İletişim Adresi

   
  ORHAN YILDIZ
  Bulgaristan Turkleri
 


BULGARİSTAN




DEVLET ADI : BULGARİSTAN CUMHURİYETİ
BAŞKENTİ : SOFYA
NÜFUSU : 8.293.700
YÜZÖLÇÜMÜ : 110.993km2
RESMİ DİLİ : BULGARCA
DİNİ : HIRİSTİYAN ORTODOKS, İSLAM
PARA : BİRİMİ LEVA:

Karadeniz'in batısında yer alan Bulgaristan; kuzeyinde Romanya, batısında Yugoslavya ve Makedonya, güneyinde Yunanistan ve doğusunda da Türkiye ve Karadeniz ile sınırlıdır.

Bulgaristan, batıda Yugoslavya sınırından, doğuda Karadeniz kıyısındaki Emineburnu'ya kadar 550 kilometre uzanan Balkan Dağları ve Rodopların ayırdığı dört bölgeden meydana gelir. Bu bölgelerin birincisi, Tuna Nehri ile Balkan Dağları arasındaki ovalardır. Tuna Nehri kıyıları, ülkenin en verimli topraklarıdır.

Burada buğday, mısır, ayçiçeği, şeker pancarı ve tütün üretilir. İkinci bölge, ülkeyi baştan başa kesen Balkan Sıradağları'dır. Yer yer oldukça yüksek olan bu dağlar, geçişi engellemez Bu silsile üzerindeki en önemli geçit, 1300 metre rakımlı Şıpka Geçidi'dir. Orman ve hayvancılık bakımından elverişli olan bu dağlarda, kömür, bakır, kurşun ve çinko madenleri de bulunmaktadır. Sıradağlar arasında, Bulgaristan gül endüstrisinin merkezi olan ova mevcuttur.

Üçüncü bölge, güneydeki Trakya Ovası'dır. Meriç Nehri bu ovadan geçmektedir. Bölge, meyve-sebze ve üzüm bağlarıyla ünlüdür. Ayrıca buğday, mısır, tütün ve pirinç yetiştirilmektedir. Dördüncü bölge, Rila ve Pirin ile Rodopları içine alır.

Bulgaristan'ın ve Balkanların en yüksek tepesi olan, 2925 metre rakımlı Musalla Tepesi buradadır. Başkent Sofya da, bu bölgede, Vitoşa Dağı eteklerindedir. Bulgaristan, ılıman bir kara iklimine sahiptir. Senelik 640 milimetre olan ortalama yağış, yaz aylarında yeterli olmadığından, ülkede geniş bir sulama sistemi gelişmiştir.

Bugünkü Bulgaristan topraklarına, MÖ.. 30'larda Traklar hakim oldu. Bunu Romalıların ve ardından da Hunların hakimiyeti takip etti. Hunların inisiyatifi kaybetmesi üzerine, 453'ten itibaren Kafkaslar'dan Tuna'ya kadar Karadeniz'in kuzeyinde siyasi birlik kuran Türk Bulgar kabilelerinden Utigurlar, doğuda Kuban Irmağı yörelerinde; Kutrigurlar da, batıda Tuna'nın kolları ve Besarabya civarında hakimiyet tesis etti.Bizans'ın kışkırtmasıyla 482 yılında, Kutrigur Bulgarları Utigur Bulgarlarına saldırdı, fakat savaşı kaybetti. Bu yenilgi üzerine, Kutrigurlardan 2 bin kadarı ile, savaş sonrasında Bizans hizmetine girerek, Trakya'ya yerleşti ve zamanla Hıristiyanlığı kabul etti.

6'ıncı yüzyılda Orta Asya'dan batıya göç eden Avar Türkleri, 559'da Bulgar Türklerini hakimiyet altına aldı. Bulgar Türkleri, başlarındaki Kuvrat Han zamanında (584-642) Avar idaresinden kurtuldularsa da, 7'inci yüzyılda Don ve Kuban ırmakları arasındaki yurtlarına baskıyı artıran Hazar Türklerinin hakimiyetini kabul etmek zorunda kaldılar.

