin kurulmasının gecikmesine neden olmuştur.
c) Nüfus Mübadelesi (1 Aralık 1926)
Lozan’da, İstanbul dışındaki Rumlar il, Batı Trakya dışındaki Türkler’in karşılıklı değişimi kabul edilmiştir.
Lozan’da “yerleşik” kelimesinin kullanılması daha sonra yanlış anlamalara neden olmuştur.
Sorunu halletmek için Milletler Cemiyeti’ne gidilmiştir.
Sorun çözülemeyince Yüksek Adalet Divanı’na gidilmiş, fakat sorun burada da çözülememiştir.
Yunanistan Türkler’in mallarına el koyunca Türkiye de kendi topraklarındaki Rumlar’ın mallarına el koymuştur.
Sonunda Atina’da bir anlaşma ile sorun halledilmiş ve nüfus mübadelesi gerçekleşmiştir (1 Aralık 1926).
Başka bir antlaşma daha yapılarak İstanbul’da yaşayan Rumlar ile Batı Trakya’da yaşayan Türkler “yerleşik” kabul edilmiştir (10 Haziran 1930).
Yunan Başbakanı Venizelos Türkiye’yi ziyaret etmiş ve iki ülke arasında iyi ilişkiler başlamıştır (Ekim 1930).
1954’te Kıbrıs Sorunu’nun çıkması ile ilişkiler tekrar bozulmuştur.
d) Borçlar Meselesi
Osmanlı'nın en çok borcu olduğu ülke Fransa idi.
Borçların ödenmesi için 1926-1933 arası Fransa ile görüşmeler yapılmış ve ödemelerin taksitle yapılması karara bağlanmıştır.
1929 Dünya Ekonomik Buhranı nedeni ile ödemeler 1954’e kadar sürmüş, 1983’e kadar faiz ödenmiştir.
B) 1930-1939 DÖNEMİ DIŞ POLİTİKA
a) Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne Girişi (18 Temmuz 1932)
Milletler Cemiyeti sürekli büyük devletlerin çıkarlarını koruduğundan Türkiye, cemiyete girmeyi düşünmemiştir.
Musul Meselesi’nde de Milletler Cemiyeti İngiltere’ye taraf olmuştur.
İspanya Türkiye’ye Milletler Cemiyeti’ne girmesini teklif etmiş, Yunanistan da bu teklifi desteklemiştir (Temmuz 1932).
Türkiye 18 Temmuz 1932’de Milletler Cemiyeti’ne üye olmuştur.
b) Balkan Antantı (9 Şubat 1934)
Avrupa’da Demokrasi, Faşizm ve Sosyalizm çekişmeleri başlamıştır.
İtalya ve Almanya, Balkanlar üzerinde yayılmacı politika sergilemiştir.
Türkiye Balkan sınırlarını güvence altına almak istemiş ve girişimler sonunda Türkiye, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya arasında Balkan Antantı imzalanmıştır (9 Şubat 1934). Buna göre:
Devletler sınırlarını karşılıklı olarak garanti etmişlerdir.
Birbirine danışmadan hiç bir ülke başka bir Balkan ülkesiyle anlaşma imzalamayacaktır.
Gizli bir anlaşma ile de Balkanlı olmayan başka bir devletin saldırısına karşı nasıl davranılacağı belirlenmiştir.
Not 1: Bu anlaşmaya Arnavutluk, İtalya’dan korktuğu için; Bulgaristan ise Neuilly Antlaşması’ndan memnun olmadığı ve yayılma düşüncesine sahip olduğu için katılmamıştır.
Not 2: II.Dünya Savaşı ile Balkan Antantı dağılmıştır.
c) Montrö Boğazlar Sözleşmesi (20 Temmuz 1936)
Milletler Cemiyeti’nin barışı sağlamada yetersiz olması ve İtalya’nın yayılmacı politikası Türkiye’yi endişelendirmiştir.
Türkiye’nin çağrısı ile Türkiye, İngiltere, Fransa, SSCB, Yunanistan, Yugoslavya ve Japonya arasında Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalanmıştır (20 Temmuz 1936). Buna göre:
Boğazlar Komisyonu kaldırılarak tüm yetki Türkiye’ye verilecek.
Türkiye boğazların iki yakasında da asker bulundurabilecek.
Ticaret gemilerinin geçişi serbest olacak.
Savaş gemilerine, zaman ve tonaj bakımından sınır getirilecek.
Türkiye herhangi bir savaşa girerse boğazları kapatabilecek.
Not 1: Türkiye’nin boğazlarla ilgili egemenlik haklarını sınırlayan hükümler kaldırılmıştır.
Not 2: Boğazlarda asker bulundurulması ile Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki önemi artmıştır.
d) Sadabat Paktı (8 Temmuz 1937)
İtalya’nın doğu ülkeleri ile ilgili politikası Türkiye’yi doğu ülkeleri ile ortak bir savunma anlaşması yapmaya itmiştir.
Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında Sadabat Paktı imzalanmıştır (8 Temmuz 1937). Buna göre:
İlgili devletler birbirine saldırmayacaklar.
Birbirinin iç işlerine karışmayacaklar.
Milletler Cemiyeti’ne bağlı kalacaklar.
e) Hatay Sorunu ve Hatay’ın Türkiye’ye Katılması (30 Nisan 1939)
Ankara Antlaşması ile (20 Ekim 1921) Hatay Fransa’ya bırakılmış ve burada özerk bir yönetim sağlanması kararlaştırılmıştır.
1396’da Fransa, Suriye ve Lübnan’ın bağımsızlığını tanımış, ancak, Hatay üzerindeki yetkilerini Suriye’ye devretmiştir.
Türkiye bu durum üzerine Milletler Cemiyeti’ne başvurmuş ve 1938’de Hatay’da seçim yapılmıştır.
Seçim sonucu Hatay Bağımsız Cumhuriyeti kurulmuştur (2 Eylül 1938).
On ay sonra Hatay Meclisi Türkiye’ye katılma kararı almıştır (30 Nisan 1939).
: Böylece Hatay sorunu Misâk-ı Milli yolunda Türkiye lehine sonuçlanmıştır.