Hazarlar'ın baskıları üzerine Kutrigur Bulgarları, Kuvrat Han'ın küçük oğlu Asparuh yönetiminde, Dobruca taraflarına göç etti. Müslüman Arapların İstanbul'u kuşatmalarından (674-678) faydalanarak, 681'de Bizanslıları mağlup ettiler. Böylece Tuna Bulgarları, Balkanlar ve Doğu Avrupa'da önemli bir siyasi varlık haline geldi. Bilhassa Kurum Han (803-814) ve Omurtag Han (814-831) zamanında en parlak dönemlerini yaşayan Bulgar Türkleri Sofya, Niş, Belgrad ve Üsküp gibi önemli merkezler arasındaki ticaret yollarını ele geçirdiler ve ekonomik bakımdan geliştiler.813'te Edirne'yi alan Bulgar Türkleri, aynı yıl İstanbul'a kadar ilerlediler. Kurum Han, devletinin gücünü artırmak amacıyla, ülke içindeki Slav nüfusla Bulgar Türklerini birleştirme politikası yürüttü.

Malamir Han (831-836) ve Persiyan Han (836-852) döneminde, Bulgarlar arasında, Bizans'ın etkisiyle Hıristiyanlık yayılmaya başladı. Boris Han (859-890), Hıristiyanlığı 865'te kabul ederek, Bulgar Kılisesi'ni İstanbul'a bağladı. Bu durum, Tuna Bulgarlarının bütünüyle Hıristiyan olarak, Slavlarla kaynaşmasını sağladı. Bu kaynaşma, devlete kendi adlarını vermiş olmalarına rağmen, Bulgar Türklerinin, Slav dili ve kültürü içinde erimeleri sonucunu doğurdu.

Bulgar Türkleri, Yukarı Tuna kıyılarıyla birlikte Volga ve Kuma ovalarına kadar hakim oldu. Büyük Bulgaristan olarak adlandırılan bu devlet, 14'üncü yüzyıla kadar varlığını sürdürdü. Bu arada, 11'inci yüzyıla kadar süren Birinci Bulgar Krallığı, 1018'de Bizans saldırısı sonucu yıkıldı. Ancak 1187'de Peçenek, Guz (Uz) ve Kumanlar (Kıpçaklar) tarafından İkinci Bulgar Krallığı kuruldu.

Bulgar Krallığı, 1331-1371 döneminde Kral İvan Aleksandr zamanında, Sırpların Balkanlarda üstünlük kurmasıyla zayıfladı. Sultan Birinci Murat zamanında (1362-1389), Bulgaristan toprakları Osmanlı Devleti sınırlarına katıldı. Osmanlı'ya geçen topraklara, Anadolu'dan Türk göçmenler getirilerek yerleştirildi. Bölgedeki Müslüman Türk varlığı giderek arttı. Balkanların büyük kısmını ele geçiren Osmanlı Devleti'ne karşı, bölgede geniş çaplı bir ittifak oluştu. Sırp, Bulgar, Eflak (Ulah), Arnavut, Macar, Boğdan, Çek ve Bosna krallıkları, aralarında anlaşarak, kuvvetlerini Osmanlı'ya karşı birleştirdiler.

Bunun üzerine harekete geçen Osmanlı Ordusu, 1393'te Tırnova'yı, 1396'da Niğbolu Zaferi'yle Vidin'i ve 1400'de de Dobruca'yı fethederek, Bulgar Krallığı'nı tamamen ortadan kaldırdı. Bu zaferler, Osmanlı'ya karşı oluşturulan ittifaka da büyük darbe vurdu.Bulgaristan üzerinde, 16'ıncı yüzyılda Sırplar ve Macarlar hakimiyet kurmaya çalıştı. Ancak Osmanlı Devleti, buna izin vermeyerek, Bulgaristan üzerindeki etkinliğini, düzenli bir idare haline getirdi.

16'ıncı yüzyıldaki resmi kayıtlara göre; Vidin ve Rusçuk dışındaki tüm şehirlerde, Müslümanların sayısı Hıristiyanlardan fazlaydı. Bundan sonra Bulgaristan, 20'nci yüzyıl başlarına kadar Osmanlı yönetiminde kaldı. Bu dönemde ülkeyi, Sofya'da bulunan Rumeli Beylerbeyi idare etti.

Bulgaristan, Osmanlı Devleti'nin merkezi olan İstanbul'a yakınlığı ve doğu-batı ulaşım güzergâhı üzerinde bulunması dolayısıyla, ekonomik ve ticari açıdan oldukça gelişti. Osmanlı'nın dinî ve millî alandaki geniş hoşgörüsünden faydalanan Bulgarlar, genellikle 'reâyâ' diye adlandırılan, vergiye tâbî çiftçi sınıfları olarak kaldılar.

Birinci Dünya Savaşı sırasında Almanya, Osmanlı ve Avusturya-Macaristan'ın yanında yer alan Bulgaristan, savaştan sonra büyük toprak kayıplarına uğradı. Savaş sonrasında ciddi bir iç istikrarsızlığa sürüklenen Bulgaristan, İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya, İtalya ve Japonya'nın yanında yer aldı. Ancak, 5 Eylül 1944'te Kızılordu Bulgaristan'a girdi. Bu tarihten sonra Bulgaristan'da komünistler hakimiyet sağladı. Komünist sisteme geçen Bulgaristan, Varşova Paktı'na girdi.

Ülkedeki Rusya nüfûzu, Sovyetler Birliği'nin dağıldığı tarihe kadar sürdü. Bulgaristan'ı 35 yıl boyunca yöneten Devlet Başkanı TodorJivkov, Doğu Bloku'nda esen demokrasi rüzgârı karşısında, 10 Kasım 1989'da istifa etmek zorunda kaldı. Böylece Bulgaristan, bağımsızlığı gerçek anlamda kazanmış oldu.

Bulgaristan'da yaşayan Osmanlı Türklerinin Türkiye'ye göç hareketi, daha 1879 yılında başladı. 1950'li yıllarda büyük bir göç dalgası yaşandı. Son olarak, Jivkov yönetimi, 1984 yılından itibaren, Bulgaristan'da yaşayan Türklerin isimlerini değiştirmek ve bu yolla asimile etmek için şiddetli baskı oluşturdu. Türkiye'nin bu duruma gösterdiği sert tepki üzerine Jivkov yönetimi, ülkedeki Türkleri Türkiye'ye sürgün etmeye başladı. Jivkov'un yönetimden uzaklaştırıldığı 1989 yılına kadar devam eden bu sürgün sırasında, Bulgaristan'daki Türklerin 500 bine yakını, doğdukları toprakları terk ederek, Türkiye'ye göçtü.Ancak Jivkov'dan sonra, Bulgaristan Türkleri, 29 Aralık 1989'dan itibaren, yeniden kendi adlarını kullanma ve serbestçe ibadet etme hürriyetine kavuştu.

Bundan sonra, Türkiye'ye göç etmiş olan Bulgaristan Türklerinin yarısı, doğup büyüdükleri topraklara geri döndü. 1991'de yeni anayasayı kabul eden Bulgaristan, çok partili sisteme geçti.Bulgar kaynaklarına göre; ülkedeki Türk nüfus oranı 1887'de yüzde 19.2, 1892'de yüzde 17.2, 1900'de yüzde 14.4 idi. Bugünkü Bulgar halkı, diğer Balkan milletlerine göre daha homojendir. 1992 verilerine göre, Bulgaristan nüfusunun yaklaşık yüzde 80'ini Bulgarlar, yüzde 13.5'ini (1.3 milyon) Türkler, geri kalanını da Pomak, Çingene, Romen, Rus ve Yahudiler oluşturuyor. Bununla birlikte, Bulgaristan'daki Türk kaynakları, Türk nüfus sayısının 1.5 milyonun üzerinde olduğunu belirtmekte.

Ülkedeki Türkler, yoğun olarak Deliorman bölgesinde Şumnu, Razgrad (Hezargrad) Targovişte (Eskicuma); Dobruca bölgesinde Dobriç (Hacıoğlu Pazarcığı), Silistre, Dulova (Akkadınlar), Varna, Burgaz; Rodop bölgesinde ise Filibe, Kırcaali, Mustafapaşa (Svilengrad) ve Hasköy'de yaşamaktadır. Ayrıca Dobruca ve Varna'da, sayıları tam olarak bilinmeyen Hıristıyan Gagoğuz Türkleri de yaşamaktadır. Bulgaristan'da resmi dil Bulgarca olmakla birlikte, Türkçe ve Rusça da yaygın olarak kullanılmaktadır. Ülkenin başlıca şehirleri Sofya, Filibe, Varna ve Rusçuk'tur.

SOFYA

Bulgaristan'ın başkenti ve en büyük şehri olan Sofya'nın nüfusu, 1990 sayımına göre 1 milyon 141 bin. Adını 6'ıncı yüzyılda inşa edilen ve 14'üncü yüzyılın ikinci yarısında camiye dönüştürülen, kent merkezindeki 'Sveta Sofiya (Ayasofya) Kilisesi'nden alır. Daha önceki adı Sredets'tir.

Osmanlı Hükümdarı Birinci Murat döneminde, İnce Balaban Bey tarafından, kan dökülmeden teslim alınan Sofya, 1386'da Rumeli Eyaleti'nin merkezi yapıldı. Osmanlı İmparatorluğu egemenliğinde, Hıristiyan-Bulgar kimliğinden uzaklaşan şehir, tam bir Türk şehri görünümü kazandı.

Koca Balkan ve Rodoplar'ın birinci dağ kolları arasındaki verimli havzada kurulu olan kentin rakımı 550 metre. Sofya, Balkanlar'ın en önemli karayolu kavşağındadır. Şehir, Bulgaristan'da 1944'ten itibaren egemen olan sosyalist rejim döneminde oldukça gelişti. Kültür merkezleri, üniversiteler, konservatuar, müze ve yayınevleri bulunduğu için, her yıl en az 50 bin öğrenci Sofya'ya öğrenim görmeye gitmektedir. Yeşilliklerle bezeli şehirde, eski eserlerden Sveta Sofiya ve Sveti Georgi kiliseleri, siperler ve bazı camiler hâlâ korunurken; onların yanında da parti evi, Balkan Oteli, CUM Mağazası gibi, 1950'li yılların büyük kolektifleşme döneminin yeni klasikçi eserleri yer almaktadır.

Sofya'nın etrafı, 15'e yakın bahçe-kent ile çevrilidir. Eteklerinde kurulu bulunduğu, 2 bin 290 metre rakımlı Vitosa Dağı'ndaki lokantalara, parklara ve oyun alanlarına, her hafta sonu 100 bin ziyaretçi gitmektedir.Sofya'nın büyümesi 1880'den sonra denetim altına alındı. 0 tarihte nüfusu 20 bin olan şehir, kontrollü bir şekilde geliştirildi.

Osmanlı Devleti'nin Fetret Devri'nde Musa Çelebi'nin kontrolüne geçen şehir, Çelebi Mehmet'in (Birinci Mehmet), kardeşi Musa Çelebi'yi Çamurluova (Samokov) Savaşı'nda (1413) yenmesinden sonra, tekrar Anadolu ve Rumeli'deki Osmanlı topraklarıyla birleşti. 1443'teki Niş Savaşı'nda Türk kuvvetlerini yenen MacarJanos Hunyadi komutasındaki haçlı ordularının eline geçen Sofya, 1444'teki Varna Savaşı'ndan sonra, İkinci Murat tarafından tekrar Osmanlı topraklarına katıldı. Şehir, 1492'de Macaristan seferine çıkan ve Belgrad'ı kuşatan İkinci Beyazıt ile 1521'de Belgrad seferine hazırlanan Kanunî Sultan Süleyman'a ordugâhlık yaptı. Kanunî 1526'daki Mohaç Savaşı'ndan sonra İstanbul'a dönerken, Sofya'da konakladı. Padişah Üçüncü Mehmet de, 1596'da Eğri Seferi'ne çıkarken, bir süre Sofya'da kaldı.

Şehir, 1786'da paşa sancağı olmaktan çıkartılıp, muhafızlık durumuna getirildikten bir süre sonra, Pazvantoğlu Ayaklanması'na sahne oldu. Küçük Hüseyin Paşa tarafından, 1797'de geri alınan Sofya, 1853'te başlayan ve üç yıl süren Kırım Savaşı'ndan sonra, merkezî hüviyetini iyice yitirdi. Bunun üzerine, 1868'de, Tuna Vilayeti'ne bağlı bir sancak merkezine dönüştürüldü.

Rum Ortodoks Kilisesi'ne karşı bağımsızlık mücadelesi veren Bulgar Kilisesi, bu amacına ulaşınca Sofya, Bulgar milliyetçilerinin önderi Aleksandr Nevsky'nin 1870'te Osmanlı Devleti'ne karşı oluşturduğu 'Devrim Komitesi'nin ayaklanma merkezi oldu. Bu komitenin 1876'da başlattığı ve 39 gün süren 'Nisan Ayaklanması', Osmanlı kuvvetleri tarafından bastırıldı. 93 Harbi olarak da bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı sırasında, Rus ordusu tarafından işgal edilen Sofya, 1878'de imza edilen Ayastefanos Anlaşması ve ardından imzalanan Berlin Anlaşması'yla, Bulgar Prensliği'nin başkenti yapıldı. Bulgaristan'ın, Birinci Balkan Savaşı'nın ardından 1908'de bağımsız hale gelmesiyle, Sofya Türk egemenliğinden tamamen çıktı.

Osmanlı Devleti döneminde Sofya, önemli bayındırlık hizmetlerine sahne oldu. Kentte bir çok cami, mescit, medrese, han, kervansaray, kütüphane, hamam ve hastane yaptırıldı. Evliya Çelebi'ye göre, bu şehirde 53 cami ve mescit, 11 han, 2 medrese ile pek çok dükkân vardı. Sofya, özellikle ticarî açıdan geliştiği için, geçmişte han ve bedesten gibi yapılara önem verildi. Bosnalı Sofu Mehmet Paşa Hanı, büyüklüğü ile ün kazandı. 1506'da Yahya Paşa'nın inşa ettirdiği Bedesten, yüzlerce dükkandan oluşuyordu. Şehrin ilk külliyesini, İkinci Mehmet'in sadrazamı Mahmut Paşa, Rumeli Beylerbeyi olduğu sırada yaptırmıştı. Bu külliye; Ulucami, Medrese, Kervansaray, Kütüphaneve Sebilden oluşuyordu. Sofu Mehmet Paşa'nın inşa ettirdiği külliye ise, Kara Cami, Cuma Camısi, medrese, kütüphane, imaret, hastane, hamam ve kervansaraydan meydana geliyordu.

BULGAR TÜRKLERİ

2'inci yüzyılda Orta Asya'dan başlayan göç sırasında, Hazar-Karadeniz arasındaki Kuzey Kafkasya topraklarına yerleşen Bulgar Türkleri, dönemin büyük imparatorluğu olan Hunların akınlarına katıldılar. Bulgar Türkleri, Attila'nın 453'teki ölümünden sonra Hun birliğinin çözülmesinin ardından, 482'den itibaren, Kafkaslar'dan Tuna'ya kadar, Karadeniz'in kuzeyinde siyasi birlik kurdular.

2'inci yüzyılda Orta Asya'dan başlayan göç sırasında, Hazar-Karadeniz arasındaki Kuzey Kafkasya topraklarına yerleşen Bulgar Türkleri, dönemin büyük imparatorluğu olan Hunların akınlarına katıldılar. Bulgar Türkleri, Attila'nın 453'teki ölümünden sonra Hun birliğinin çözülmesinin ardından, 482'den itibaren, Kafkaslar'dan Tuna'ya kadar, Karadeniz'in kuzeyinde siyasi birlik kurdular.

Bulgar kabilelerinden Utigurtar, doğuda Kuban Irmağı yörelerinde; Kutrigurlar da batıda Tuna'nın kolları ve Besarabya civarında hakimiyet kurdu. Bizans Imparatoru Zenon (476-491), Balkanlar'daki sınırlarını emniyete almak amacıyla, 482yılında, komşusu Kutrigur Bulgarlarını Utigur Bulgarlarına karşı kışkırtarak, savaşa sürükledi. Savaşı Kuthgur Bulgarları kaybetti. Bu kabileden 2 bin kadar aile, savaş sonrasında Bizans hizmetine girerek, Trakya'ya yerleşti ve zamanla Hıristiyanlığı kabul etti. 6'ıncı yüzyılda Orta Asya'dan batıya göç eden Avar Türkleri, 559'da Bulgar Türklerini hakimiyet altına aldı.

Bulgar Türkleri, başlarındaki Kuvrat Han zamanında (584-642) Avar idaresinden kurtuldularsa da, 7'inci yüzyılda Don ve Kuban ırmakları arasındaki yurtlarına baskıyı artıran Hazar Türklerinin hakimiyetini kabul etmek zorunda kaldılar.Tuna Bulgarları: Hazarlar'ın baskıları üzerine Kutrigur Bulgarları, Kuvrat Han'ın küçük oğlu Asparuh yönetiminde, Dobruca taraflarına göç ettiler. Müslüman Arapların İstanbul'u kuşatmalarından (674-678) faydalanarak, 681'de Bizanslıları mağlup ettiler. Böylece Tuna Bulgarları, Balkanlar ve Doğu Avrupa'da önemli bir siyasi varlık haline geldi. Bilhassa Kurum Han (803-814) ve Omurtag Han (814-831) zamanında en parlak dönemlerini yaşayan Bulgar Türkleri Sofya, Niş, Belgrad ve Üsküp gibi önemli merkezler arasındaki ticaret yollarını ele geçirdiler ve ekonomik bakımdan geliştiler.

Malamir Han (831-836) ve Persiyan Han (836-852) döneminde, Bulgar Türkleri arasında, Bizans'ın etkisiyle Hıristiyanlık yayılmaya başladı. Boris Han'ın (859-890) Hıristiyanlığı 864'te kabul etmesiyle, Tuna Bulgarları bütünüyle Hıristiyan oldu ve zamanla Slavlaştı.

İdil (Volga) Bulgarları: 7'inci yüzyılın ikinci yarısında Kutrigur Bulgarlarının Tuna boyuna göçü sırasında, Utrigur Bulgarları da kuzeye çekilerek, Orta İdil (Volga) boyuna gittiler ve bugünkü Tatar ve Çuvaş Türklerinin yaşadığı topraklarda yerleştiler. Bu bölgeler, önemli su yollarıyla ticarete, verimli topraklarıyla tarıma, ormanlarıyla avcılığa ve arıcılığa müsait olduğundan, Bulgarlar zamanla buralarda ekonomik ve kültürel bakımdan geliştiler.

Bu dönemde Bulgar, Biler, Suvar, Oşal ve Tetiş gı'bi, önemli kültür ve ticaret merkezleri kuruldu.İdil Bulgarları bir yandan tskandinav, Rus ve Baltık ülkeleriyle, öte yandan Türkistan, Iran, Arap ve Bizans ülkeleriyle ticaret yapıyordu. İslam ülkelerinden gelen tüccarlar aracılığıyla, İslamiyet İdil Bulgarları arasında hızla yayıldı. Bu dönemde Müslüman olan Bulgar Hanı Yaltavar oğlu Almış Han, 920'de Bağdat'taki halifeye elçi göndererek, Bulgar halkına İslâm dinini öğretecek din bilginleri ile cami ve kale yapacak mimarlar istedi. Halife Muktedir, 922'de Bulgar ülkesine bir elçilik heyeti gönderdi. Bu heyette bulunan İbn-i Fadlân, Bulgar ülkesinde görüp yaşadıklarını, seyahatnâmesinde anlattı.

VARNA

Bulgaristan'ın Karadeniz kıyısındaki en önemli liman kenti olan Varna, 1949-1956 arasında 'Stalin' adıyla anıldı. Kentin nüfusu, 1991 itibarıyla 320 bin 636.

Çok eski bir yerleşim merkezi olan Varna, Antikçağda 'Odessos' ya da 'Odyssos' adıyla, Miletliler tarafından M.Ö. 585'te kuruldu. M.Ö. 3'üncü yüzyılda Traklar ve Makedonyalıların, M.Ö. 1 'inci yüzyılda da Romalıların yönetimine giren kent, M.S. 395'te Roma'nın bölünmesiyle, Doğu Roma(Bizans) hakimiyetinde kaldı. 1201'den itibaren bir Bulgar şehri olan Varna, Birinci Murat zamanında, Çandarlı Ali Paşa komutasındaki Türk ordusu tarafından, 1388'de tüm Bulgaristan'la birlikte Osmanlı Devleti'ne katıldı. Yıldırım Bayezid döneminde Bulgar Krallığı ortadan kaldırılırken, Varna, 1393'te büyük şehzade Süleyman Çelebi tarafından ikinci defa fethedildi.

Bundan sonra Rumeli eyaletinin Silistre sancağına bağlı bir kaza merkezi yapılan şehir, Fetret Devri'nde (1402-1413), kardeşi Çelebi Mehmet'e karşı imparator İkinci Manuel Palaiologos'un desteğini almak isteyen şehzade Süleyman Çelebi tarafından, 1406'da Bizans'a bırakıldı. Osmanlı Devleti'ni kendi yönetimi altında yeniden toparlayan Çelebi Mehmet, 1415'te Varna'yı yeniden Türk egemenliğine aldı. 1444'teki Varna Savaşı'ndan sonra Silistre sancağının Karadeniz'deki en önemli liman kenti olarak gelişti. 1768-1774 Türk-Rus Savaşı'nda, General Unger komutasındaki Rus kuvvetleri, 1773'te Hıristiyan mahallesinden Varna'ya girdilerse de, Türk savunmasının şiddeti, özellikle Karadeniz Seraskeri Kelleci Osman Paşa'nın karaya çıkardığı leventlerin gösterdiği üstün gayret karşısında bozguna uğradılar ve geride çok sayıda ölü bırakarak, Babadağ'a doğru çekildiler.Osmanlı yönetimine karşı ayaklanarak, Vidin-Rusçuk arasına egemen olan Pazvantoğlu'na bağlı çetelerden bir kol, 1797'de Varna'ya girip yağmaya başladı. Fakat bu haydutlar, yetişen hükümet kuvvetleri tarafından ezildi.

1806-1812 arasında yapılan Türk-Rus Savaşı sırasında, Ruslar tarafından 1810'da kuşatılan Varna, Türk donanmasının yetişmesi üzerine, düşman eline geçmekten kurtuldu. 1827'deki Navarin Baskını yüzünden başlayan 1828-1829 Türk-Rus Savaşı sırasında Rus birliklerince işgal edilen şehir, 1829'da Edirne Anlaşmasıyla Osmanlı Devleti'ne iade edildi. 1853-1856 Kırım Savaşı'nda, Müttefik Devletler olan Osmanlı, İngiltere ve Fransa kuvvetlerince bir üs olarak kullanılan Varna'da, 1854'te toplanan savaş meclisi, savaşı Rus topraklarına kaydırmak üzere Kırım seferine karar verdi. Müttefik kuvvetleri, Varna'dan kalkan gemilerle yollandıkları Kırım'ın Eskihisar koyunda karaya çıktılar.

Sultan Abdülaziz, 1867'de tarihî Avrupa seyahatinden dönerken, Rusçuk'tan trenle Varna'ya geldi ve bir süre kaldıktan sonra, buradan Sultaniye yatıyla İstanbul'a doğru yola çıktı. 93 Harbi'nde (1877-1878 Türk-Rus Savaşı) Rus kuvvetlerinin eline geçen Varna, 1878 Berlin Anlaşması'yla Bulgaristan'a bırakıldı ve Türk yönetiminden çıktı.

Varna limanı Odessa, Köstence ve Istanbul arasında önemli bir uğrak yeridir. Tersaneleri, makine, motor ve kimya tesisleriyle, aynı zamanda bir sanayi kenti olan Varna, çevresindeki kumsallar sayesinde de Bulgaristan'ın başlıca sayfiye merkezlerindendir. Şehir, yılda 500 bin dolayında turist çekmektedir.

Bugün Varna'da, Osmanlı döneminden kalma eser bulunmamakta. Bununla birlikte Varna yakınındaki Balçık kasabasında bulunan Karagöl Camisi ile Obroçişte kasabasındaki 1512'den kalma Akyazılı Baba Türbesi ayakta durmaktadır. Şehirde çok sayıda Türkün yanı sıra, önemli miktarda da, kendisini Türk sayan Müslüman Çingene yaşamaktadır.

VARNA SAVAŞI

10 Kasım 1444'te Varna'da, Osmanlı kuvvetleri ile Haçlı ordusu arasında yapılan savaş.Sultan ikinci Murat'ın Rumeli'deki fetihleri sonucu, 12 Temmuz 1444'te imzalanan Segedin Anlaşması, 10 yıllık bir barış öngörüyordu. Sultan Murat, bu anlaşmayı fırsat bilerek, tahtı, 13 yaşındaki oğlu İkinci Mehmet'e bıraktı. Osmanlı tahtına tecrübesiz bir şehzadenin geçmesini fırsat bilen Macar Kralı Vladislas önderliğindeki Haçlılar, anlaşmayı bozarak, Osmanlı'ya saldırı hazırlığına başladılar. Kısa zamanda toparlanan Haçlı ordusunda Macarlar, Lehler, Ulahlar, İtalyanlar, Çekler, Lituanyalılar, Hırvatlar, Almanlar, Fransızlar ve Venedikliler yer alıyordu.

Haçlıların bu hazırlığını haber alarak, Edirne'de toplanan Osmanlı saltanat şûrâsı, Haçlı saldırısı sırasında, ülkenin başında, tecrübeli Sultan Murat'ın bulunmasına karar verdi. Sadrazam Çandarlı Halil Paşa'nın tavsiyesi üzerine, Sultan İkinci Mehmet, o sırada Anadolu ordusunun başında bulunan babası İkinci Murat'ı devletin başına geçmeye davet etti.

Bunun üzerine 40 bin kişilik ordusunu toplayarak, 20 Ekim 1444'te Rumeli'ye ulaşan Sultan Murat, Edirne'ye girmeden, doğruca Varna üzerine yürüdü. Bu sırada, Macar Kralı Vladislas da 16 Eylülde Orsova'ya ulaşmıştı. Meşhur Macar komutanı Jan Hunyad da 4 bin seçme zırhlı süvarisiyle, asıl kuvvetlere katılmıştı. Kral, ordunun başına Jan Hunyad'ı getirdi.18-22 Eylülde Tuna Nehri'ni aşan Haçlı kuvvetleri, 24 Ekimde Yenipazar'a girdi ve şehirdeki Müslümanları kılıçtan geçirdi. Ardından 26 Ekimde Şumnu, Tırnova, Prevadi, Retricve Mihaliç'te de aynı katliam yapıldı. 9 Kasım 1444'te Varna önüne gelen Haçlı ordusu, şehrin kuzeyinde ordugâh kurdu ve savaş düzeni aldı.

Sultan Murat, Varna sahrasında saftutan Haçlı ordusuyla muharebeye başlamadan önce, iki rekât namaz kılarak, zafer için dua etti. Tarihin en önemli meydan muharebelerinden biri olan Varna Savaşı, 10 Kasım 1444 sabahı başladı. iki ordu arasındaki çarpışma, öğleye doğru iyice şiddetlendi. Sağ cenaha kumanda eden Karaca Paşa'nın şehit düşmesi üzerine sarsıntı geçiren Osmanlı ordusu, Sultan Murat'ın kıvrak müdahaleleriyle toparlandı.

Macar Kralı Vladislas ile başkumandan Jan Hunyad arasındaki anlaşmazlıktan faydalanan Osmanlı kuvvetleri, Haçlı ordusunu kıskaç içine almayı başardı. Bu sırada cereyan eden sert çarpışma sırasında, Kral Vladislas öldü. Macar Kralı'nın mızrağa takılan başı, Haçlı ordusunun maneviyatını bozmaya yetti. Jan Hunyad'ın çabaları, bozgunu önlemeye yetmedi. ikindi vakti sona eren ve Haçlı ordusunun 65 bin kayıp verdiği muharebeyi kazanan Osmanlı ordusu, 15 bin civarında şehit vermişti. Ulahlarla birlikte geri çekilen Jan Hunyad, Davut Paşa'nın takibinden kurtularak, kaçmayı başardı.

Osmanlı Devleti, Varna Zaferi ile, Balkanlardaki gücünü ve hakimiyetini tescil ettirdi. Kral Vladislas'ın ölümü üzerine, Lehistan ve Macaristan, bir daha birleşmemek üzere ayrıldı. Ayrıca, Bizans'ın Avrupa ve Balkanlardan umudunu kesmesine yol açan Varna Zaferi, İstanbul'un fethine de zemin hazırladı.







 
 

ormela.tr.gg
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol